
BAKIYORUM da, ev hanımlığını ve anneliği değersizleştirdiler. Evde kadın kalmadı. Böyle olunca nesiller televizyon ve internetin büyüttüğü ruhsuz, kimliksiz ve merhametsiz birer fert olarak hayat yolculuğunun içine girdiler.
Nerede o misafirliğe gittiğimiz, nerede o misafirliklerde karşılıklı hâl hatır sorup ülkeyi konuştuğumuz günler? Misafirliğe gidenimiz kaldı mı? Yok be! Giden de oturuyor televizyon karşısına, ses yok seda yok. İki kelâm yok. Dizi başlıyor; ikram bile reklâm arası. Sonra “İyi akşamlar”. Hayırlısı bile yok!
Böyle bir dünyanın içindeyiz. Millî manevî değerlerimiz her gece TV ekranlarının karşısında törpüleniyor. Ya kendi evimiz? Aynı. Evin her ferdi ayrı bir köşede ya dizi karşısında ya da elinde telefonla başka bir dünya ile iletişim hâlinde. Kimse kimsenin hatırını sormuyor. Komşular, akrabalar çok uzakta ama ev ahalisi bile aynı çatı altında sanki kilometrelerce mesafede.
Aşık Veysel’in o unutulmaz türküsü “Uzun ince bir yoldayım” diyor ya, tıpkı o: “Uzun ince bir yoldayım/ Gidiyorum gündüz gece/ Bilmiyorum ne hâldeyim/ Gidiyorum gündüz gece/ Düşünülürse derince/ Uzak gözükür görünce/ Yol bir dak’ka mıktarınca/ Gidiyorum gündüz gece…” Ne güzel anlatıyor, değil mi?
***
Son dönemde Hükümet’in Evlilik Yardımı projesiyle dalga geçen bir güruh türemiş. Gerçeklikten uzak, bizden olmayan aklın temsilcileri… Dünyanın kirli aklı evliliği pahalılaştırıp nikâhsız birliktelikleri cazip hâle getiriyor ki genç nesiller haram yollara başvursun. “Zinayı kolaylaştırıp evliliği zorlaştırın ki nesiller flörtün, ahlâksızlığın pençesinde eriyip gitsin” istiyorlar. Büyük şehirlerde aileden uzak okumaya gelen çocuklar iş bahanesiyle doğup kültürünü bildiği topraklara geri dönmüyorlar. Birbirinden uzak çiftler, günlük hevesleri için hayatı paylaşıyor gibi yapıyor ve ilk zorlukta birbirini yarı yolda bırakıyorlar. Boşanmalar rekor seviyede!
Millî manevî değerlerimiz her geçen gün daha da törpüleniyor. Sağımıza solumuza baktığımızda bu gerçeği görmüyoruz mu? Korkarım aile politikalarıyla gençlik bir arada ele alınmadığı sürece kadim Anadolu’nun çekirdeği olan aile yapımız yerle yeksan olacak. Bu nedenle ilk fırsatta Aile Bakanlığı, gençlik sorunlarıyla ilgilenir hâle gelmeli. Ki genç, sadece okula giden, spor yapan bir canlı olarak görülmekten çıkartılmalı.
Babalar ailenin isteklerini yerine getirmek için tüm enerjisiyle çalışıp miras bırakacak, çocuklarından bîhaber bir şekilde isteklerini yerine getirmek için borca, kredi batağına girecek; uygulama bu. Kapitalist düzen erkekleri geçim derdine, işsizliğe ve açlığa mahkûm etmiş. Eşe, evlada, aileye ayıracak vakitleri yok. Taksit ödemekten, kirayı denkleştirme derdinden, çocuklarının okul masraflarını düşünmekten başka bir şey düşünmeye imkânları yok.
***
Haram-helâl birbirine karışmış. Adı faiz olan mı sadece haram? Yüce Kitabımızda nice haramdan bahsedilmiyor mu? Faizli esnaf kredileriyle, evlilik ve düğün kredileriyle, emeklilik sigortalarıyla, piyangoyla, maaş promosyonlarıyla bir şekilde herkesi faize ve harama bulaştırdık. Ufak ufak faizle ve faiz kurumlarıyla tanıştık.
Faizin adını değiştirdiler; böylece Allah’ın yardımını ve muhafazasını kaybetmek üzereyiz. Peki, bu kimin umurunda? Sonra diyoruz ki, “Neden bizim dualarımız kabul olmuyor, neden ibadetlerimizden eskiden aldığımız hazzı alamıyoruz?”. Ne ekersek onu biçeriz dostlar. Ne yazık ki ektiklerimizi biçiyoruz bugün.
Camide imam, okulda öğretmen, Meclis’te siyasetçi, kışlada asker, evde anne itibar suikastına uğruyor. Öğretmenin öğrenci üzerinde artık otorite kurması mümkün değil. Toplumda kaybolan sevgi ve saygı kültürü gençliği öyle bir hâle getirmiş ki öğretmenine saygı duymayan, hatta hakaret eden bir gençlikle yol alıyoruz.
Şöyle 20-30 sene önceye bakın, bir baba evladını öğretmenine teslim ederken “Eti senin, kemiği benim” derdi. Yani “Onun eğitimi için ne gerekiyorsa yapın, size tam yetki veriyorum”. Çünkü öğretmen sadece öğretmen değil babaydı. Şimdi nerede o babalar, nerede o evlatlar, nerede o öğretmenler?
Sürekli ahlâksızlıkları normalleştirmeye çalışan sosyal mecra saldırısı altındayız sevgili dostlar. Görünen köy kılavuz istemiyor. Ahlâksızlığı yasak aşk, zinayı seviyeli birliktelik, aldatmayı sıradanlık olarak gösteren bir geminin içine bindirildiğimizin farkında değiliz. Aile yapımız sallanıyor. Allah aşkına, “Her gece evimizin içinde ahlâksızlığa zemin hazırlayan canlı birer bomba türünden dizilerle bizi kim buluşturuyor?” sorusuna RTÜK ne zaman cevap verecek? Al birini, vur ötekine!
Çevrenizdeki âlim ve hocaları milletin gözünde küçük düşürüyorlar ve sesiniz çıkmıyor. Topluma önderlik edecek, toparlayacak, yön verecek kimse kalmasın ki kirli akıl istediği gibi yönlendirebilsin isteniyor.
Sürekli iç çekişme var. Kimse kimseyi beğenmiyor. Akil adamlar korku tüneli içinde kalıyor. Ortak paydalarımız yok olup gidiyor. STK’lar ihale kovalayan, iş takibi yapan yerler olmaktan öteye gidemez hâle gelmişler. (Samimîler alınmasın.) Sivil olması gerek yapılar doğruları kendi menfaatlerine göre yorumlarlarsa, bu toplum kimi örnek alacak, yanlışlarla nasıl mücadele edecek? Ortak sorunlarımızı nasıl çözeceğiz?
“Siyasetçiye sürekli hakaret edilsin ki toplumun gözünde sorun çözen, yarınlar için umut olan profilden çıksın; milletin rızasını her zaman Allah’ın rızasının üstünde görelim ki hedefler, idealler, yola niçin çıkıldığı unutulsun; toplumdaki farklılıkları ortadan kaldıracak tek unsurun İslâmî birliktelik olduğunu unutturun ki zor günde millet bir araya gelmesin” isteniyor, hâlâ ders almadık mı?
15 Temmuz’da milleti bir araya getiren duygu, elde bayrak, semada salâ olmadı mı? Kirli aklın tüm çaba ve saldırılarına rağmen bu milletin asla geçmişini unutmayacağına her zaman inanan bir kardeşiniz olarak diyorum ki, millî manevî plânda kavgamız, bu milleti ve bu vatanı ayrıştırmaya çalışanlara karşıdır. Sürekli “Bize Kur’ân yeter” diyerek, Peygamber’i dinî alanın dışında tutarak, “Ayet ve hadislerin yerine akıl yeter” düşüncesi ile toplumu kendi rotasında bırakmak istemeyenlere kulaklarımızı tıkayalım.
Görüyoruz, meydanı öyle boş bulmuşlar ki diziler ve filmler yapıyorlar; özellikle kıyafet, iman, ibadet, örneklik noktasında İslâmî hayatı benimsemiş kişi ve kurumları yalan söyleyen, iftira atan, haksızlık yapan, kul hakkı yiyen, sözüne güvenilmez, borcunu ödemez, harama bulaşan kişi ve kurumlar olarak gösteriyorlar ki Müslüman kimliğe zerre güven kalmasın. Müslümanlara olan güveni yok ederek, kirli akıl hedefine ulaşmış olacak ve keyifle son dublesi içecek.
Buna karşın diyorum ki, “Ey Müslüman, kendine gel! Etrafında olan bitenlere bir bak, gelecek ayağının altından kayıyorken sen ne yapıyorsun? ‘Neme lâzım’ deme!”.
***
Kanunî Sultan Süleyman, “Günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer de çökmeye yüz tutar mı?” diye süt kardeşi Yahya Efendi’ye sorar. Yahya Efendi’nin cevabı gayet kısadır: “Neme lâzım Sultanım!”
Bir yerde zulüm yayılırsa, haksızlıklar ayyuka çıkarsa, sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yerse, bilenler bunu söylemeyip susarsa, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkarsa ve bunu taşlardan başka kimse işitmezse, herkes sadece “Ben” derse ve tüm bunları görüp işitenler “Neme lâzım be!” derse, işte o zaman devletin sonu gelir, Osmanlı yıkılır.
İyi düşünelim, “İman yetmiş (veya altmış) küsur şubedir (haslettir)”. En yükseği “Allah’tan başka ilâh yoktur” demek, en aşağısı ise yoldan eziyet veren şeyleri gidermektir. Utanmak da imanın bir şubesidir. Burada “yol”, sadece fizikî yol anlamında alınmamalı. “İnsanlara yapılan ve onlara eza veren şeyleri gidermek” yani yapılan haksızlık, adaletsizlik ve aşağılamak gibi durumlar buna dâhil. Ayrıca fakirliğin ve muhtaçlığın verdiği sıkıntıyı gidermek, borçluya yardım etmek, aç olanı doyurmak, açıkta olanı örtmek, zayıfın elinden tutmak gibi fiilleri de içerir. Bilelim, hatırlayalım isterim.
Yavuz Sultan Selim der ki, “Biz bunca meşakkate alkış uğruna katlanmadık, halis niyetimiz rıza-i İlâhîdir”. İşte bizim bu vatana, bu millete, bu ümmete borcumuz, bu sözde saklıdır. Halis niyetimiz rıza-i İlâhî olmalıdır.