BİR reklâmın meşhur
sloganıydı “Kirlenmek güzeldir” cümlesi. Özgürlüğe atıfta bulunan reklâmı
izleyen çocuklar arasından sloganın sihrine kapılarak kirlenen var mıdır şimdilik
bilmiyoruz, ancak ilk insanın hilkatinde “tertemiz” olan dünyanın giderek
kirlendiğini ve yaşam alanlarımızın aynı oranda daraldığını rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Temizlikle
alâkalı bir tespitte bulunmak gerekirse şayet, üç tarafı denizlerle çevrili bir
ada ülkesi olan Türkiye’de durum hiç de iç açıcı görünmüyor!
Hayvanlara
-yeni çıkarılan kanunla canlılara- reva görülenler, ağaçtan çiçeğe tüm yeşile
olan tahammülsüzlüğün yanında şehirlerin akciğerleri hükmündeki ormanların ihanet,
ihmâl ve dikkatsizlik sonucu küle dönmesi, doğal yaşamın tehdit unsuru olan
plastik atıklarla çevremizin kirlenmesi, parkların çekirdek ve izmarit
atıklarıyla oturulamaz hâle gelmesi ve yol kenarlarının araçlardan atılan içecek
kaplarıyla doldurulması ilk akla gelenler…
İbadet
mevsimi sayılan Kurban Bayramı’nda, Müslümanların dinî vecîbesinin bir tezahürü
olan temizlikten uzak hareket etmesi, kan donduran manzaralara yol açarak
hijyeni ikinci plâna atması, mahalle aralarında sıklıkla gördüğümüz çöp
konteynerlerinin yanında açığa bırakılan çöplere rastlanılması ve insan
sağlığının tehlikeye atılması ise ikinci sırada yer almakta.
Sorunlar
elbette bunlarla sınırlı değil. Ses ve gürültü kirliliğine yol açan kontrolsüz
eylemler arasında yer alan gereksiz kornaya basmak, yüksek sesle müzik
dinlemek, düğün, sünnet ve asker uğurlamalarında işin kontrolden çıkması,
sıklıkla rastladığımız başlıklar arasında yer almakta.
Yetmedi,
avcılık gibi son derece ilkel bir davranış biçimiyle doğal dengenin insan
eliyle yerle bir edilmesi, yol kenarlarını süsleyen ve yolculara serinlik sunan
çeşme başlarında poşet, peçete ve çocuk bezlerinin görülmesi, umuma açık tuvaletlerde
taharet ve sifon çekme alışkanlığından yoksun olanların bıraktığı manzaralar…
Ve
arıtma tesisi kurulmadan inşâ edilen fabrikalar…
Gürül
gürül akan o güzelim berrak dereleri ve içindeki balıkları zehirleyen sanayi
atıkları...
Sorunları
okudukça sıkılıyorsunuz, ancak gerçekle yüzleşmek zorunda olduğumuzu hatırlatma
adına devam etmek zorundayım: Hasat sonrası anız yakımı sırasında binlerce
canlının telef olması ve havaya karbonmonoksit salınımının gerçekleşmesi, soğuk
kış günlerinde ısınmak için kaçak kömürün yanında araba lastiği gibi kimyasal maddelerin
yakılması…
Peki,
egzoz muayenesinden kaçanların, dağların tepesini kelaynağa çevirerek altın ve
maden arayan define avcılarının, hidroelektrik santraller uğruna derelerin önüne
set çekenlerin yaşam alanlarını etkileyen tahribatına ne demeli?
Dere
yatakları ve doğal güzelliği ile yerli ve yabancı turistler için cazibe merkezi
olan ören yerlerinin yapılanmaya kurban edilmesinden tutun, boğazlarımızdan geçen
ticarî gemilerin sebebiyet verdiği ve ihmâllerden doğan kazalar sonucu masmavi
denizlerimizi kirletilmesine varıncaya kadar sayısız çevre katliamı…
Biz
temiz ve yemyeşil bir çevre diyoruz ama bırakın çevreyi, kediye, köpeğe, kuşa
eziyet edenlerin giderek çoğaldığı bir zaman diliminde ibre, canlılar içende en
mükemmel olana, “insana” yönelmiş durumda!
İnciten
sözler, yaralayan cümleler, öldüren hakaretler, küfürler ve hâller...
Geçen
hafta yaşanan samuray kılıçlı katliam, belleklerimizde yer edinmeye ne yazık ki
devam ediyor.
Tüm
bu yazılanlar ışığında, “İnsanın insana, diğer canlılara ve çevreye bu kadar
acımasız olmasının altında ne yatıyor?” sorusuna verebileceğimiz bir cevap var
mıdır? Galiba yok!
Bu
soruya her fert kendi plânında cevaplar bulmalı ve vermeli.
Dünden
olmasa da, yaşadıklarımızdan bugünden dersler çıkarıp yarın karşılaşacağımız
iklim krizlerine ve çevre sorunlarına hazırlıklı hâle gelmeliyiz. Küresel
ısınmaya davetiye çıkaran, başta cam olmak üzere yüzey kaplamalarına, plastik
atıklarına ve fosil yakıtlarına önlemler almalıyız. Ne yapıp edip, emisyon
hacmini mutlaka sıfırlamamız gerekiyor. Kabul etmek gerekiyor ki, dünya ısınıyor
ve yüzyıllardır ulaştığı ısı derecesinin üzerinde bir sıcaklığa doğru eğilim
göstermekte.
Uzmanların
öngörüsü ise, gelecek yüzyılda 3 ilâ 6 derecelik bir artışın olacağı yönünde. Bu,
görülmemiş bir oran!
Bizi
yaralayan, ne yapacağımızı ve nasıl refleks vereceğimizi biliyor olmamıza
rağmen “bilmiyor” gibi davranmamızın yanında devam eden “duyarsızlığımız”…
Belki
de dünyanın var olduğu yıllara doğru bir dönüş başlayacak; daha dayanıklı
hayvanlar gelişecek ya da uykudan uyanacak ve hayatta kalacak. Gittikçe kirlenen
ve nesli daralan insanoğlu, goriller, ejderhalar ve canavarlar görmeye
başlayacak…
Velhasıl,
kirlenmek güzel değil! Güzelin içinde kir olmaz; iyinin içinde kötülük olmadığı
gibi...
Unutulmaması
gereken, Müslümanlığın temizlik temeli üzerine inşâ edildiğidir ve “Temizlik
imanın yarısıdır” diyen Kılavuz’un (sav) “Ümmetimden ‘temiz olanlar’ Cennet’e
girecek” müjdesine nail olmaktır.
Gayemiz, ömrümüz ve imkânlarımız yettiğince, dünyayı kirleterek kirlenen bir birey olarak değil, dünyayı bir “sürgün yurdu” olarak tarif eden ve önceki gün kaybettiğimiz Sezai Karakoç gibi tertemiz ve taltif edilerek ebediyete uğurlanmak olsun…