Kırılan fay hattı

Umutlar yarınlarla birlikte mülâki olacak. Gözlerine değen renk, yarınların olacak. Çilesine şerh düşülecek yaşanan bütün zorlukların. Çıkmaz sokaklarda yol açıklığı aramak böyle olacak. Ezile ezile hep büzülmeyeceğiz, kemikleşeceğiz de.

BİNALARIMIZ tuz buz olmuşken başımızın üzerinde daha çok yük taşıyacağız. Yetim bir yaranın yasını tutacağız artık. Mebzul uykuların nadasında olan bu kış mevsimi, daha çok üşütecek açık yanlarımızı.

Göğsümüzde Süphan, Toros, Amanos, Binboğa, Nur, Tahtalı olup ağlayacağız. “Ağlamak” diyoruz buna; çok uzak değil acıyacak yanlarımız. Ama yine de usul usul ağlayıp usulünce susacağız. Varlığın anakarası evlerimizle yeniden barışacağız. “Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık”* denir ama yine de her yıkılan bina, acıları ve hayat gailelerini dikecek başucumuza.

Omzumuza yeni yeni ağırlıkları yük etmekteyiz. Kazanma telaşı, yaşama telaşı, tez elden hoyratlığımız… Çıtırtısı kadar yanan ateş gibi parlayacağız. Serimlenen bütün acziyetimiz böyle vücut bulacak. Ne çok göçük biriktirmişliğimiz olacak böyle. Gözümüze hangi kıymık batacak, belli değil. Avize sallanacak, dolap gıcırdayacak ve türlü uğultu… Hangi duvar üzerimize düşecek, belli değil. Hangi imdat çağrısı bize böyle ders olacak? Yaşamak dediğimiz ipin ucunda, sırata yakın, kırılgan, suskun ve aniden uçan bir kuş gibi mi olacağız?

Belli değil kolayına kaçmak bu düşüncelerden. Yaşamak bu, zelzeleden sonra kalıp maddiyattan daha çok uzakta yaşayabilmek... İnsan bu, hem duldasını isteyecek, hem de tutunacağı dalı. İçimizdeki hayat boşluğunu doldurup nefesimizi illâki alacağız. Rüyasını görüp umudunu taşıyacağız hayatın. Bu fanilikte biriktirdiğimiz kadar değil, paylaştığımız kadar var olacağız. Çıtırtısı kadar yanacak ocaklarımız. İlk önce insanı kurtaracak sese kulak kabartıp kolonlar kadar mukavemet üzere olacağız yeniden.

Her bir kimse bu zorluklarda yelkovan, akrep ve saat olacak. O dakika ve o saniye yerimizde kalakalıp kanatlarımızdan vuruluyoruz. Turna olup uçuyor yavrucaklarımız. Çocukların hayâlleri, gülücükleri, anne ve babaların gülümsemeleri kadrajlarda yerini alıyor. Hüzün durmadan yenilenip paramparça kalp nöbetini tutuyor. Nevri dönmüş hengâmeleri yaşıyoruz. Ahlar ocağı, ağıt kucağı sarılıp sarmalıyor insanımızı. Doğum ve ölüm birbirinin içine girmiş, tezi var kucaklaşıyor. Deprem ve diğer acılarla yoğrulan her insan, geleceği yarasında taşıyor. “Acılar susayınca yarasını dağlıyor. Görelim, derdimiz nasıl ağlayacak”. Bizlerde de aynı ölüm, ne kadar yaş sırasına girsek de dizilmişiz hepimiz bunun için. Bahanelerimiz hep farklı farklı olsa da aralardan seçilmemiz an meselesi.  

Bir o yana bir bu yana savrulan dünya da hem yarayı sıvazlayıp hem de acır yanı okşayarak ellere ve yüreklere dokunabilmek... Yüreklerde inşâ edilen bütün sığınaklar acılarımıza taziye olacak. Dikkatimizi çeken enkaz alanlarındaki olağanüstülükler… Her göçükten çıkan insanın feryadı da, hüznü de ölçülü oluyor. Her bir enkazın özgürü, sessizliği taşıyor, susarak anlaşıyor ayrıca bizlerle. Bu kadar acıyla cebelleşmek çok zor olmasının yanında kolay bir olgunlaşma şekli de olduğu muhakkak.

Bir ağıt olarak kalacak bu yaşananlar. Çocuk yüreklere ne çok dünya sığındı, ne çok mevsim geçti, ne çok ayaz ne çok anı biriktirdi bilinmez. Sırtında dünya kamburu, ölümler başın üstünde... Ölmeye başın dünya, yok olup gideceksin sen de. Hep gelip geçecek zamanın, sıra sana da gelecek. Takdir edilen bir zamanda bir gün sen de öleceksin. Dağ deniz yanıp sönecek mevsimlerin... Bre behey dünya, sırtında taşıdığın bu yük çok ağır gelecek bir gün senin bedenine de!

Kırılan fay hattı boyu şehir şehir, köy köy dağlanan, koca bir dünya yarayı taşıyoruz. Yine bir kış, soğuk ve gece vakti dağlanıyor yüreklerimiz. Zemheri bu, çevreyi ayaz sarıyor. Biliyoruz ki, çok soğukta, çok mevkide yan yana yanıyoruz. Bu depremle ve bütün acılarla insanımız sadece kanamıyor, milletimizle birlikte yaralar bağlıyor. Her yürek ayrı bir yeryüzü; çünkü bütün acılar özünü taşıyor. İşte bu olguyu, bu duyguyu bu sıralar daha da çok yaşıyoruz. Hercümerç her bir yerde palaz da olsa ak günler, dudaklarımıza niyaz oluyor. Bizler dünya dar diye ev üstüne ev yapıyorken bu darlıkta daha da çok sıkışıyoruz. Hayat bizi daha da çok yoruyor ve ne yaparsak yapalım, bu zaman, hayat bize daha da ecele oluyor.

Her şeye rağmen, Oktay Sinanoğlu’nun dediği gibi, her yeni nesille yenilenip yeniden doğacağız. Bedenen eksilsek de ruhen çoğalacağız, Allah-u âlem. Yaşlanmak ne ki, elinde kalan ve büyütemediğin büyük hayâllerimizle beraber bütün yaralarımızı sağaltacağız. Umutlar yarınlarla birlikte mülâki olacak. Gözlerine değen renk, yarınların olacak. Çilesine şerh düşülecek yaşanan bütün zorlukların. Çıkmaz sokaklarda yol açıklığı aramak böyle olacak. Ezile ezile hep büzülmeyeceğiz, kemikleşeceğiz de.

Deprem gerçeği bize bir kez daha haykırdı ki, bu fâni dünyanın sevmek, bölüşmek ve ölüşmekten öte bir şey olmadığını göreceğiz.

Son tahlilde, bütün güçlüklere rağmen, uydurabildiğimiz düşlerimiz kadar hayatı var ve umudumuz kadar yaşayan olacağız.

 

*Stefan Zweig