
İNSAN varlığı, içine kâinatı alacak kadar büyük bir yapıdır. Var edilişindeki hikmetlerden tutun da varlığın özellikleri ve çevre ile olan etkileşimlerine kadar insan o kadar çok şeydir ve aslında yazılmış ve yazılacak sayısız kitap bunu yazacaktır ki yine de yetmeyecektir.
Yeryüzüne halife olarak indirilen insan, Yaratıcısının en nadide eseridir. Yüce Mevlâ insanı yeryüzünde ağırlamaya başlamadan önce kâinatı özenle var edip süslemiş ve dünyayı yerleştirip içini binbir hikmet ve güzellikle dizayn ettikten sonra insanı buyur etmiştir. Sevgi ve nimetler ile yaratılan insanın evidir dünya ve herkes eşit derecede hak sahibidir. Allah-u Teâlâ öyle bir ev yaratmıştır ki insan bu evde sadece konaklamak ile kalmayacak, aynı zamanda nice yolculuklar yapacak, araştıracak, bulacak, soracak ve gelişerek çevresini ve dünyasını değiştirecektir.
İnsan sadece yaşam, sadece kâinat ve dünya ile tanışmamış, sadece çevresini araştırıp çevresini değiştirmemiştir. İnsan aynı zamanda insan ile tanışmış ve kendini, türünü tanıma ve anlama yolculuğuna da çıkmıştır. Varoluş hikmetlerinden biri olarak insan hep iyiyi ve güzeli bulmadı tabiî, aynı zamanda karanlık yanını da keşfetti. İlk insanlardan başlayarak bu karanlık yanı kendine ve çevresine büyük zararlar verdi, vermeye de devam ediyor.
İnsan günümüze kadar birçok alanda keşif yapıp değişimler yaşayarak gelmiştir. Bir teknoloji ve hız çağındayız. Çevremiz ve yaşam şartları çok hızlı değişiyor. Zaman hangi zaman olursa olsun, devir hangi devir olursa olsun, değişmeyen şeyler de var tabiî. İşte değişmeyen bu şeylerden birinden bahsetmek istiyorum bu yazımda.
Sahip olunan ve olunamayan şeylerin kişiler üzerindeki etkisi maalesef çok fazla. Habil ve Kabil’den başlayarak insan hep kendini karşısındaki ile kıyaslamaya çalıştı. “Onda neden filanca özellikler var, niçin şu nimetler var da bendekiler bu kadar?” hesabı dün de, bugün de aynı sıcaklığı ile gündemini koruyor. İnsan, insanın aynası; kişi aynada güzel şeyler gördüğü gibi kendi karanlık ve çirkin yönlerine de tanıklık ediyor. Keşke bu olay sadece kendini tanımak ve aynada tanık olmak ile kalabilseydi…
Eyleme geçen insan davranışları insanı insanla bir yarış ve savaşa sürüklemiştir. Birileri zaman içinde sahip oldukları ile güçlü, zengin, söz sahibi, varlıklı, ünlü gibi kimliklere bürünürken, birileri de sahip olamadıkları ile fakir, zayıf, garip ve sıradan gibi etiketlere büründü. Diğer bütün etiketleri bir kenara bırakıp yazı konusu olan ev sahibi ve kiracı olayına geçmek istiyorum.
Ev sahibi; oturduğu evinin dışında evi veya evleri olan, ihtiyacı olsun ya da olmasın, tapusu şahsına ait bir yeri birilerine kullandırtmak suretiyle kazanç sağlayan kişi… Bu gelir türü bana hep ters gelmiştir. Ben böyle bir gelire sahip olmak istemiyorum açıkçası. Neden mi? Birilerinin imkânsızlığından kazanç sağlama fikri beni huzursuz ediyor. Burada ev sahiplerini yargılamak gibi bir niyetim yok. Benim sitemim böyle bir sistemin kurulmuş olmasına.
Kiracı ise, hayatın garip bir oyununa maruz kalmış kişi… Allah-u Teâlâ’nın sonsuz nimetlerine lâyık gördüğü insanın bazı imkânsızlıklar nedeniyle bir eve lâyık görülmemesi gibi bir durum söz konusu. “Lâyık görülmeme” ifadesine takılanlar olabilir. Burada insanoğlunun en temel ihtiyaçlarından biri olan barınmanın sağlanabilmesi için belli şartların yerine gelme zorunluluğu bana pek anlamlı gelmiyor. Kim olursa olsun, sistemler ne amaçla inşâ edilmişse edilsin, insan insana bir dört duvarı çok görmemeli. İnsanların kurduğu çoğu düzeni anlayamıyorum. Ne demek bir barınma ihtiyacının bile bu kadar zor bir sürece oturtulması? İnsanlığın en temel ihtiyacı olan barınma, devletin vatandaşına karşı doğal sorumluluğu değil miydi, ben mi yanlış biliyorum? Vatanı için canı istenen vatandaşa bir karış toprak, bir dört duvar sağlayamadıktan sonra ne anlamı var geri kalanın?
Bu yazıyı kiracılığı kötülemek için yazmadım elbette; hatta tam tersi bir durum için karşınızdayım. Kiracıyız hepimiz bu kâinatta. İşin açıkçası, daha çok şeye sahip olan değil, daha az şeye sahip olan daha çabuk uyanıyor bu yaşamda. İstisnaları olsa da dünyevî kazanç ve etiketlerin hepsi ayrı bir kök olup saplanır hayat toprağına ve bazıları kökleri öyle derin, öyle sağlam tutunur ki dünyaya, ölüm onu ayırmak için çokça mücadele eder ve kişi, köklerinden bir bir ayrılırken çok acı çeker.
Şimdi size bir soru sormak istiyorum: “Dünya” denen handan iki gün sonra ayrılacağı söylense en hızlı kim hazırlar valizini, en kolay kim taşır yükünü, en rahat kim veda eder?
Kiracı, göçmeye alışıktır. Bazen yakın arkadaşlara bir soru sorarım “Yaşadığın ortamı, şehri değiştirmeyi düşünüyor musun?” diye. Çoğu, “Hayır, ben artık kopamam bu şehirden, bu çevreden” der. E nasıl olacak bu ayrılık? Yaşamdan ve bu bedenden nasıl ayrılacağız biz? Ev sahibi, mülk sahibi ve güç sahibi, sahip olduğuna güvenmesin! Elinde imkânı az olansa “Bende yok” diye üzülmesin. Diğer tarafta teraziye dünyalık koyulabiliyor mu, onu konuşalım.
Şu aralar gündemin en yoğun konularından biri ev sahibi-kiracı başlığı. Evde, işte ve sokakta hep aynı şeyler konuşuluyor. Bunlardan en ilginci, belki de en üzücü olanı ise benim başıma geldi. İki senede bir ve normal bir şekilde kira artırımı yapan yaşlı karı koca ev sahiplerimiz, ekonomideki anî yükselişlere çok çabuk ayak uydurup, güya piyasaya göre dengelemek adına altı ayda bir zam yapmaya başladılar. Bu da yetmeyince, tek seferde en son verdiğimiz kiranın üç katını istemek için telefon ile aradılar. Söyledikleri sözler acı bir gerçeği haykırıyordu; insanlığın düşüşünü, dinin alet edilişini…
Yaşlı teyzemiz, “Namaz kılıp Kur’ân okuduk, sizi öyle arıyoruz” diyerek söze başlamıştı. Kavga dövüş olmasın, iş mahkemelere taşınmasın diye manevî zırhlarını giyinip bize telefonda öyle konuk olmayı uygun görmüşler güya. Tek maaşlı olduğumuzu, iki tane okuyan küçük yavrumuz olduğunu ve başka desteğimiz olmadığını söylediğimiz hâlde bu dini bütün ve yaşını başını almış insanlar, “Olmaz!” deyip “şartlar da şartlar” diye ayak diriyorlardı. Söyleyin şimdi, yasaya göre yüzde yirmi beş artması gereken zam oranını hiçe sayan, dini çıkarına alet eden, insaf ve vicdanlarına yalvardığımız hâlde duymayan, yaşı başı aşkın bu insanlar kimi, neyi temsil ediyor? Biz kendi içimizde birbirimize böyle yaparsak düşmana ne gerek var?
Ülke insanına, insan da ülkesine sahip çıkmalı. Kimse garip, kimse boynu bükük kalmamalı. Devlet her ferdine yetişemeyebilir, her ferdini göremeyebilir, birileri birilerine el uzatmalı. Birileri birilerini birilerine duyurmalı. İnsanlık değerlere sarılmalı, değerler insanlığın yaralarını sarmalı. Piyasa, ekonomi ve şartlar kadar Allah’ın rızasına da bakmalı! Zengin-fakir, zalim-mağdur, güçlü-zayıf, haklı-haksız değil, hak ve adalet, insanlık ve sevgi, ilerlemek ve paylaşmak olmalı insanın yolculuğu. Hedef ve hayâller nefsî çıkarlardan değil, yaratılışın verdiği sonsuzluk ikliminden beslenmeli.
Ev sahibi sadece kirasının yatıp yatmayacağını değil, kiracısının da kendi gibi Allah’ın bir kulu olduğunu hatırlayıp gece huzurla yatıp yatmadığını merak etmeli. Kiracı ise hâlinden şikâyet edip nasibini ötelememeli, hâline şükredip daha güzel yarınlar ve imkânlar için elinden geleni yapmalı. Ev sahibi ve kiracı eğer yakın bir ikâmet içindeyseler aralarında sadece para muhabbeti olmamalı. Neden güzellikleri paylaşma ve komşuluk açısından örnek olunmasın ki? Bu tür örnekler o kadar az ki…
Rabbimiz bir, dinimiz İslâm, ülkemiz Türkiye, bayrağımız göklerde ve özgür… Ne güzel ve mübârek şeylerde birleşiyoruz. Böylesi özel ve güzel nimetler verilmişken bizi ayrıştıran davranışlara ne gerek var? Ne gerek var gereğinden fazla hırs yapmaya? Hem kendimize, hem çevremize, hem ahiretimize yazık ederken “akıl” denen nimet ne iş yapar?
“Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?”
İmtihan seçme, imtihandan şikâyet etme lüksümüz yok. Sınav sınavdır. “Birileri niçin sahip, birileri niçin kiracı?” demiyoruz, insanoğluna sesleniyoruz. Zararın neresinden dönülse kârdır, bu yüzden bir an önce bu yanlıştan dönülmeli. Allah’ın yaşam hakkı verdiği her canlı, temel ihtiyaçlarını özgürce karşılayabilmeli, barınma ihtiyacı ticaret unsuru olmamalı.
Buradan dile getirmek isterim ki, Rabbim bir zenginlik verirse bu konuda çalışacağım. Bu sorun çözülene kadar, ev sahibi olmaya çalışan, imkân problemi yaşayanlara el uzatmaya, başkalarının da bu hayra vesile olmalarına çalışacağım. Şu sonsuz büyüklükteki kâinatın insana hediye edilişi umarım bir gün tüm idrakleri tesiri altına alacak; o zaman “Hep bana! Hep bana!” diyen zihinler, almanın değil, vermenin daha ulvi daha kârlı olduğunu anlayacaklar.
Ah ki ne ah! İhtiyaç sahipleriyle paylaşmanın ne kadar sırlı, ne kadar farklı bir nimet olduğunu gerçek anlamda idrak edebilseler, birbirleri ile yarışırlardı. Rabbimin rızasına giden en kestirme yollardan biridir bu. Dünya hayatını, imtihanları kolaylaştıran, büyük belâları def eden, hastalıklara şifa olan, ömre ve ahirete bereket olan, toplumu zenginleştirip renklendiren inanılmaz bir olgudur vermek. Sebepsiz, çıkarsız, “Bende bana yetecek kadar var, neden onda da olmasın?” düşüncesiyle gönülden dualı bir alışveriş, kulağa ve kalbe hoş gelen şeyler.
Gönül isterdi ki, ülke yönetimleri ve toplumsal dinamikler İslâm ve ahlâk kuralları ile çepeçevre kuşatılsın. İnsanlar başka bir şeyde değil, sadece takvada kademe atlayabilsin ve bu cephede mücadele edebilsin. İyi topa vuranın, iyi şarkı söyleyenin, çok zengin olanın topluma tepeden baktığı bir yaşama düşmeseydik ne güzel olurdu!
Kiracısı olduğumuz kâinatın, hayatın ve bu bedenin gereğini tam yerine getiremezken, bir şeylere sahip olup da onu kullandırttığımıza zulmetmek neyin nesi? Biz bu kadar mı düştük, bu kadar mı kaybolduk, bu kadar mı kaybettik? Başkasının düşüşünden kâr edene dinimizde söylenen bir söz var mı acaba?
Güçlüye, haklıya, ev sahibine, ün sahibine, zenginine şunu sormak isterim: Bugün zengin, ünlü ve güçlüyken çevrenize gösterdiğiniz davranışların aynısını yarın bir imtihan nedeniyle durumunuz tam tersi olduğunda kendinize yapılmasını uygun bulur musunuz? Dün evleriniz varken ve kiracıyı insan değil de gelir aracı olarak görüp acımazken, yarın kiracı olduğunuzda sizin de aynı muameleye uğramanız gönlünüzü kırmaz mı?
Ah Devletim! Tam olarak ne zaman son bulacak garibin, mazlum gözyaşı? Anlıyorum, ekonomik krizler, yurt içi ve dışı düşmanlar ve hainler var. Her şey bir anda olmuyor ama bu tür konular biraz ağırdan alınmıyor mu acaba? Televizyonda birkaç açıklama ile hep beklememizi istiyorlar. Olur, biz bekleriz. De… Televizyondan kuru kuru yapılan açıklamalarla daha kaç nesil bekleyeceğiz? En azından gönlümüzü almanın başka yolu yok mu? Ekonomi el vermeyebilir ama bizi ezene, bize laf söyleyene, meydanı boş bulmuş gibi halka yük üstüne yük getirene engel olunsa, o bile bir derman olmaz mı bize? “Maliyet” diyerek fiyatları arttıran arttırana… Karşı tarafta ise “Gerekli denetimleri yapıyoruz” diyenler… Devlet “Yüzde yirmi beş kira artırımı yapabilirsiniz” diyorken ev sahiplerine, ev sahipleri ise bunu aşmak için türlü oyunlar sergiliyorlar. Devlet bu konu hakkında yaptırımlardan bahsetse de ortada çözülen bir tablo yok!
Hiç kimse kusura bakmasın, şu an bir tek Allah-u Teâlâ’dan yardım bekliyorum. İnsandan umudumu kestim. Yıllardır kiracılık ile boğuşuyoruz. Tek maaşla dört kişilik aileye sahip çıkmaya çalışıyoruz. Haydi çevresi, tanıdığı, akrabası olmayanları geçtim, çevremizde dini bütün insanlar var. Bizi iyi bilen, bize güvendiklerini söyleyen akrabalar, tanışlar var. Çoğu evi, arabası ile hâli vakti yerinde insanlar. Güzel işleri, güzel gelirleri olan insanlar var. Biriktiren, yatırım yapan, yaşam konforu açısından evlerini, eşyalarını, arabalarını yenileyen kimseler… İyi, hoş olsunlar, helâlinden ve bolca kazansınlar. Kimsenin malında gözümüz yok. Lâkin bir tanesi, “İhtiyacı olan, yıllardır kiracı biri için birkaç kişi ile konuşsak, destek olsak, bir ev sahibi olmasına yardımcı olsak” dese… “Neyse masrafı aylara, yıllara böler, bir hâl yolu buluruz. Hem borcuna sadık biridir, ihanet etmez, gözümüz kapalı yardım ederiz. Ev sahibine, bankaya, krediye, faize yem etmeyelim” dese… Yok mu çevresindeki bir kırık gönlü tedavi edebilecek bir usta? Bu tür kimselerden, yardım isteyemeyen bir gönlü keşfedecek, onu duyabilecek bir özelliğe kavuşmalarını temenni ederim. Rabbimin en güzel müjdelerine ermeleri için dua edeceğim bu kimseler hakkında.
Ey Yüce Allah’ım, bir kişinin ev sahibi olmasına yardım etmeden benim canımı alma!