KİMLİKSİZ bir yalnızlık, kavrayışın
acısına dayanmaktan, gerçekliğin her durumda yeniden tespitine azmetmekten evlâ
mıdır? Kimliksiz ve kimsesiz olmak, var olmak mıdır?
İnsan,
Allah’ın yarattığı en şerefli varlık olma potansiyelinde yaratılmıştır. Üzerine
ağır bir söz bırakılan insanın bu ağırlık altında ezilmeden dik durabilmesi,
onun gayretine bağlı kılınmıştır.
Allah,
kullarına yalnızca Kendisine kulluk etmelerini ve yalnızca Kendisinden yardım
dilemelerini emreder. Bunlar Müslümanlığın aslî ilkeleridir. Allah’a iman etmiş
her insan, bu ilkeleri hayatına ikâme etmekle mükelleftir. Ne var ki, bu soylu
ilkelerin insanda vücut bulması kolay değildir.
İnsan
yalnız dünyaya gelir ve dünyadan yalnız gider. Hesabın görüleceği çetin günde tek
başına hesap verir.
Bu
yalnızlık başlangıçta insanlara muhtaçlıkla, insanı sosyal bir varlık olma
konumuna getirir. İnsan çocukluktan itibaren yaşadığı sosyal çevreden
öğrendiklerini, Allah’ın yarattığı fıtratıyla tutarlı bir çizgiye oturtur.
Tutarlılık,
her zaman aynı çizgide ilerleme şeklinde gitmez başlangıçta. “Çocukluk” denilen
ve mazur görülen pek çok davranış kalıbı büyümenin getirdiği değişimler olarak
kabul görürken, büyüdükçe insan “an” içerisinde yaptıkları ile tutarlı bir
çizgi yürütme adına davranışlarını toplumsal bir çerçevede şekillendirmeye
başlar.
Bir
anlık, bazen insanın kendisinin bile farkında olmadığı değişimler, tutarlılık
adına insanın üzerine yapışır ve insan, tuttuğu yolu değiştirmek istemez hâle
gelir. Bu yüzden “an”ın önemi, insanın gelişiminin önünde bir engel pozisyonu
alır.
Oysa
yaşanan her “an” bir değer ifadesidir insan ömründe. Hayat, “an”lar bütününden
oluşan bir yolculuktur. O anı hakkıyla yaşama cesareti göstermek, genellikle “tutarlılık”
zırhını yırtmayı gerektirir.
İnsan
ancak, gücünü davranışlarının tutarlılığından değil, Allah’ın yarattığı düzenin
beklenmedik sürprizlerine karşı dirayetli tuttuğu, esnek ve geçirgen zihninin
değişime açık yanından aldığı vakit, yaratılanların en şereflisi olma yolunda
ilerleyebilir.
Allah’ın
kulundan beklediği, insanın yaşadığı toplumun, zamanın, mekânın, şartların ve
insanın bünyesinin izin verdiği kadar Rabbine kulluk etmesi değil, her şeyiyle
Allah’a kulluk etmesidir. Bu elbette kalpte olup bitemeyecek kadar gerçek ve
meşakkatli bir iştir.
Allah,
kalbi akıldan ayrı tutulduğu bir kavrayışı mazur görmeyecek yetilerle donattığı
kullarından ahlâk ve adalet temelli bir hayat ikâmesi talep etmektedir. Ne var
ki, Kemal Tahir’in ifadesiyle, “Gerçek bir kez elde edilince sürgit
kullanılamaz, her durumda gerçekçiliği yeniden elde edip geliştirmek
gerekmekte”dir.
Gerçeği
tespit etmek, her durumda doğruyu yeniden kavramak ve insanın kendini doğru
olana göre yeri geldiğinde en baştan inşâ etmesi, cesaret gerektiren sancılı
bir süreçtir. Bu süreçte hissedilen korkudan dolayı çıkılan yolu terk etmek,
daha önce hiçbir şey göremeyen bir insanın, göreceklerinden korktuğu için
görmek istememesi gibidir.
Bu
durumu, hasta olduğu zaman vücudu hassaslaşan bir insanın, etine değen su bile
canını yaktığı için kendisine iyi geleceğini, onu rahatlatacağını bildiği hâlde
banyo yapmak istememesine de benzetebiliriz.
Aynı
şekilde, bir enstrüman çalmak yolunda ilerleyen bir gencin eğitimi sırasında çok
zorlandığı bir yere gelince enstrüman çalmayı bırakması da bunun gibidir.
Hayat,
atlanmayı bekleyen pek çok eşikle doludur. Daha önce geçilmiş eşiklerden geçmek
daha cazip görünebilir. Ancak güvenlik uğruna geri dönmek ya da aşınmış yolları
tercih etmek, daha önce hiç geçilmemiş eşiklerin ardında nelerin saklı olduğunu
hiçbir zaman göremeyecek olmak demektir.
Elbette
sınırlar vardır. Ne insan, ne de hayat sınırsızdır. Ancak Allah’ın sınırları,
insanın potansiyelini ortaya koyabileceği sınırların önüne çekilmiş bir set
değildir. İnsanın kendisine verilmiş potansiyeli sınırlandırmasını Allah’a
isnat etmesi kabul edilemez. Böyle bir sınırlandırma, sadece insanın korkaklığı
ve güvenlik duygusunu Allah’tan başkasına tevdi etmesiyle açıklanabilir.
İnsan,
potansiyelini her zaman bilinçli bir şekilde sınırlandırmaz. Bazen bunu
farkında olmadan ya da kendindeki gücü görecek şekilde işlevsel hareket
etmediğinden yapar. Burada önemli olan, Allah’a kulluk etmenin önündeki
engellerin üzerine korkusuzca yürüme cesareti göstermektir. Bu cesaret,
Allah’ın yardımı ve insanın gayretiyle ortaya çıkabilecek, her insanın
fıtratında var olan bir haslettir.
Hayatın
zorluklarına göğüs germek, yüzünü uzlete dönmüş bir sabrın taşıyıcısı olmak
demek değildir. Ahlâklı ve dürüst olmak, tutarlı bir çizgide potansiyeli
dizginlemek değildir. İnsanın yaptığı bir yanlışı ya da doğruyu, onun hayatının
tamamını değerlendirmekte kullanmak adil değildir.
Bütünlük,
tutarlı bir eğriyi, insanı “Yedisinde neyse yetmişinde de o!” dedirtecek
şekilde insan hayatına yerleştirmek değildir. Bütünlük, hatasızlık ya da mükemmellik
de değildir. İnsanın her durumda yeniden tespit edeceği gerçekliğe, fıtratına
uygun bir şekilde sağladığı uyumdur.
İnsanın
yalnızlığı, kalabalıkla haşır neşir olmak, kalabalığın rengini almakla
tamamlanan insanın bir parçası değildir. Yalnızlık, insanın tamamıdır,
kendisidir. İnsan yalnız bir varlıktır. Sorun olan, insanın yalnız olması
değil, yalnız olduğunu kabul etmemesidir.
Kimileri
yalnızlığı kendilerine yakıştıramaz, kimisi yalnızlığı kendine has görür.
Kimileri de yalnız olduklarını göremeyecek kadar kalabalık tutarlar etraflarını.
Ne olursa olsun, bunlar insanın yalnız olduğu gerçeğini değiştirmez.
Zaten
yalnız olan insanın yalnızlığını değerli kılma imkânı varken, insan neden onu
reddeder, ondan kaçar ya da onu zararlı hâle getirir?
İnsan
hem sosyal, hem de yalnız bir varlıktır. İnsanın hayattaki en önemli görevi,
Allah’ın önünde tek başına hesap verecek olan insanın, bu gerçeği elinden
geldiğince çok insanın kavramasını sağlamasıdır. İnsanın yalnızlığı da,
sosyalliği de ancak bu şekilde bir değer ifade edebilir.
Öğrenmek,
gelişmek, insanlarla sürekli işbirliği ve etkileşim hâlinde olmak birçok
imtihanı beraberinde getirir. Ancak bu hayatın kurgusu imtihanlardan oluşur.
Kurgu bu kadar net ve insanın yaşam süresi kısıtlıyken, oyalanacak, boşa
geçirecek, güvenli sanılan bölgelerde izole hayatlar sürecek vakit yok.
Hepimiz
açıktayız bu dünyada. Nasıl ki Nuh Peygamber’in oğlu babasının yaptığı gemiye
binmeyi reddedip yüksek bir dağda güvende olacağını söyleyerek ölüme tırmandıysa,
bizler de kıyametin kopacağı gün, kendi uyduruk güvenli bölgelerimizde
saklanarak hesap vermekten kurtulamayacağımızın bilincinde olmalıyız.
Hayattaki yolculuğumuzun imanlı, ahlâklı, şerefli, bilinçli, şevkli, azimli, kararlı, dirayetli, sağlam olması gayretini bizlere lütfetmesini Rabbimizden niyaz ederiz.