Kimlik(siz)lik meselesi

Hangi kişi ad ve soyadının yanlış yazılmasına göz yumar? Kim yaşadığı adresin farklı gösterilmesine razı olur? Kaç kişi mezun olduğu okuldan aldığı diplomanın bir başkasının adına düzenlenmesine rıza gösterir? Kimse! Kimliksizler hariç…

TÜRKİYE silkeleniyor. Üzerine yüz yıl öncesinde atılan ölü toprağı dökülüyor ve taze bir diriliş menkıbesi yazılmaya devam ediyor.

Evet, ortalık sütliman değil. Olmayacak da… Çünkü silah çıkalı, mertlik bozulalı çok oldu. Haçlı zihniyeti ise silahın soğuk ve kara yüzünden güç devşirdiğinden beridir, insanî değerlerden yoksun ama “insanlık adına” ibaresini maske yaparak mertlik yerine kalleşliği meslek edineli de öyle…  

Sömürme, köleleştirme, kendine mahkûm ve de gücüne muhtaç kılma ile böylece yegâne söz hakkı konumuna yükselme hedefini zengin kaynakları olan ülkeler üzerinden var eden Batı/l, insanî şartlar altında kaynak paylaşımına gitmek yerine “insanlık ve barış” tellallığı ile illegal yöntemlere başvurmakta hayli mahir.

Ancak Batı/l artık deşifre olan insancıllıklarının ardına saklanamıyor. Kendi ürettiği sanal sansasyon merkezleri aracılığı ile kendi boynuna doladığı ipin çapı her geçen gün daralıyor. O beyaz yüzleri hayâdan değil -pişmanlıktan hiç değil-, köşeye sıkışmışlığın harareti ile kızarıyor.

Biz artık biliyoruz ki, bir ülkede darbe olmuşsa, sokaklarda kaldırım taşları sökülüyor ve halk ayaklanıyorsa, mağazalar yağmalanıyor, anarşi ve saldırganlık almış başını gidiyorsa Batı/lın, “Sen misin kendin olup kendin kalmaya çalışan; vatan sınırlarını bize rağmen koruyan, kendi ayakları üzerinde var olmaya çalışan?” tehditkârlığı ile ihanet şebekeleri oluşturduğunu.

“İhanet şebekesi” demişken, ülkemiz içinde, erdemleri “dolar” endeksine bağlı, dolar arttıkça ihanet potansiyellerini pompalayan iktidara muhalif kimilerinden kısacık söz edelim…

Yapılan her icraata, tüm yatırımlara çelme takan haylaz çocuk konumundaki muhalefet, geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen “Türkiye’nin yabancı dillerdeki isim değişikliği”nden de hoşnut olmamış.

Aslında ne umur? Ancak, Ankara’nın sadece yazışmalar ile gerçekleştirdiği ve Birleşmiş Milletler’e, Avrupa Birliği’ne, NATO’ya “nota” verdiği bu gelişme bize çok şey söylüyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye, Türk halkının kültür, medeniyet ve değerlerinin en iyi temsili ve ifadesidir” şeklindeki değerlendirmesini anladıklarını ve anlayacaklarını umut etmediğimiz gibi, söz konusu girişimler ve sonra elde edilen gelişmelerin neliği hakkında da bir fikirleri olduğunu sanmıyoruz.

Nasıl sanalım ki? “Konya zengin bir ülkedir. Her açıdan bakıldığı zaman... Ama sorunları olan bir kentimiz aynı zamanda” şeklinde açıklama yapan ana muhalefet liderinin “ülke ve kent” tanımına bakınca beklentilerin yerde sürünüyor olması bizce çok normal.

“Beşerdir, şaşar; bu bir dil sürçmesi” diyenlere, yani “dolar” endeksinden körleşenlere “Âlimin fikri ne ise zikri odur” demekle yetinmeli.

Olsaydı, vatan sınırları, ülke kimliği, milletin geleceği ve her bir şehrin aziz Türk milletinin bir nüvesi konumunda olduğunu tanımlamakta da zorlanmazlardı. Her ne kadar AG ve efradı ile FETÖ’ye meyledenlerin çokluğu söz konusu olsa da Konya gibi gelişme standartlarını aşmış bir ilde “sorunlar” üzerinden argüman üretme çabası da ayrı bir terane.

(Tam burada ilgimi çeken bir detayı vermezsem olmayacak: Tüm belediye sitelerinde, belediye başkanlarının özgeçmişlerine bakıldığında, hangi siyâsî partiden seçime katıldığı ve seçildiği belirtilmişken, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay’ın özgeçmişinde temsil ettiği partinin yani “AK Parti” ifadesinin hiç yer almaması bence ilginç!)

***

Evet, Türkiye markalaşıyor. Türkiye silkeleniyor. 208 ülkenin bağlı olduğu Birleşmiş Milletler’e, İncil versiyonlu Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya “Turkey” (hindi) yerine “Türkiye” olarak kabul edilmesi sözünü söyleyen, isteyen ve gerçekleştiren, hakkı olanı talep edebilen dirayetli bir portre çiziyor.

Kimlik problemi yaşayanlar varsın zaman kaybı saysın Türk Devleti’nin “kimlik” gayretini. Erdemleri satılık olmayanlar bilir kıymetini.

Kimlik(siz)ler bilsinler ki, her insan teki, hangi ülkede yaşıyorsa, o coğrafyada gerek yasal şartlar, gerekse bireysel güvenlik bağlamında kimliğe ihtiyaç duyacaktır. Aynı zamanda kişiler, vatan aidiyeti ile özgürlüğü, millet olma bilinci ile güvenliği, din tercihi ile ahlâklanmayı, atalarından miras kültür ile biçimlenmeyi bir nevi garanti altına alacağından, var olduğu ve yaşadığı ülke kimliğini sahiplendiği nispette “bîtaraf-bertaraf” bir model olmaktan çıkacaktır.

Malûmunuz, yasalar gereği kimliksiz her birey, sair insanlar için bir tehdit oluşturur. Güvenlik birimleri kimlik sorduğunda gösteremiyorsanız, bir gecelik nezaret tecrübeniz olabilir.

Ehliyetsiz araba kullanıyorsanız, aracınız ve siz trafikten men edilebilirsiniz. Ülke sınırını pasaportsuz aşmışsanız, kaçak göçmen muamelesi görüp Haçlı zihniyetli bir görevli tarafından soyulabilir, dövülebilir, sınır dışı edilebilirsiniz.

Hâl böyle iken, kimliğinizle ilgili hassasiyetiniz bir tercih olmaktan çıkar ve zorunlu bir aidiyet ve makul bir sahip olma kabulüne dönüşür.

Basit mantıkla baktığımızda, hangi kişi ad ve soyadının yanlış yazılmasına göz yumar?

Kim yaşadığı adresin farklı gösterilmesine razı olur?

Kaç kişi mezun olduğu okuldan aldığı diplomanın bir başkasının adına düzenlenmesine rıza gösterir? Kimse! Kimliksizler hariç…

Her ne kadar bireysel açıdan “kimlik meselesi” şahsiyet anlamına gelmese de, sosyal konum ve güvenlik açısından bunun ehemmiyet arz ettiğini anlatmaya gerek bile yok.

Fakat basit yaklaşımlarla “kimliğin” neliğine bakınca, kimliksizliğin şahsiyetsizliğe zemin oluşturma ihtimâli aşikâr oluyor.

Tam burada kısaca bir gelişmeye daha temas etmek diliyorum…

“İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT) Zirve Dönem Başkanı sıfatıyla Türkiye’nin çağrısı üzerine, 22 Mart 2019’da İstanbul’da düzenlenen Dışişleri Bakanları düzeyindeki İİT Acil İcra Komitesi Toplantısında alınan kararların İslâm karşıtlığıyla mücadelede önemli bir referans noktası teşkil ettiği kaydedilen açıklamada, İİT’nin Dışişleri Bakanları Konseyinin (DBK) 2020’de aldığı kararla 15 Mart’ın İslamofobiyle Mücadele Uluslararası Günü olarak kabul edildiği kaydedildi” şeklindeki haberle Türk Devleti’nin sahici bir özgürlük, esaslı bir din anlayışı ve evrensel bir inanç kaygısı olduğuna şahit olmuştuk.

Bu iki gelişme, Türkiye’nin tüm dünyaya söyleyecek sözü, cesareti, yetkisi ve etkisi olduğunun altını çiziyor. Ölü toprağını üzerinden atan Türkiye, istediğini elde etme konumunda bir varlık sergiliyor. Bazıları için kabulü zor bu gelişmeler, vatanını, bayrağını, milletini ve devletini benimseyenler için büyük önem arz ediyor.

Ve bana, benim gibi düşünenlere, “Elhamdülillah, Müslümanım ve Türkiye’de özgür bir Türk’üm” dedirtiyor.