
TÜRKİYE silkeleniyor.
Üzerine yüz yıl öncesinde atılan ölü toprağı dökülüyor ve taze bir diriliş
menkıbesi yazılmaya devam ediyor.
Evet,
ortalık sütliman değil. Olmayacak da… Çünkü silah çıkalı, mertlik bozulalı çok
oldu. Haçlı zihniyeti ise silahın soğuk ve kara yüzünden güç devşirdiğinden
beridir, insanî değerlerden yoksun ama “insanlık adına” ibaresini maske yaparak
mertlik yerine kalleşliği meslek edineli de öyle…
Sömürme,
köleleştirme, kendine mahkûm ve de gücüne muhtaç kılma ile böylece yegâne söz
hakkı konumuna yükselme hedefini zengin kaynakları olan ülkeler üzerinden var
eden Batı/l, insanî şartlar altında kaynak paylaşımına gitmek yerine “insanlık
ve barış” tellallığı ile illegal yöntemlere başvurmakta hayli mahir.
Ancak
Batı/l artık deşifre olan insancıllıklarının ardına saklanamıyor. Kendi ürettiği
sanal sansasyon merkezleri aracılığı ile kendi boynuna doladığı ipin çapı her
geçen gün daralıyor. O beyaz yüzleri hayâdan değil -pişmanlıktan hiç değil-,
köşeye sıkışmışlığın harareti ile kızarıyor.
Biz
artık biliyoruz ki, bir ülkede darbe olmuşsa, sokaklarda kaldırım taşları
sökülüyor ve halk ayaklanıyorsa, mağazalar yağmalanıyor, anarşi ve saldırganlık
almış başını gidiyorsa Batı/lın, “Sen misin kendin olup kendin kalmaya çalışan;
vatan sınırlarını bize rağmen koruyan, kendi ayakları üzerinde var olmaya
çalışan?” tehditkârlığı ile ihanet şebekeleri oluşturduğunu.
“İhanet
şebekesi” demişken, ülkemiz içinde, erdemleri “dolar” endeksine bağlı, dolar
arttıkça ihanet potansiyellerini pompalayan iktidara muhalif kimilerinden
kısacık söz edelim…
Yapılan
her icraata, tüm yatırımlara çelme takan haylaz çocuk konumundaki muhalefet,
geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen “Türkiye’nin yabancı dillerdeki isim
değişikliği”nden de hoşnut olmamış.
Aslında
ne umur? Ancak, Ankara’nın sadece yazışmalar ile gerçekleştirdiği ve Birleşmiş
Milletler’e, Avrupa Birliği’ne, NATO’ya “nota” verdiği bu gelişme bize çok şey
söylüyor.
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye, Türk halkının kültür, medeniyet ve değerlerinin
en iyi temsili ve ifadesidir” şeklindeki değerlendirmesini anladıklarını ve
anlayacaklarını umut etmediğimiz gibi, söz konusu girişimler ve sonra elde
edilen gelişmelerin neliği hakkında da bir fikirleri olduğunu sanmıyoruz.
Nasıl
sanalım ki? “Konya zengin bir ülkedir. Her açıdan bakıldığı zaman... Ama
sorunları olan bir kentimiz aynı zamanda” şeklinde açıklama yapan ana muhalefet
liderinin “ülke ve kent” tanımına bakınca beklentilerin yerde sürünüyor olması
bizce çok normal.
“Beşerdir,
şaşar; bu bir dil sürçmesi” diyenlere, yani “dolar” endeksinden körleşenlere “Âlimin
fikri ne ise zikri odur” demekle yetinmeli.
Olsaydı,
vatan sınırları, ülke kimliği, milletin geleceği ve her bir şehrin aziz Türk
milletinin bir nüvesi konumunda olduğunu tanımlamakta da zorlanmazlardı. Her ne
kadar AG ve efradı ile FETÖ’ye meyledenlerin çokluğu söz konusu olsa da Konya
gibi gelişme standartlarını aşmış bir ilde “sorunlar” üzerinden argüman üretme
çabası da ayrı bir terane.
(Tam
burada ilgimi çeken bir detayı vermezsem olmayacak: Tüm belediye sitelerinde,
belediye başkanlarının özgeçmişlerine bakıldığında, hangi siyâsî partiden
seçime katıldığı ve seçildiği belirtilmişken, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı
Uğur İbrahim Altay’ın özgeçmişinde temsil ettiği partinin yani “AK Parti”
ifadesinin hiç yer almaması bence ilginç!)
***
Evet,
Türkiye markalaşıyor. Türkiye silkeleniyor. 208 ülkenin bağlı olduğu Birleşmiş
Milletler’e, İncil versiyonlu Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya “Turkey” (hindi)
yerine “Türkiye” olarak kabul edilmesi sözünü söyleyen, isteyen ve
gerçekleştiren, hakkı olanı talep edebilen dirayetli bir portre çiziyor.
Kimlik
problemi yaşayanlar varsın zaman kaybı saysın Türk Devleti’nin “kimlik”
gayretini. Erdemleri satılık olmayanlar bilir kıymetini.
Kimlik(siz)ler
bilsinler ki, her insan teki, hangi ülkede yaşıyorsa, o coğrafyada gerek yasal
şartlar, gerekse bireysel güvenlik bağlamında kimliğe ihtiyaç duyacaktır. Aynı
zamanda kişiler, vatan aidiyeti ile özgürlüğü, millet olma bilinci ile
güvenliği, din tercihi ile ahlâklanmayı, atalarından miras kültür ile
biçimlenmeyi bir nevi garanti altına alacağından, var olduğu ve yaşadığı ülke
kimliğini sahiplendiği nispette “bîtaraf-bertaraf” bir model olmaktan çıkacaktır.
Malûmunuz,
yasalar gereği kimliksiz her birey, sair insanlar için bir tehdit oluşturur.
Güvenlik birimleri kimlik sorduğunda gösteremiyorsanız, bir gecelik nezaret
tecrübeniz olabilir.
Ehliyetsiz
araba kullanıyorsanız, aracınız ve siz trafikten men edilebilirsiniz. Ülke
sınırını pasaportsuz aşmışsanız, kaçak göçmen muamelesi görüp Haçlı zihniyetli
bir görevli tarafından soyulabilir, dövülebilir, sınır dışı edilebilirsiniz.
Hâl
böyle iken, kimliğinizle ilgili hassasiyetiniz bir tercih olmaktan çıkar ve
zorunlu bir aidiyet ve makul bir sahip olma kabulüne dönüşür.
Basit
mantıkla baktığımızda, hangi kişi ad ve soyadının yanlış yazılmasına göz yumar?
Kim
yaşadığı adresin farklı gösterilmesine razı olur?
Kaç
kişi mezun olduğu okuldan aldığı diplomanın bir başkasının adına düzenlenmesine
rıza gösterir? Kimse! Kimliksizler hariç…
Her
ne kadar bireysel açıdan “kimlik meselesi” şahsiyet anlamına gelmese de, sosyal
konum ve güvenlik açısından bunun ehemmiyet arz ettiğini anlatmaya gerek bile
yok.
Fakat
basit yaklaşımlarla “kimliğin” neliğine bakınca, kimliksizliğin şahsiyetsizliğe
zemin oluşturma ihtimâli aşikâr oluyor.
Tam
burada kısaca bir gelişmeye daha temas etmek diliyorum…
“İslâm
İşbirliği Teşkilatı (İİT) Zirve Dönem Başkanı sıfatıyla Türkiye’nin çağrısı
üzerine, 22 Mart 2019’da İstanbul’da düzenlenen Dışişleri Bakanları düzeyindeki
İİT Acil İcra Komitesi Toplantısında alınan kararların İslâm karşıtlığıyla
mücadelede önemli bir referans noktası teşkil ettiği kaydedilen açıklamada,
İİT’nin Dışişleri Bakanları Konseyinin (DBK) 2020’de aldığı kararla 15 Mart’ın
İslamofobiyle Mücadele Uluslararası Günü olarak kabul edildiği kaydedildi” şeklindeki
haberle Türk Devleti’nin sahici bir özgürlük, esaslı bir din anlayışı ve
evrensel bir inanç kaygısı olduğuna şahit olmuştuk.
Bu
iki gelişme, Türkiye’nin tüm dünyaya söyleyecek sözü, cesareti, yetkisi ve
etkisi olduğunun altını çiziyor. Ölü toprağını üzerinden atan Türkiye,
istediğini elde etme konumunda bir varlık sergiliyor. Bazıları için kabulü zor
bu gelişmeler, vatanını, bayrağını, milletini ve devletini benimseyenler için
büyük önem arz ediyor.
Ve bana, benim gibi düşünenlere, “Elhamdülillah, Müslümanım ve Türkiye’de özgür bir Türk’üm” dedirtiyor.