Kimin ikinci olacağına karar vermek kolay mı?

Görüyor musunuz, oturmuş, “Seçimde muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı kim olsun?” diye kafa yoruyoruz. Hem de samîmiyetle… Şakaya falan vurmadan, ciddî ciddî... Hep Kemal Bey yüzünden! “Kara Murat benim!” deyip ortaya çıkıverse, Erdoğan karşısında kimin mağlûp olacağıyla bu kadar uğraşmazdık.

CUMHURBAŞKANI seçimine üç yıl var. Yuvarlak hesap, otuz altı ay demektir. Köşeli hesapla bin günden fazla…

Eskiden (80 öncesi) üç beş ayda bir hükûmetin değiştiği dönemde, bir Ecevit başa geçerdi, bir Demirel.

Demirel koltuğu kaptırdığı zaman tekrar oturmak için, “Bana yüz gün verin” derdi. Yüz gün…

Bir elinde şapka, bir elinde mikrofon, seçim otobüsünün üstünden sarkarak bağırır ve o süre içinde memleketi düze çıkaracağını haykırırdı.

Başarır mıydı?

Evet. Başbakan olmayı başarırdı. Vatandaş, yüz gün formülüne inanır, oy verirdi.

“Ülke düze çıkar mıydı?” derseniz, hayır! Hep yokuştaydık. Yokuşun yarısına bile gelemezdik. Yokuş çok dikti.

Gençlere târih öncesi gibi gelen dönemden bu örneği niye verdim?

Yüz günün bile propaganda malzemesi olarak başarıyla kullanılabildiği bu memlekette, önümüzde o sürenin on katı kadar zaman bulunmasına rağmen, Cumhurbaşkanlığı Seçimi ile ilgili tartışmaların başlamış olmasına dikkat çekmekti maksadım.

Herhâlde anlaşılmıştır. O hâlde geçelim. Geçip bakalım, analar ne yiğitler doğurmuş...

Siyâset yapmaktan maksat, ülke yönetimine tâlip olmaktır.

Spor olsun diye veya sanat icra etmek için siyâsete girilmez.

Partiler bunun için kurulur, siyâset adamları bunun için gece gündüz çalışır, ter dökerler.

En yüksek kapasiteli olanlar, birkaç hamlede diğerleri arasından sıyrılarak partisinin başına geçer.

Çünkü iddia sâhibidir.

Hayâlleri, plânları vardır. Kafası hep aynı konuyla meşguldür.

Attığı her adımda, aldığı her kararda o hayâllerin izi bulunur.

Eski dönemde icranın başı Başbakanlık koltuğu idi, şimdikindeyse Cumhurbaşkanlığı…

Normal şartlarda her parti aynı iddiaya sâhip olduğuna -veya olması gerektiğine- göre, mezkûr mâkâm için mevcût bütün parti liderleri doğal adaydır.

Öyle olmalıdır.

“Yoksa ne diye orada bulunuyorsun?” diye sorulması gerekir.

“Oyunda oynaşta mısın?” denmesi gerekir.

“Derdin ne?” diye de ekleyerek.

Soruluyor mu?

Pek sayılmaz.

Yüzde bir iki veya binde bir iki oy alan bir parti liderine de sorulur bu sorular, ülkenin en büyük ikinci parti liderine de.

Ona da “ana muhalefet lideri” diyoruz.

Bizim aslan ana muhalefet liderimiz bu soruları duymaz.

İktidara gelmek, ülkeyi yönetmek, hem de çok iyi yönetip düze çıkarmak gibi bir iddia sahibi olması gerekirken, sanki iddiasını sahibinden nokta kom’da ilân etmeden satıp kurtulmuştur.

O sebeple başka isimlerin adaylığı gündeme geliyor evvelce olduğu gibi...

Kemal Bey kendini ülke yönetmeye lâyık görmüyor olmalı ki başkalarını aday gösteriyor.

Üstelik nedense hep diğer kesimden oy alacağı düşünülen isimleri tercih ediyor.

Kendi partisinden değil, partisinin görüşünde olanlardan bile değil!

Ne kadar garip!

Ekmelettin Bey vardı, olmadı. Harcadılar o zarif adamı.

Önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül için çok çalışıldıysa da tam mutabakat sağlanamadığı için aday gösterilemedi.

Gül’ün adı yine dillerde…

“Olacak”, “Olmaz”, “Olabilir” ile biten cümleler kuruluyor.

Koskoca CHP, kendi içinden birini çıkaramıyor!

Doğrusu, elbette Genel Başkan Kemal Bey’in aday olmasıdır ama onda seçim fobisi oluşmuş gibi.

“Aday olurum, kazanamam” korkusu var sanki.

Kazanamayınca CHP Genel Başkanlığını da kaybetme ihtimâli rahatsız edici tabiî.

“Yenmiş de yenmiş, yenmiş de yenmiş” listesine bir tane daha “Yenmiş” eklenmesi, kime hoş görünebilir ki?

Korkulu rüya sebebi…

İşte bu yüzden Kemal Bey bir türlü aday olmaya yanaşmıyor!

Ama birileri derse ki, “Ötekileri boş ver, son dakikada kendin aday ol, yakışır”, o zaman durum değişebilir.

Şimdilik tablo bildiğimiz şekil…

Abdullah Gül ismi etrafında Genel Başkan, Grup Başkan Vekili, milletvekili seviyesinde olumlu-olumsuz birçok açıklama yapılırken, neredeyse her gün birkaç köşede bu konudan bahsedilirken, televizyon ve radyolarda programlara konu edilirken, öte yandan hiç ses yükselmiyor.

“Olurum”, “Olmam” diye bir açıklama yok.

“Benim adımı niye yıpratıyorsunuz?” diye çıkışmıyor hiç.

“Tartışırken ya da tartışmaya başlamadan önce bana sordunuz mu da sakız ettiniz?” de demiyor.

Abdullah Bey sanki duymuyor, görmüyor bu tartışmaları.

Garip bir durum!

Belki de, “Bakalım sonuç nereye varacak? Hele bir netîceye bakalım… Bir ihtimâl, tam mutabakat sağlanır” diyor, kim bilir?

Aslında tam mutabakat bile yeterli değildir.

Eski Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, garanti yoksa adım atmaz.

Kaybetme riski varsa girmez o işe.

Nitekim tam mutabakat dediğimiz şey, muhalefet içinde gerçekleşecek.

Muhalefet partilerinin, onun ismi üzerinde anlaşması da yeterli gelmeyebilir.

“Partinin başına Apo’yu da getirseler, benim oyum CHP’ye” diyen ufak bir kesim hâriç, çoğunluk Erdoğan’ın eski yol arkadaşlarından birinin aday gösterilmesine hiç de sıcak bakmıyor.

Bunu görmek için yurt çapında anket yapmak da şart değil. Gidin bir kahveye, üç beş kişiyle konuşun, yeter.

Konuşurken maske ve mesafeye dikkat etmek gerekir tabiî.

Gül olmazsa başka çiçekler var.

Erdoğan’ın eski yol arkadaşı bir tane değil ki…

Ali Babacan’ın ismi geçiyor… Ahmet Hoca var… Abdülatif Bey var…

Saymakla bitmez!

Her biri için kamuoyu yoklaması yapılabilir. Kimin şansı yüksekse, ver gazı gitsin.

Yeterince oy alamayacağı baştan belli olanla seçime girmek mantıklı değil ama hangi kesimden bahsettiğimizi akılda tutmak gerekir.

Önceki seçimler, yeterli tecrübedir.

O yüzden yedi göbek CHP’li bulunamıyorsa, başka türlüsü düşünülebilir.

Mehmet Bekaroğlu olur, İlhan Kesici olur…

“Başka türlüsü” gibi bir fikir doğduysa, onun da ilerisi vardır.

Meselâ…

Aslan gibi Uğur Dündar var.

Kaplan gibi Ertuğrul Özkök…

Neden olmasın?

Maksat Erdoğan karşısına bir aday çıkarmaksa, sevilen sayılan birini tercih etmek akıllıca bir davranış.

Güzel oy toplar bunlar seçmenden. Büyük kitleleri vardır. Yabana atmayın. Kemal Bey’den daha fazla sevenleri bulunur. İnanmayan ölçsün, ölçtürsün.

Basından olmazsa beyaz perdeden, tiyatro sahnesinden nice yiğitler çıkar.

Hepsinden anlayan biri olsun derseniz, Zülfü Bey var.

Yazı-çizi var Zülfü Bey’de, müzik var, sanatın neredeyse her dalı var, siyâset de mevcût. Leylim ley! Daha ne?

Kadın aday düşünülürse Meral Hanım biçilmiş kaftan.

Gayet şık durur.

Hem siyâsetçi, hem tecrübeli, hem istekli...

Daha ne diyeyim?

Görüyor musunuz, oturmuş, “Seçimde muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı kim olsun?” diye kafa yoruyoruz. Hem de samîmiyetle… Şakaya falan vurmadan, ciddî ciddî...

Hep Kemal Bey yüzünden!

“Kara Murat benim!” deyip ortaya çıkıverse, Erdoğan karşısında kimin mağlûp olacağıyla bu kadar uğraşmazdık.

Gerçi daha üç yıl var ama…

Beri yanda, “Memleket battı, bitti, mahvolduk” diyenlerin de iddiası, birkaç ay içinde seçim kararı alınacağı yönünde…

O nasıl batma, bitme, mahvolmaysa, aynı anda dört beş cephede devlerle boğuşuyoruz. Akdeniz’de, Karadeniz’de gemilerimiz tur atıyor. Her gün yeni ürettiğimiz modern, güçlü, teknolojik bir silahla tanışıyoruz.

Devlerin önümüze itekledikleri Yunanistan’a sormak lâzım batıp batmadığımızı…

*

Not: Dikkatinizi çekmiştir, Kemal Bey hakkında bizim gibi düşünen ve “Genel Başkanımız, Cumhurbaşkanlığı Seçiminde doğal aday olmalı” diye açıklamalarda bulunan, o olmazsa kendisinin en uygun aday olacağını ileri süren biri vardı. Partisinden daha fazla oy aldığını söyleyip durmasıyla da biliniyor…

Bu yazıda ondan bahsetmeyişimin sebebi, basının bir kısmını suçlaması ve “Meğer beni ne çok seviyorlarmış!” diye küçümsemeye kalkmasıdır… 

Kalın sağlıcakla, ince sollucakla… 

Bu tavrı yadırgadım. 

“Adaysan yahut aday olmak istiyorsan, hakkında bütün mecralarda yazılır çizilir. Bunu tepeden bakan bir tavırla ele alırsan, üstelik daha aday bile olmamışken böyle alaycı davranırsan, ayıp etmiş olursun! Senden incelik beklerdik. Başlamadan bitti bekleyiş. Yolun açık olsun” diyerek bitirelim. 

Ayrıca partisinin ona karşı bizden daha sert olduğunu da hatırlatmakta fayda var.