Kime göre gerçek?

Her istediği ânında verilen, anne ve babasını hizmetçisi, kölesi gibi gören, ebeveynine itaatsiz, “aile” kavramı kendisinde oluşmamış, bencil, şımarık, tembel, başkalarını istekleri için kullanan, empati kurmayan, faydacı, materyalist bakış açısıyla tek taraflı düşünen ve buna göre hareket eden, maddî bir çıkarı yoksa kesinlikle o işle ilgilenmeyen, her şeyi hakkı olarak gören, kişiliği gelişmemiş, küfürbaz, mânevî yönü gelişmemiş ve değer yoksunu evlâtlar yetiştirmek marifet değildir!

“Ben yaptım, oldu” (!)

ADINA “modern” denilen dünyada, neredeyse her gün yeni yeni hastalık çeşitleri ortaya çıkıyor. Kişiyi, çevresini ve toplumları en çok etkileyen, yıkıcılığı ilk etapta çok fark edilmeyen rahatsızlıklarsa psikolojik temelli olanları… “Peki, neden böyle oluyor?” dediğimizde ise öyle hemen, kolayca cevaplar veremiyoruz.

Psikolojik rahatsızlıkların nedenleri incelendiğinde; genetik tabanlı olanlar, biyokimyasal etkenler, endokrin nedenler, immünolojik etkenler ve kişilik özellikler gibi faktörler ilk sıralarda yer alıyor. Her yönüyle evrilen ve değişen dünyada bunun nedenleri saymakla bitmiyor. Bilinen bir gerçek var ki, ana sebeplerin hatırı sayılır bir kısmı, psikolojik tabanlı. Psikolojik tabanlı rahatsızlıklar ise fizyolojik rahatsızlıkları ciddî oranda tetikliyor.

İnsan psikolojisini olumsuz etkileyen faktörleri incelediğimizde, ilk sıraları olumsuz düşünceler, inançlar ve yargılar almaktadır. Bunun yanında, kabul görme ihtiyaçlarının karşılanmaması, inanç kayıpları, değer ve kültür dejenerasyonları bulunmaktadır. Toplumun her katmanında artarak çoğalan olumsuz düşünce, yargı ve yaklaşımlar, insanın iç dünyasında karmaşa oluşturarak olumsuzlukları körüklemektedir.

Bazı insanlar yapıları gereği, yaşadıkları olumsuz deneyimler veya kişilik özelliklerine bağlı olarak daha fazla karamsar bakış açısına sahiptir. Bu bakış açısı yerleşmiş kişiler, yaşadıkları olumsuz deneyimleri sürekli gündemde tutar ve asla unutmazlar. Yaşanan veya yaşanması muhtemel olayları olumsuz yargılarla değerlendirerek en istenmeyecek sonuçları düşünür ve ona göre tavır geliştirerek tepki verirler.

Olumsuz bakış açısıyla yaşayan kişilerin kendileri ve çevreleri ile sürekli çatışma içinde olduklarını, her şeyden şüphe duyduklarını, sürekli güvensizlik ve kaygı içinde yaşadıklarını görürüz. İşin daha da ilginç taraflarından biri de, negatif insanların, çevresinde bulunan kişilere de olumsuz bakış açılarını bir şekilde aşılamalarıdır. Bu kişiler eğitim, kültür, sanat ve edebiyat gibi alanlarda fazla üretken olamazlar. Olumsuz yaklaşımlar ve düşüncelerle sürekli birilerini veya bir yerleri suçlayarak yaşayan kişilerin, daha sonra bencillik, egoizm, faydacılık, megalomanlık, menfaatçilik gibi rahatsızlıkları yaşadıklarını görürüz. Bencilce yaklaşımların, konuşmaların, tavır ve eylemlerin örneklerini her yerde görür hâle geldik.

Son dönemlerde çoğunluğu olumsuz kişilerden sıkça duymaya başladığımız cümlelerden bazıları şöyle: “Bu hayat benim! Hayat benim, karar da benim”, “Ben yaparım”, “Yaptım ve oldu”, “Benim istediğim de buydu”, “Ben de tam bunu istiyordum; asıl olması gereken budur”, “Benim olsun, diğerleri umurumda değil!”, “Hayat benim hayatım, kimseyi ilgilendirmez”, “Yaşantımı sorgulamak kimsenin hâddine düşmez”, “Hayat benim hayatım, ben yoksam diğerleri umurumda değil”, “İstediğimi yaparım ve acımam!”, “Bir hayatım var benim; bir daha yaşayamayacağım, keyfimce yaşarım”, “Eğitimmiş, kültürmüş, sanatmış, geleceğe bir şeyler bırakmakmış… Çok da umurumda değil! Geçmiştekiler bana ne bıraktı ki?”, “Hâlâ çalışmam gerekiyor. Söke söke almazsam aç kalırım”, “İyiyi ve kaliteliyi isteme hakkım var. Be ben, en iyilerine lâyığım”…

Bu cümleleri gencinden yaşlısına her yerde duyar olduk. Kültürel, geleneksel, toplumsal ve inanç değerlerine tamamen ters olan bu tür düşünce sahiplerini destekleyen konuşmalarsa şöyle: “Harikasın!”, “Bravo, seni kutluyorum!”, “Başarı budur. Amacını belirledin. Önündeki bütün engelleri aştın, hepsini birer birer yok ettin!”, “Sen bir tanesin! Senden başka ikinci bir sen yok”, “Dünyaya bir defa geldiysen, dünya nimetlerini elde edeceksin”, “Zaten başka yok ve sen yaptın!”, “Acımayacaksın! Acırsan, acınacak duruma düşersin”, “Söke söke almak gerek ve sen bunu başardın”, “İstediklerine ulaştın, işte başarı budur!”…

Söyleniş şekillerine bakılınca, bu cümleler ilk etapta çok doğru ve yerli yerinde gibi görünebilir. Peki, “Sen yaptın, oldu” da, istediklerine ulaştığında, senin yaptığın kime göre “oldu”? Sonuç tek taraflı, başkalarını tamamen dışlayan, salt menfaate dayalı ise, durum daha da vahim bir hâl almıştır. Mantıklı düşünüldüğünde bu fikir ve fiillerin ne kadar basit, yüzeysel, bencil, kolaycı ve hastalıklı bir yaklaşım olduğunu görürüz. Maalesef olumsuz düşünceler, eylemler ve güdülemeler (kasıtlı mı yapılıyor, bilemiyorum) tüm dünyada fazlasıyla yaygınlaştı. Bu da aklıselim düşünmesi gereken ebeveynleri, hattâ eğitimcileri dahi etkisi altına almış durumda.

Değer yoksunu evlâtlar yetiştirmek mi?

“Eğitimde verimlilik, anne-baba tutumlarının çocuklar üzerindeki etkileri” konulu bir söyleşiden sonra (konuşmasının sonunda eğitim camiasının bir neferi olduğunu öğrendiğim) bir veli, yanıma gelerek, zihnindeki bakış açısını aralıksız sıralamaya başladı. Öyle bir konuşma yaptı ki, cümleler karşısında herhangi bir tepki vermemi bırakalım, şaşkınlığımı dahi belirtmeme fırsat vermedi. Sorularına cevap bulma kaygısı dahi yoktu. Neredeyse her cümlesinden sonra, “Öyle değil mi?”, “Haklıyım, değil mi?”, “Sen de hak verirsin”, “Evrensel düşünüyorum”, “İşte asıl böyle olmalı”, “Gerçekleri görmeliyiz” türünden onaylama cümleleri ile haklılığını onaylatma çabası ise ayrı bir durumdu.

Cümleleri aynen şu şekilde idi:

“Hocam, çocuklarımızı yetiştirmemiz yönünde çok yönlü çalışmalar yapıyorsunuz. Onları hayata hazırlama adına güzel şeyler söylüyorsunuz ama hayat hiç de tozpembe değil. Gerçekleri görmemiz lâzım. Hayatın gerçekleri hiç de söylediğiniz gibi değil. Dünya değişiyor ve değişen dünyada ayakları üzerine durmak, hayatta kalmak, varlığı sürdürmek hiç de kolay değil.

Ben öncelikle ve yalnızca kendimi, çocuğumu, ailemi düşünmek mecburiyetindeyim. Haksız mıyım? Var olmak için, başarılı olmak için, güçlü olmak, güç kaynaklarına yakın durmak gerek değil mi? Menfaati düşünmek gerek. Ezilmemek için ezmek gerek. Yok olmamak için, gerektiğinde karşımızdakinin yok olması gerek. Bak, Amerika da öyle değil mi? Halkını koruyor. Benim canım yanacağına, diğerlerinin canı yansın!

Aslında kimsenin canı yansın istemem fakat gerçekler hep can yakıyor. Canının yanmaması için can yakacaksın. Bak, İsrail kendi insanı için Filistinlilere acıyor mu? Amerika, Usame Bin Ladin için Afganistan’ın altını üstüne getirmedi m? Ülkesi için, insanlarını rahat yaşatmak için, çok para için tüm dünyayı hallaç pamuğu gibi atmıyor mu? Bir şeyler başarmak için bencil olmamız gerekmiyor mu? Ben ve çocuğum acı çekeceğine, bırak, başkaları acı çeksin, haksız mıyım? İngiltere tüm dünyayı sömürüyor, neden? Çünkü kendi insanının refahını düşünüyor. Rusya hiç acıdı mı?

Bakın çevrenize, lüks içinde yaşayanlar var. Bizim de lüks içinde yaşama hakkımız yok mu? Büyük evlerde oturmak, lüks arabalara binmek için hakkımızı almamız gerekmiyor mu? Onlara helâl, serbest de bize gelince haram ve yasak mı?

Bunlar hayatın gerçekleri, bizler hayatın gerçeklerini göz ardı edemeyiz. Etmemeliyiz. Bunlar bizim de hakkımız. Gerçekleri çocuğuma, çocuklarımıza söylemek ve göstermek mecburiyetindeyiz. Aksi durumda, hayatın acıtan gerçekleri karşısında güçlü olması gerekirken pasif olan çocuğum ve diğer çocuklar, hakkı olanı alamadığı için basit ve ezik bir hayat yaşayacak.

Ben bu gerçekleri görmezlikten gelemem. İstiyorum ki, çocuğum ve öğrencilerim kendi geleceği için, başarılı olmak için ne yapmaları gerekiyorsa yapmalı olsun. Bunu tüm öğrencilerime de sürekli söylüyorum: ‘Tuttuğunuzu koparacaksınız. Eğer siz tuttuğunuzu kopartmazsanız, sizi kopartırlar.’”

Soru sormak amacıyla yanıma gelen hanımefendinin heyecanlı, hırslı ve bir şeylere çok kızgın olduğu her hâlinden belli oluyordu. Kendince öyle dolu ve haklıydı ki, benim konuşmama, soru sormama dahi fırsat vermedi. Öyle cümleler söyledi ki hangi birine cevap vereceğimi şaşırdım kaldım. Kafamda yüzlerce soru peş peşe sıralandı ama böyle düşünen biri karşısında hangi soruyu sorabilirdim ki?

Bunları sıralayan bir anneydi. Böyle düşünen ve hayatını benzeri düşüncelerle plânlayıp programlamış ve yetmemiş, düşüncelerini eyleme geçirmiş, düşüncelerinin doğruluğuna inanmış biri karşısında bir şeyler yapılamayacağını çok iyi biliyorum. Bu yüzden uzun uzun konuşmak ve bir şeyler anlatarak ikna etmeye çalışmak yerine, yakında çıkacak “Çocuğunuzla Yetişin” isimli kitabımı ve bu alanda yayınlanmış olan kitapları okumasını tavsiye ederek konuyu bir şekilde bağlamaya çalıştım.

Tam yeri gelmişken, ailelere yönelik olarak düzenlediğim seminerlerimde kullandığım bir sözü burada belirtmek istiyorum: “Bazı anne ve babalar, ‘Benim evlâdım hâkim/mühendis/doktor olacak’ diyorlar. Ben de diyorum ki, ‘Tamam, senin evlâdın hâkim/doktor/mühendis olacak da adam/insan olabilecek mi?’.”

Anne ve babalar! Evlâtlarımız, bizlerin geleceğidir. Onları hayata güçlü bireyler olarak hazırlamak istiyorsak, cam fanuslardan çıkartmak mecburiyetindeyiz.

Her istediği ânında verilen, anne ve babasını hizmetçisi, kölesi gibi gören, ebeveynine itaatsiz, “aile” kavramı kendisinde oluşmamış, bencil, şımarık, tembel, başkalarını istekleri için kullanan, empati kurmayan, faydacı, materyalist bakış açısıyla tek taraflı düşünen ve buna göre hareket eden, maddî bir çıkarı yoksa kesinlikle o işle ilgilenmeyen, her şeyi hakkı olarak gören, kişiliği gelişmemiş, küfürbaz, mânevî yönü gelişmemiş ve değer yoksunu evlâtlar yetiştirmek marifet değildir!

Bu türden insanlar toplum için değer değil, sıkıntı üreten bireyler, hattâ kambur olarak yaşarlar. Bizlerin önceliği farklı oldu, daima farklı olacaktır. Değerleri oluşmamış, oturmuş inancı ve yaşamının bir gayesi olmayan kişiler, dünyanın en ünlü üniversitelerini yüksek puanlarla bitirseler de bu derecelerin hiçbir kıymeti yoktur.

Unutmamak gerekir ki, çocukları ve gençleri yetiştiren, bu hâle getiren, yetişkin bireylerdir.

Bencilce ve salt madde temelli yaklaşımlardan uzaklaşarak, çocuklarımıza daha insanî değerleri vererek, güçlü bireyler olarak yetiştirmenin yol ve yöntemlerini bulmak, kullanmak durumundayız. Aksi takdirde, olumsuz düşüncelerle dolu, sıkıntılı, mutsuz, inanç ve değerlerden uzaklaşmış, gelenek ve göreneklerden mahrum bir gençlik yetiştirerek topluma katmış oluruz. Ne düşünürsek düşünelim, farklılıkları ve zorlukları yaşadıkça, her durum ve sonuç karşısında hayat, bize her an yeni şeyler öğretecek. Her gün ve dönemde, olaylara ve yaşantılara karşı bakışımız değişecek. Eğitim, bilgi ve tecrübe arttıkça, farklı olaylar yaşadıkça, mâkâmlara, olaylara, kişilere ve düşüncelere yüklediğimiz anlamlar ve bizlerdeki karşılıkları değişecek. Ulaşılmaz olanların çok basit ve değersiz olduğunu, basit ve değersiz olarak gördüklerimizin ise çok daha ulvî olduğunu göreceğiz.

Madde ve mânâ bir bütündür

Eğitime daha çok zaman ayırmak, bir alanda uzman olmak ve çok alanda bilgi sahibi olmak, iç dünyamızı güzelleştirecektir. Kültür ve edebiyat alanında çalışmalar yapmak, müzik gibi alanlarda bir şeylerle meşgul olmak da rûhumuzu imar edecektir. Sanat ve estetik yönü geliştirecek çalışmalar yapmak, inanç, felsefe ve diğer rûhu dinginleştirecek türden alanlarla ilgilenmenin insanı geliştirdiği gerçeğini unutmamak gerekir.

Saatimiz çok pahalı da olsa, işlev olarak ucuz bir saatle aynı sonuçları gösterir. İnsana değer katacak olan, eşya veya marka kıyafetler değil, değerleri, yaşam biçimi ve beyni içindeki bilgidir. Bunun için markadan çok, işlev ve amaçlar doğrultusunda gerçekçi, tutarlı ve yararlı yönde gelişecek çalışmalar yapmak her zaman kazandırır.

Mutluluk ve huzur, maddede değil, mânâdadır. Mutluluk inançta, değerlerde, insanî değerlerle çoğalan güzelliklerin yaşandığı ortamlardadır. Salt fizyolojik yönden değil, zihinsel, bedensel, duygusal ve psikolojik boyutları ile bütünsel olarak ele alınması gereken sağlık ise, mutluluğun temelidir. Sağlıklı düşünmenin hayatı anlamlı kıldığını, sağlıklı düşünen insanların daha sağlıklı olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Olumsuz düşünce ve güdülemelerle kapanmış fikir ufkumuzu açma yönünde daha çok gayret etmek durumundayız. Negatif düşünce ve konuşmaların bulunduğu ortam ve kişilerden uzaklaşmaksa en güzel çözümlerdendir.

Aşırı hırsın, kin ve nefretin insan benliğini uyuşturduğu, düşünme ve üretme melekelerini durdurduğunu, her canlı gibi kaçınılmaz sonun her an gelebileceğini bilmeli ve dünyada hoş bir sedâ bırakabilmenin gayreti içinde olmalıyız.

Bilim ve kültür düzeyi yüksek, ileri olduğu bilinen, zengin ve refah düzeyi daha fazla olan ülke insanlarının davranışları üzerine yapılan çalışmalar incelendiğinde, o toplum bireylerinin büyük bir çoğunluğunun şu maddelere kalben inandığını ve bir ödev olarak değerlendirerek uyguladıklarını görüyoruz: Dürüstlük, sorumluluk bilinci, kanun ve kurallara saygı, temel ahlâkî kurallara uyumluluk, başkalarının hakkına saygı, adil olmak ve adil davranmak, saygı temelli yaşamak, plânlı ve düzenli çalışmak, insan ilişkilerindeki düzey, iletişim kalitesi, çalışkanlık, okumaya istekli olmak, araştırmacı olmak, öğrenmeye açık ve sürekli öğrenen olmak, bilgiyi ezberlemek yerine içselleştirmek, tasarruf ve yatırıma inanç, irade ve özgüven, dakik olmak ve zamanı verimli kullanmak, verilen söze sadâkat…

Sürekli eleştiren, iş değil de lâf üreten, negatif düşünen, kin ve nefret söylemleri ile yaşayan, yanlı düşüncelerini dayatan kişi ve ortamlardan uzaklaşarak daha çok düşünmek ve üretmek durumundayız. Var olmak, varlığı hissetmek ve eser bırakmak için inançlı, amaçlı, plânlı, düzenli, kararlı ve en çok da çalışkan olmalıyız.