Kim uyudu, kim uyanık?

Türkiye bir ayağına Akdeniz’i, bir ayağına da Karadeniz’i bağlayıp Libya’ya geçmesini bilmiştir. Yarın bazı haris devler bize soracaklar “Libya’ya nasıl geçtin?” diye, biz de Kanal İstanbul’u gösterip, “Akdeniz’i ayağınıza, Karadeniz’i boğazınıza bağlayıp Kanal’a girin” diyeceğiz. Sonrası malûm…

ANADOLU’DA pek çok varyantı olan bir masal vardır: Çilpara...

Varyantlara bağlı olarak pek çok ismi olan bu masalı, bendeniz çocukluğumda yine “Çilpara” adıyla rahmetli babaannemden dinlemiştim.

Bu masalın en önemli epizodunu oluşturan sahne, şu şekilde başlar:

Kırlarda oyuna daldıkları için akşam olduğunu fark etmeyen ve dönüşte yollarını kaybeden Çilpara ve arkadaşları, yollarının üzerinde iki ev görürler. Bu evlerden birinden ışık gelmekte ve diğerinden de duman tütmektedir. Bu manzara üzerine çocuklar kendi aralarında hangi evin kapısını çalmanın daha doğru olacağı üzerinde konuşurlar ve “Işık gelen evde ne yapalım, duman tüten eve gidelim! Açız, belki o evde yemek pişiyordur” diyerek duman tüten eve gitmeye karar verirler.

Ne var ki, burası bir dev karısının evidir ve dev, ocaktaki koca kazanda insan eti kaynatmaktadır. Çocuklar devin kapısını çalınca, kapıyı açan dev, karşısında tazecik çocukları görür ve büyük bir sevinçle, “Gelişin yavrularım gelişin, arpa buğday bölüşün, kingir kingir gülüşün!”  teraneleriyle çocukları kucaklar, sever, öper, yedirir, içirir ve yatırır.

Devin asıl yüzü de bu yatırma olayından sonra ortaya çıkar. Devin çocukları yemesi için, hepsinin derin bir uykuda olması gerekmektedir. Çocukları yatırdıktan sonra bir müddet onların derin uykuya geçmesini bekleyen dev, uyuduklarından emin olduktan sonra hemen dişlerini bilemeye gider.

Dişlerini iyice bileyen dev, çocukların yattığı odanın önüne gelir ve  “Kim uyudu, kim uyanık?” diye seslenir.  

Çocuklardan bir ses gelmez, ancak devin hareketlerinden kuşkulanan Çilpara, her ihtimâle karşı uyumamıştır. “Ebe, eller uyudu da ben uyanık!” diye cevap verir.

***

Bu masal sahnesinden murâdım, sözü günümüzdeki cârî duruma getirmektir.

Malûm, Covid-19 salgını nedeniyle bütün dünya masaldaki çocuklar gibi yolunu şaşırmış bir hâlde, karanlıkta yol alma ve çalacak bir kapı arama peşindedir.

Ne var ki, dünya düne göre daha güvensiz ve tekin olmayan bir yer hâline geldi. Birileri masaldaki çocuklara benzeyen dünya ülkelerini, karanlıkta yol almaya ve kendi kapılarını çalmaya zorluyor. Ne var ki, bu netameli yolculuğun güzergâhları devlerin evlerine çıkıyor.

Ülkelerin bu salgının ekonomik yükünü kaldırması oldukça zor. Bir müddet sonra nakit paraya ihtiyaç duyacaklar ve IMF denen haris devin kapısını çalmak zorunda kalacaklar. IMF, devâsa kazanlarda insan emeği ve alın teri pişiren doymak bilmez obur bir devdir. Kapısını çalacak olanlara tıpkı masaldaki dev gibi “Gelişin yavrularım gelişin, doluşun yavrularım doluşun” demek üzere beklemektedir.

Türkiye bu süreçte Çilpara gibi hep uyanık olmak zorundadır. Bakıyorum da birileri, Türkiye’yi IMF kapısına itmek için taklalar atıyor. IMF ise şirinlikler ederek bize zeytin dalları uzatmakta ve güvercinler uçurmaktadır. Tâ ki hânesine girelim de yıllardır bize  bilediği dişlerine lokma olalım…

Ama Türkiye farkında ve “Kim uyudu, kim uyanık?” hitabına, “Eller uyudu da ben uyanık!” cevabını veriyor.

***

Evet, dünya salgın karanlığında yol almakta ve önlerine çıkacak iki eve yaklaşmaktadır: Biri ABD, biri Çin... Yarın hangisinin kapısını çalsanız, aynı yapmacık sevinçle gözleri parlayarak, “Gelişin yavrularım gelişin, doluşun yavrularım doluşun” diyecek ama uyur uyumaz bileyli dişlerini geçirmek üzere aletta hazır bekleyecekler.

Şükür, bu tezgâha karşı da “Eller uyudu da ben uyanık!” diyecek bir ferâsetimiz var. Zira Peygamberler Serdârı buyurmuştur: “Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz.”

Geçmişte çok ısırıldık ancak yeni Türkiye bu hadîsin ne anlama geldiğini çok acı tecrübelerle gayet iyi biliyor.

Dünyanın karanlıkta yol almasının ve devin hânesinde sahte güvene kanarak uyumasının bir önemi yok, yeter ki biz uyanık kalalım!

Birileri yarın yine Suriye’de “Kim uyudu, kim uyanık?” diye soracak. Birileri aynı soruyu Akdeniz için, birileri de Libya için soracak. Ama her defasında aynı cevapla karşılaşacaklar: “Eller uyudu, biz uyanık!”

***

Görmesini bilenlere her kriz bir fırsat, her dert bir derman ile gelir. Bu salgın sonrası Avrupa artık Akdeniz’de bizimle asla aşık atamayacak bir hâle gelecek, belki birliği feshedecek ve bizi Yunan-Rum ikilisiyle baş başa bırakacaktır. Zaten Yunan korkudan sirtaki oynamaya başladı bile…

Her şey dursun ama sağlık ve savunma harcamaları asla durmasın, uyanık olmaya devam!

Herkes can derdinde iken Libya’da lojistiği yara alan Hafter’i bir SİHA filosuyla bir gece ansızın bitirmek için uyanık olmaya devam!

İki elimiz kızıl kanda bile olsa hava savunma sistemlerini son hızla kurmaya devam!

Salgın sonrası tarım ve gıda, yeni bir silah olarak ortaya çıkacaktır; toprağa ve tarım alanlarına yerli ve millî bir gözle bakmaya devam! Sancağımız buradan da yükselmeye kadirdir çok şükür...

***

Gelelim masalın sonuna:

Çilpara uyanıklığı sayesinde devin kendilerini yeme plânlarını bozarak hem kendisini, hem de arkadaşlarını kurtarır. Ancak dev peşindedir. Devin kendisini yakalamasından iki kez kurtulan Çilpara, devin üçüncü saldırısını atlatmayı da başarır. Dev tam kendisini yakalayacakken elindeki su kabını yere atan Çilpara, her tarafın bu su ile deryâ deniz kesilmesi sayesinde kurtulur.

Çilpara karşı sahilde, dev bu sahilde kalır. Çilpara’yı yakalamak hırsıyla aklı başından giden dev, “Çilpara, karşıya nasıl geçtin?” diye sorar. Çilpara da, “Ak taşı ayağıma, kara taşı boğazıma bağlayıp geçtim” der. Dev, ak taşı ayağına, kara taşı boğazına bağlayıp karşıya geçmeye çalışınca suda boğulur ve her şeyi Çilpara’ya kalır.

***

Efendim, Türkiye bir ayağına Akdeniz’i, bir ayağına da Karadeniz’i bağlayıp Libya’ya geçmesini bilmiştir. Yarın bazı haris devler bize soracaklar “Libya’ya nasıl geçtin?” diye, biz de Kanal İstanbul’u gösterip, “Akdeniz’i ayağınıza, Karadeniz’i boğazınıza bağlayıp Kanal’a girin” diyeceğiz. Sonrası malûm… Dev ve işbirlikçileri kanala batıp kalacaklar.

Vesselâm…