SEMPATİK tarzı ve samîmi üslûbuyla
Dîvan edebiyatımızı ve şiirlerimizi milletimize okuyan, anlatan ve hatırlatan
Üstad Hayati İnanç ağabeyin şöyle bir sohbetini dinledim:
“Yoksa bizi
Osmanlı mı işgal etmişti? Yunan, İngiliz, Fransız hepsiyle barışığız ama bir
tek Osmanlı’yla kavgalıyız.”
Üstad
ironi yapıyor ve tersten okuyarak bir garipliğe dikkat çekiyor!
Olan
olmuş, savaş bitmiş, zamanın ve şartların gereği dost da olmuşuz, müttefik de.
Ancak Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Osmanlı Devleti’ni yıkan İstanbul,
İzmir ve Anadolu’nun birçok yerini işgal eden tüm devletlerle zaman içinde dost
ve hattâ müttefik olundu ama kendi kendimizle birileri hâlâ barışamadı.
Sanki
biz onlarla savaşmadık ve bize saldıranlar, hattâ devletimizi yıkan ve Anadolu’yu
işgal edenler onlar değilmiş gibi bir hâl bazılarında. Haydi siyaset ve
imzalanan barış anlaşmaları gereği yahut da yeni savaş türü tehditler nedeniyle
devlet aklı işledi ve sözde dost olduk, ancak dost olmaktan da öte bir
hayranlık ve eziklik psikolojisinin yanında bir ön kabullenişle onları model
alanlarımız da oldu.
Bir
de baktık ki, zamanla onlar gibi giyinmeye, yaşamaya başladık… Hâlâ onlara
şirin görünüp geçmişimize küfretmeye kalkanlar var.
Çelişkiye
bakar mısınız, sanki Türkiye’yi düne kadar işgal edenler İngiliz, Fransız yahut
Rus değilmiş de Osmanlı’ymış gibi bir anlayış var bunlarda. İşte onlar, bugün
bile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’mizi sanki İngiliz, Fransız ve Rusların
sayesinde âdeta Osmanlı işgalinden kurtararak kurmuşuz gibi bir duyguyla
geçmişimize saldırmaya devam ediyorlar.
Bugünlerde
Ayasofya’dan Kıbrıs’a, Libya’dan Suriye’ye, Filistin’den Arabistan’a, Sudan’dan
Kosova’ya kadar çeşitli konularda Osmanlı ve Türk düşmanlığı ile konuşan/konuşturulan
bazı kukla yöneticilere Türkiye karşıtlığı yaptırıyorlar.
Libya’da
küresel terör organizasyonuna dönüşen Hafter’e bağlı bazı sözcüler, “Yeniden Osmanlı işgali istemiyoruz” diyerek,
kendilerine efendi olarak seçtikleri devletleri yanlarına alıp Türkiye’ye karşı
tavır alıyorlar.
İronik
ve trajik olan şu ki; “Türkleri istemiyoruz” diyenlerin tamamı, son yüzyılda
bize karşı savundukları devletler tarafından işgal ve sömürü altındalar!
Bize
karşı Fransızca ve İngilizce konuşarak hakaret edenler, kendi değerlerinden ve
dillerinden bile uzak kalmışlar. Hâlbuki son yüz yıldır Güney Asya, Doğu Asya,
Mezopotamya ve Afrika’da Osmanlı’nın olmadığı bu bölgelerdeki birçok devlet ve
topluma yaşatılan sömürü, işgal, soykırım, aşağılama ve tecavüzün daha sonu
gelmemişken, hâlen Fransız, İngiliz, Rus, Amerikan ya da İtalyan sevdâsı/sempatisi
söz konusu topraklarda mevcût âdeta…
Osmanlı
düşmanlığı üzerine kurulu ezik ruhlu sultalar
Orada
devşirilmiş, yetiştirilmiş, köleliği ve kedisine verilen unvanları halkına ve
ülkesine ihanet etme karşılığında kabul etmiş ezik ruhlu sözde yöneticilerin ve
onlara bağlı küçük bir zümrenin iktidarda kalma argümanı olmuş Osmanlı düşmanlığı.
Türkiye’de
bile yıllarca sistematik bir şekilde geçmişi reddeden bir anlayışın, eskiden
gelen her değeri ve her eseri küçümseyen, hattâ arşivlerini bile Bulgaristan’a
vagon vagon satan, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki eski eserleri sırf
Osmanlı döneminden kalmasından dolayı atmaya kalkışan sözde rektör ve paşaların
milletimize ve geçmişimize düşmanlık yapmasına maruz kaldık.
Sanki
Osmanlı işgalinden kurtulan bir ülkeymişiz ve kökü olmayan bir millet ve devletmişiz
gibi davrandılar.
İşte
bize bu muameleyi yapanlarla bugün Ayasofya’nın cami olmasına karşı çıkanlar, “Libya’da, Akdeniz’de ne işiniz var?”
diyenler, Kıbrıs’ta Türkiye’yi işgalci görenler, 900 kilometrelik sınır
hattındaki terör tehdidi varken ve 4 buçuk milyon Suriyeli Türkiye’deyken “Neden Suriye ile uğraşıyoruz?” diyenler,
PKK’nın kamp kurduğu Kandil ve Sincar’daki operasyonlarımızdan rahatsız olanlar
hep aynı insanlar!
“Zulüm 1453’te
başladı”
diyerek, kendi vatanımızda bizi işgalci görerek, sinsice Devletimizi elimizden
almaya kalkan işgalcilermiş meğer bunlar! Bizden görünüp de geçmişimizi
reddeden bir işgalci anlayışın temsilcisi ve Devleti ele geçirmek için her yola
başvuran bir millet düşmanıymış bunlar!
Bu
zihniyetin izlerinden kurtulmak için her gün yeni kararlar çıkıyor…
Meselâ
24 Haziran 2020 tarihli TBMM özel kararı ile 27 Mayıs 1960 Darbesi ile Yassıada’da
yapılan zulmün ve haksız yargılamaların sonuçları ortadan kaldırıldı. Yine aynı
hafta içinde 28 Şubat Dâvâsı’nın mahkeme kararı Yargıtay’da onandı ve suçluları
müebbet hapse mahkûm edildi. Daha önceki yıllarda 12 Eylül darbecilerine
yönelik dâvâ sonuçlanmış, Kenan Evren ve bazı isimler için mahkemeden ceza
kararları çıkmıştı.
17-25
Aralık Kumpas Dâvâsı ve 15 Temmuz Çatı Dâvâsı’nda da hızla yargılamalar yapıldı
ve bazı dosyalar karara bağlandı, cezalar kesinleşti.
Hâlen
devam eden birçok dâvâ ve soruşturma mevcût. 7 Şubat MİT Krizi Dâvâsı da hâlen görülmeye
devam ediyor.
Demek
istediğim şu ki, bu işgal durumu öyle üç beş kişinin ihaneti kadar basit bir
mesele değildir. “FETÖ” diye tanımlanan ama aslında FETÖ’yü de içine alan bir aklın
devlet ve siyaset başta olmak üzere ticaret ve STK’lar da dâhil tüm sivil ve
resmî alanları ele geçirme çabasına karşı mücadele ediliyor.
Bu
mücadele, başı ve sonu olmayan, zihinlerde devam edecek ve bitmeyecek bir
bağımsızlık savaşı olarak devam edecek. Bu mücadele uzun yıllar boyu geniş bir çerçevede
kadrolaşan, eğitilerek kariyer edindirilen, yurtdışı ve yurtiçinde birçok unvan
verilerek kendilerini Sisi, Esed ve Makarios çizgisinde görenlere karşıdır.
Bu
hâldekilerin maalesef tedavi edilebilir bir yanları kalmamıştır. Bu zihniyetteki
tüm kadroların ve isimlerin tek tek ayıklanması, zaman içinde tasfiye edilerek tüm
kadroların yerlileştirilmesi zarureti vardır!
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’mizin ve geçmiş tüm diğer devletlerimizin, geçmiş
başarılarımızın, medeniyet çizgimizin ve kahraman milletimizin onurlu
yürüyüşünün ve kazanımlarının kalıcı hâle gelmesi için yerlileşme hususunda
taviz verilmemelidir. Aksi hâlde Mavi Vatan sınırlarımız ve tüm vatan
topraklarımıza göz dikecekler. Aynı zamanda Irak (kuzeyi), Suriye ve Libya gibi
mücadele alanlarımızda başardıklarımızın hepsi ve tüm stratejik kazanımlarımız
birkaç teslimiyetçi figüranın elinde çarçur edilecektir.
Tüm
millî kurumlarımız, savunma sanayii şirketlerimiz ve ülkemizin başarısını
temsil eden tüm kuruluş ve sektörlerimiz, millî ve bağımsızlıkçı anlayışla
Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine güç veren ve milletimizin geleceğini teminat
altına almak için yapılan tüm gayretler öksüz kalabilir. Millî ve bağımsızlıkçı
anlayışın geçmişiyle barışık, milletini seven, devletine sâdık kadroları ile
muhakkak her kurumda ve her kademede dönüştürücü bir etki göstermesi gerekir.
Üstad
Necip Fazıl Kısakürek’in ünlü “Sakarya Türküsü” adlı şiirinde çarpıcı bir
şekilde dile getirdiği gibi, “öz yurdumuzda garip, öz vatanımızda parya” değiliz. Kimse milletimize “işgalci” diyemez!
Ayrıca diğer Osmanlı coğrafyasındaki tüm milletlere, kendi vatanlarında
işgalci ve parya muamelesi çekilemez.
Sakarya Türküsü’ndeki çağrıya uyarak ayağa kalkmış ve doğrulmakta
olan bir coğrafya var!