2004 sonrasında Türkiye’yi 1993’e benzer bir döneme sokmak istemişlerdi.
PKK terörünün yanına, ismini “Ergenekon” koydukları Gladyotik bir yapı malzemesinin tetikçilerinin işlettiği cinayetler eklenmişti.
Kilise saldırıları, sinagog saldırılar, Rahip Santoro cinayeti, Hrant Dink suikastı derken birileri ellerini kollarını sallaya sallaya Türkiye’yi dizayn etmeye çalışıyordu.
HSBC Bank’ın genel idare merkezine yapılan saldırıyla bu şer niyetli hâdiseler zinciri ateşlenmiş, ülkemizdeki yabancı sermayenin bile bu ülkede sağlıklı yaşamasına izin vermeyeceklerine işaret etmişlerdi.
Türkiye kararlı iradesini göstererek bünyesindeki paralel yapıları deşifre ettikçe hareket etme kabiliyetini artırdı.
Hem paralel yapılara, hem terör örgütlerine karşı mücadelesini geliştiren Türkiye, ardından sınır ötesi harekâtlarla yumruğunu sahaya vurunca masada da var olma azmini gösterdi ve kendisini kabul ettirdi.
Bu anlamda Suriye’de, Karabağ’da, Irak’ta ve Filistin’de mazlumların ve haksızlığa uğrayanların yanında dururken bu noktalarda hem karanlık aklın düşmanlığını daha da üzerine çekti, hem de yeni düşmanlar kazandı.
Siyonist terör rejiminin Gazze’de başlattığı soykırıma karşı “HAMAS terör örgütü değil, vatanını savunan ‘mücahitler ordusu’dur” şeklinde Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aldığı taraf edinme refleksi, Siyonist küresel çetenin en büyük nefret oklarını çekerek bu düşmanlık silsilesini katılaştırdı.
Öyle ki, önce Türkiye başta olmak üzere pek çok ülkede ikâmet eden HAMAS üyelerine karşı suikastlar başlatacaklarını açıkladılar. Üzerine sözde PKK’yı devreye soktukları saldırılarla canlarımızı şehadete uğurladık.
Dünyanın azgın Siyonist teröre karşı vicdanını gösterdiği ve Sayın Cumhurbaşkanımızın HAMAS’ı “mücahitler ordusu” diye teveccüh ettiği bir zamanda, İsrailli Siyonistler, Sarıyer’deki Santa Maria Kilisesi’nde yapılan terör saldırısını doğrudan HAMAS’a bağlamayı becerdiler.
İslâm’a tek kuruşluk hizmeti olmayan DAEŞ’in üstlendiği terör saldırısını hangi yönden analiz edersek edelim, yeni bir dizayn girişimiyle karşı karşıya olduğumuz kesin.
İtalyan Başbakanı Meloni’nin Sayın Cumhurbaşkanımızla henüz geçtiğimiz hafta yaptığı görüşmede ayrıntı olarak ne konuşulduğunu bilemiyoruz ancak hedef olarak İtalyan kilisesinin seçilmesi de ayrı bir konu.
İran’daki Kasım Süleymani anmasında yapılan katliamı da üstlenen DAEŞ’in nerede konuşlandığını anlamak için çok da bir vakit geçmeyecek anlaşılan.
Bu arada Lübnan’da konuşlu İrancı Hizbullah’ın sözde İsrail’e karşı verdiği mücadelenin esamesini görmediğimiz gibi, bir diğer tarafta “Kürdistan Hizbullahı”nı kurma kararı alması da ayrıca düşünülecek mesele. İnsanın aklına farklı farklı sorular geliyor.
Suriye’de ABD’li CENTCOM’un YPG ismini özellikle değiştirterek SDG yaptırdığı PKK, IKBY bölgesinde acaba PJAK’ı mı Kürdistan Hizbullahı yapacak? Yahut vakt-i zamanında dönmelikle Kürt olduğunu iddia edenlerin devamcıları, onların Sünnî Kürt olamayınca üzerine aldıkları sözde kimlik gibi bir kimlikle mi bu örgütte yer alacaklar?
Sarıyer’deki kilise baskını her yönüyle aşikâr. Dünyanın bu kadar aşikâr pencere varken karanlığa yüzünü çevireceğini zannetmiyorum.