BUGÜNE dek ülkemizdeki
idarî kuvvetlerin yargı kısmına oldukça fazla yüklendim. Zira bana göre,
merkezinde adâlet olan konunun görünmeyen ve eleştirilmeyen kısmı oradaydı.
Düşüncemin
yine arkasındayım, ancak bir odağıma yürütme erkini koymadıkça, konunun bu
tarafında yargı erkine haksızlık yaptığıma kanaat getirmeye başladım.
Bir
devlet memurunun, kendi şahsî düşüncesi olarak sosyal medyadan yaptığı bir
paylaşımı soruşturma konusu yapabilen ve yürütme erkine bağlı olan herhangi bir
kurumun gösterdiği refleksif güç, aynıyla yargıda bulunmuyor. Ancak yargıyı
hareketlendirecek olan bir kuvvet de var. O kuvvet, yürütme!
Üç
kuvvet; yasama, yürütme ve yargı, birbirinden bağımsız, tamam. Ancak bunların
birbirleri üzerinde devr-i daim eden sorumlulukları mevcût.
Yıllar
önce Radikal gazetesi, “Ne diyor bu adam?” şeklinde bir manşet atmıştı…
“Bu
adam” diye işâret ettikleri, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu idi.
Gazetenin
manşetine konu olan konuşmasında Şehit Başkan diyordu ki, “Adâlet vaktinde ve tatmin edici şekilde devlet tarafından sağlanmazsa,
ihkak-ı hak doğar”.
Nedir
ihkak-ı hak?
Hakkı
gasp edilmiş kimsenin hakkını bizzat alması…
Şehit
Başkan bu ifadesiyle, adâletin dosdoğru sağlanmaması gereğinde kaosun otomatik
bir şekilde kendiliğinden ortaya çıkacağını anlatıyordu. Ancak gazete, Şehit
Başkan’ı kaosa teşvik etmekle suçlamıştı.
Gazetenin
o günkü genel yayın yönetmeni, bugün hâlâ neden TRT’den para kazandığını
anlayamadığım sözde aydın İsmet Berkan’dı. Berkan’dan sonra FETÖ’nün prensi
Eyüp Can devralmıştı koltuğu. Gazetenin sahibi de Aydın Doğan’dı, malûm…
(Bu
kısa detayda ne anlatmak istediğimi anlayan anladı!)
Başkan’ı,
erenliğiyle inşallah Zâtında fenâ olduğu Rabbine uğurladık, on yıl geçti; İsmet
Berkan hâlâ TRT’de ve hâlâ adâlet, adâlet değil!
İki
hafta önce Alaaddin Çakıcı’nın CHP “lideri” Kemal Kılıçdaroğlu’na hitaben
yazdığı metni, Kılıçdaroğlu’nun bir “tehdit mektubu” olarak değerlendirdiğini
ve konuyu savcılığa sunduğunu öğrenmiştik.
Hani
kimileri, “Cumhurbaşkanı, kendisini eleştiren herkesi dâvâ ediyor” diye
yorumluyor ya, işte bu metni görüp de Kılıçdaroğlu’nun nasıl bir tepki verdiğine
tanık olunca, Erdoğan’ın açtığı dâvâlar aklıma geldi hemen. Çünkü söz konusu
ifadeyi düşünenlerin, Kılıçdaroğlu tarafından açılmış bir dâvâyı duymadıklarına
eminim. Ve şuna da eminim: Eğer Cumhurbaşkanı’na ve onun şahsında Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’ne düşmanlık ve hakaret eden biri hakkında Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin yargısı devreye bizzat ve derhâl girmiyorsa, devreye
bizzat Cumhurbaşkanı’nın girebileceğini, bu yorumun sahipleri bilmiyorlar.
Burada
bir parantez açmak istiyorum: Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Modeli, tâ çocukluğumdan
beridir görmeyi beklediğim ve tutku derecesinde arzuladığım bir sistemdir.
Ancak benim fikriyatımda, bu modeldeki cumhurbaşkanı/devlet başkanı kesinlikle
ve kesinlikle “partili değildi, değildir”!
Bugünkü
sistem işleyişinde Cumhurbaşkanlığı mâkâmının bir partiden azâde olması
şarttır. Fikrî iktidar sahibi olamadığını itiraf eden bir Başkan’ın bu hatâyı
derhâl düzeltmesi gerekir çünkü. Değilse, fikrî iktidardakiler somut iktidarı
da ellerine alırlarsa, Millî Şef dönemini hatırlatırcasına bir yollu şef dönemi
başlar.
Kaldı
ki, cumhurbaşkanı partili olmazsa, bakalım o zaman o savcılar oturdukları yerde
oturabilecekler mi?
Dönelim
Çakıcı’nın çıkışına…
Bu
çıkışı, devletine bağlı herhangi bir vatandaşın sahiplenme tavrı olarak
değerlendirdim ilk gördüğümde. Konuya hâlâ böyle bakıyorum. Çünkü Kılıçdaroğlu
ve ekibinin yaptıklarına dair herhangi bir soruşturma, Çakıcı’nın bir metni
üzerine harekete geçen savcılar tarafından gündeme dahi alınmadı. Niçin?
Dokunulmazlık mı? Tekrarda fayda var: Bu ülkede milletvekili dokunulmazlığı
yok!
E
bunu bilen ve devletine meydan okunduğunu gören vatanperver vatandaş, tabiatıyla
hiddetleniyor.
“Efendim, Çakıcı
bir mafya”…
Devletin
olduğu yerde mafyaya yer yoktur, bir!
1990’larda
Türkiye’de mantar gibi mafya bitmesinin sebebi, o yıllarda elle tutulur bir
devletin olmayışındandı, iki!
Dün
mafya olmasına karşın bugün Devletin varlığını ve gücünü tanıyıp kabul eden
kişi veya organizasyon, o güce karşı kendi gücünü kabul ettiremez, buna
girişmez. Bu da üç!
Bu
Devlet, paralel bir organizasyonu kusup, bağırsağından börkeneğine dek bütün
organlarını boşaltmaya güç yetirdi, mafyayı mı dize getiremeyecek? Kaldı ki,
Türkiye’de mafya da, mafya devri de bitmiştir.
Erdoğan’ın
bir Topal Osman’a ihtiyacı yoktur, ancak Kılıçdaroğlu’nun korkuya ihtiyacı
vardır. Çünkü o ve ekibi, bir millî güvenlik sorunu hâline gelmiştir. Devlet
buna bizzat, bütün erkleriyle derhâl refleks göstermezse, Türkiye’de her konu
siyasallaşacak ve atı alan, Üsküdar’ı arkasında bırakmayacaktır.