Kılıçdaroğlu ve ekibi, millî güvenlik sorunudur!

Erdoğan’ın bir Topal Osman’a ihtiyacı yoktur, ancak Kılıçdaroğlu’nun korkuya ihtiyacı vardır. Çünkü o ve ekibi, bir millî güvenlik sorunu hâline gelmiştir. Devlet buna bizzat, bütün erkleriyle derhâl refleks göstermezse, Türkiye’de her konu siyasallaşacak ve atı alan, Üsküdar’ı arkasında bırakmayacaktır.

BUGÜNE dek ülkemizdeki idarî kuvvetlerin yargı kısmına oldukça fazla yüklendim. Zira bana göre, merkezinde adâlet olan konunun görünmeyen ve eleştirilmeyen kısmı oradaydı.

Düşüncemin yine arkasındayım, ancak bir odağıma yürütme erkini koymadıkça, konunun bu tarafında yargı erkine haksızlık yaptığıma kanaat getirmeye başladım.

Bir devlet memurunun, kendi şahsî düşüncesi olarak sosyal medyadan yaptığı bir paylaşımı soruşturma konusu yapabilen ve yürütme erkine bağlı olan herhangi bir kurumun gösterdiği refleksif güç, aynıyla yargıda bulunmuyor. Ancak yargıyı hareketlendirecek olan bir kuvvet de var. O kuvvet, yürütme!

Üç kuvvet; yasama, yürütme ve yargı, birbirinden bağımsız, tamam. Ancak bunların birbirleri üzerinde devr-i daim eden sorumlulukları mevcût.

Yıllar önce Radikal gazetesi, “Ne diyor bu adam?” şeklinde bir manşet atmıştı…

“Bu adam” diye işâret ettikleri, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu idi.

Gazetenin manşetine konu olan konuşmasında Şehit Başkan diyordu ki, “Adâlet vaktinde ve tatmin edici şekilde devlet tarafından sağlanmazsa, ihkak-ı hak doğar”.

Nedir ihkak-ı hak?

Hakkı gasp edilmiş kimsenin hakkını bizzat alması…

Şehit Başkan bu ifadesiyle, adâletin dosdoğru sağlanmaması gereğinde kaosun otomatik bir şekilde kendiliğinden ortaya çıkacağını anlatıyordu. Ancak gazete, Şehit Başkan’ı kaosa teşvik etmekle suçlamıştı.

Gazetenin o günkü genel yayın yönetmeni, bugün hâlâ neden TRT’den para kazandığını anlayamadığım sözde aydın İsmet Berkan’dı. Berkan’dan sonra FETÖ’nün prensi Eyüp Can devralmıştı koltuğu. Gazetenin sahibi de Aydın Doğan’dı, malûm…

(Bu kısa detayda ne anlatmak istediğimi anlayan anladı!)

Başkan’ı, erenliğiyle inşallah Zâtında fenâ olduğu Rabbine uğurladık, on yıl geçti; İsmet Berkan hâlâ TRT’de ve hâlâ adâlet, adâlet değil!

İki hafta önce Alaaddin Çakıcı’nın CHP “lideri” Kemal Kılıçdaroğlu’na hitaben yazdığı metni, Kılıçdaroğlu’nun bir “tehdit mektubu” olarak değerlendirdiğini ve konuyu savcılığa sunduğunu öğrenmiştik.

Hani kimileri, “Cumhurbaşkanı, kendisini eleştiren herkesi dâvâ ediyor” diye yorumluyor ya, işte bu metni görüp de Kılıçdaroğlu’nun nasıl bir tepki verdiğine tanık olunca, Erdoğan’ın açtığı dâvâlar aklıma geldi hemen. Çünkü söz konusu ifadeyi düşünenlerin, Kılıçdaroğlu tarafından açılmış bir dâvâyı duymadıklarına eminim. Ve şuna da eminim: Eğer Cumhurbaşkanı’na ve onun şahsında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne düşmanlık ve hakaret eden biri hakkında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yargısı devreye bizzat ve derhâl girmiyorsa, devreye bizzat Cumhurbaşkanı’nın girebileceğini, bu yorumun sahipleri bilmiyorlar.

Burada bir parantez açmak istiyorum: Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Modeli, tâ çocukluğumdan beridir görmeyi beklediğim ve tutku derecesinde arzuladığım bir sistemdir. Ancak benim fikriyatımda, bu modeldeki cumhurbaşkanı/devlet başkanı kesinlikle ve kesinlikle “partili değildi, değildir”!

Bugünkü sistem işleyişinde Cumhurbaşkanlığı mâkâmının bir partiden azâde olması şarttır. Fikrî iktidar sahibi olamadığını itiraf eden bir Başkan’ın bu hatâyı derhâl düzeltmesi gerekir çünkü. Değilse, fikrî iktidardakiler somut iktidarı da ellerine alırlarsa, Millî Şef dönemini hatırlatırcasına bir yollu şef dönemi başlar.

Kaldı ki, cumhurbaşkanı partili olmazsa, bakalım o zaman o savcılar oturdukları yerde oturabilecekler mi?

Dönelim Çakıcı’nın çıkışına…

Bu çıkışı, devletine bağlı herhangi bir vatandaşın sahiplenme tavrı olarak değerlendirdim ilk gördüğümde. Konuya hâlâ böyle bakıyorum. Çünkü Kılıçdaroğlu ve ekibinin yaptıklarına dair herhangi bir soruşturma, Çakıcı’nın bir metni üzerine harekete geçen savcılar tarafından gündeme dahi alınmadı. Niçin? Dokunulmazlık mı? Tekrarda fayda var: Bu ülkede milletvekili dokunulmazlığı yok!

E bunu bilen ve devletine meydan okunduğunu gören vatanperver vatandaş, tabiatıyla hiddetleniyor.

“Efendim, Çakıcı bir mafya”

Devletin olduğu yerde mafyaya yer yoktur, bir!

1990’larda Türkiye’de mantar gibi mafya bitmesinin sebebi, o yıllarda elle tutulur bir devletin olmayışındandı, iki!

Dün mafya olmasına karşın bugün Devletin varlığını ve gücünü tanıyıp kabul eden kişi veya organizasyon, o güce karşı kendi gücünü kabul ettiremez, buna girişmez. Bu da üç!

Bu Devlet, paralel bir organizasyonu kusup, bağırsağından börkeneğine dek bütün organlarını boşaltmaya güç yetirdi, mafyayı mı dize getiremeyecek? Kaldı ki, Türkiye’de mafya da, mafya devri de bitmiştir.

Erdoğan’ın bir Topal Osman’a ihtiyacı yoktur, ancak Kılıçdaroğlu’nun korkuya ihtiyacı vardır. Çünkü o ve ekibi, bir millî güvenlik sorunu hâline gelmiştir. Devlet buna bizzat, bütün erkleriyle derhâl refleks göstermezse, Türkiye’de her konu siyasallaşacak ve atı alan, Üsküdar’ı arkasında bırakmayacaktır.