Kılıçdaroğlu’nun hedefi boyundan büyük

Şayet Kılıçdaroğlu başarır ve Cumhurbaşkanı olur, dolayısıyla CHP’yi ilk defa tek başına iktidar yaparsa, bu bizim için “yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” olur. Ancak bu onların ham hayâlden ibarettir. Allah’ın izniyle Haziran 2023’ün zaferi gene Recep Tayyip Erdoğan’ındır.

KEMAL Kılıçdaroğlu, kendisi farkında mıdır bilmiyorum ama, şayet Cumhurbaşkanı olmayı başarırsa, daha önce hiçbir CHP liderinin erişemediği bir büyük hedefe, demokratik hayata geçilen 1950 yılından beri ilk defa halkın oyuyla CHP’yi tek başına iktidara taşıma başarısını göstermiş olacaktır. Bu başarıyı daha da parıltılı hâle getirecek olan şey, kendi partisinin yüzde 23-25’lerde olan oy oranına rağmen, bu başarıyı sağ seçmen oylarının desteğiyle elde edecek olmasıdır. Onun içindir ki, “Kılıçdaroğlu büyük hedefe oynuyor” diyoruz.

14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan ilk serbest seçimin ve arkasından yapılan 1954 Seçiminin sonuçları, toplumun üçte ikisinin Sağ partilere, üçte birininse CHP’nin şahsında Sola eğilimli olduğunu göstermişti. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra yapılan bütün seçimlerde de esasa müessir olmayacak miktarlarda ufak tefek değişiklikler olsa da, Türk milletinin sosyolojik yapısının siyâsî izdüşümü olan bu tablo, aynen bugüne kadar devam edip gelmiştir. 1977 Seçimlerinde CHP’nin “yüzde 41 oy almış olması” bu yapıyı değiştirici mahiyette değildir. Çünkü yüzde 41 olarak kayıtlara geçen bu rakam, asla gerçekçi değildir; o günün şartlarını ve olaylarını görüp yaşayanlar bunu teyit edeceklerdir. Bu vesileyle bu konuya da bir açıklık getirmemiz faydalı olacaktır.

Yüzde 41… Ama nasıl?

1973 Seçimlerinde yüzde 33 oy alan Bülent Ecevit’in CHP’si ile yüzde 12 oy alan merhum Necmeddin Erbakan’ın Millî Selamet Partisi, bir koalisyon hükûmeti kurmuşlardı. 1974 senesinde Kıbrıs’ta Samson Darbesi’nin vuku bulması üzerine Türkiye, “Kıbrıs Barış Harekâtı” adı altında zaferle sonuçlanan ve Kıbrıs’ın bugünkü siyâsî yapısını oluşturacak olan iki kademeli bir askerî harekât başlatmıştı. Kıbrıs Zaferi’nin şerefi esas itibarıyla Başbakan Ecevit’in tereddütlü tavrına mukabil cesaretle harekât kararının verilmesini sağlayan Başbakan Yardımcısı Erbakan’a ve harekât henüz Magosa’ya ulaşmamışken Ecevit’in İngiltere ve ABD’nin baskısına dayanamayarak harekâtın durdurulması emrini vermesine rağmen bu emre uymayarak Magosa’yı da Türk topraklarına katan Albay (merhum) Osman Polat’a ait iken, o yıllarda tamamen Solun işgali altında bulunan ülkenin yegâne TV kanalı TRT’nin ve yazılı basının ekseriyetinin de desteğiyle CHP’li fanatikler, görülmemiş bir şamatayla Ecevit’ten bir “Kıbrıs fatihi Karaoğlan” çıkartıp bununla kamuoyunu etkilemeyi başardılar.

Ecevit’in miğferli posterlerinin her tarafı işgal ettiği, “Karaoğlan” ve “Ak günler” taşkınlıkları ile CHP’nin tam bir psikolojik baskısı altında 5 Haziran 1977’de gidilen genel seçimde demokrasi tarihimizin en büyük sandık hileleri ve oy hırsızlığı yapıldı. O sırada Adalet Partisi, Millî Selâmet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Demokratik Parti olarak paramparça ve psikolojik çöküntü içinde olan Sağ’ın bu yapılanlara karşı koyacak mecâli yoktu. Dolayısıyla CHP yüzde 41 oy almış olarak kayda geçmiş oldu. Şayet bu oy oranı gerçek olmuş olsaydı, müteakip seçimlerde CHP’nin yahut daha sonra onun yerine kurulan partilerin de aynı oranda, en azından buna yakın bir oy miktarına ulaşması gerekirdi.

Hâlbuki tam tersine, CHP’nin oyu daha da gerileyerek bugün itibariyle yüzde 23-25’e kadar düşmüş oldu. Buna HDP’nin yüzde 8-9 civarındaki oyu ilâve edildiğinde yüzde 33 civarına çıkar ki, bu da 1950’lerdeki CHP’nin oy oranına tekabül ediyor.  

Bu vesileyle, CHP’nin yüzde 41’inin bir yalandan ibaret olduğunu burada not düşmüş olduk.

Sağ’ı parçalamak ve vesayet üretmek

1950’li seçimlerde seçmen tercihinin üçte iki çoğunlukla Sağ partilerden yana olduğunun ortaya çıkmış olması, milletin manevî değerlerinin karşısında olan CHP’nin ve yandaşlarının paniğe kapılmasına sebep oldu. Çünkü demokratik sistem içinde hiçbir zaman iktidar yüzü göremeyeceklerini, ülkenin ilelebet Sağ partiler tarafından yönetileceği gerçeğini gördüler. Kendisini ülkenin sahibi sayan bu “lâikçi” olarak isimlendirebileceğimiz “seçkinler” kesiminin ve emperyalist dış güçlerin bu duruma rıza göstermeleri mümkün değildi. Dolayısıyla bunlar demokrasiyi hiç sevmediler, ülke yönetiminin bir şekilde eski dikta dönemlerinde olduğu gibi kendilerine ait olması gerektiğini düşündüler. Fakat bu nasıl olacaktı?

Bir defa, kendilerinin koyduğu çoğunluk seçim sistemi kaldırılarak yerine “nispî temsil sistemi” getirilmeliydi. Bu suretle Meclis aritmetiği Sağ iktidarın aleyhine olacak şekilde değişecek, Meclis’e daha çok sayıda parti girecek, koalisyonlar devrinin kapısı açılacak, bu sayede CHP koalisyonlarla, milletvekili satın almalarla, tehditler ve başka birtakım kirli oyunlarla iktidar olma imkânını elde edebilecek, en azından koalisyonlarla iktidara ortak olabilecekti. Fakat bütün bu hesapların önündeki en büyük engel, Sağ seçmen tabanının üçte iki nispetindeki ezici çoğunluğu idi. Nispî temsil seçim sisteminde dahi Sağ’ın ana partisi yüzde 50’nin üzerinde bir oy çoğunluğu ile tek başına rahatça gene iktidar olabilirdi. O hâlde yapılması gereken şey, Sağ oyların parçalanmasıydı.

12 Mart 1971’de TSK Komuta Heyeti, müştereken bir muhtıra darbesiyle Adalet Partisi’ni iktidardan indirdi. Onun yerine CHP’nin as isimlerinden Nihat Erim’i partisinden istifa ettirerek bir dakikada “tarafsızlaştırıp” ona “tarafsız” bir hükûmet kurdurdular. Bunlarda oyun bitmez. Hayır, bunlarda zorbalık bitmez!

Bu plânın uygulanması için CHP, o yıllarda arka bahçesi gibi gördüğü TSK’ya 27 Mayıs 1960 Darbesi’ni ve yeni bir anayasayla istediği yasal düzenlemeleri yaptırdıktan sonra plânını 1961 Seçimleriyle birlikte uygulamaya koymuştur. 1961 Seçiminden itibaren bugüne kadar CHP, TSK’ya ilâveten darbe anayasası ile oluşturulan vesayet kurumlarının ve başta ABD olmak üzere dış emperyalist güçlerin desteği ile Sağ seçmen kitlesi üzerindeki oyunlarında ciddî başarılar elde edebilmiş, her defasında Sağ seçmenin sırtına basarak koalisyon hükûmetlerinde kendi sayısal cürümlerinin çok üstünde hisse sahibi olmuş, hatta bazen Başbakanlığı dahi alabilmiştir.

1961’den bugüne kadar CHP, türevleri olan Halkçı Parti, DSP, SODEP yahut yılların CHP’lisi Nihat Erim, Ferit Melen gibi sözde tarafsız başbakanlar vasıtasıyla 17,7 yıla tekabül eden 6 bin 465 gün iktidarda yer almış, bunun 12,2 yıla tekabül eden 4 bin 465 gününü hükûmet başkanı olarak geçirmiştir.  

1961 Seçiminden itibaren Sağ’ın nasıl parçalandığına, Sağ oyların üstüne basarak CHP’nin nasıl iktidar olduğuna şimdi biraz yakından bakalım.

Darbeciler CHP ile birlikte 61 Anayasası’nı yaptıktan sonra CHP’nin Genel Başkanı İsmet İnönü, “Bir an önce seçime gidilmeli! Erken bir seçimde sayılamayacak kadar faydalar var” demeye başladı. O sırada Sağ’ın ana partisi olan Demokrat Parti kapatılmıştı. Üst yöneticileri Yassıada’da tutuklu olarak yargılanmaktayken, mahallî yöneticiler ise tutuklamalar ve gözaltılarla baskı altında bulunuyordu. Mamafih CHP’ye karşı emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala Adalet Partisi’ni kurmuştu ve teşkilatını güçlendirmeye çalışmakla meşguldü. Fakat darbeciler tarafından bu partiye Demokrat Parti’nin devamı olduğuna dair her türlü davranış ve beyanlarda bulunmayı yasakladılar. Gümüşpala bir mitinginde yutkundu yutkundu ve “Gözlerime bakın, ne demek istediğimi anlarsınız” diyebildi. Onu dahi ona çok gördüler, çok saldırdılar.

Devletin radyoları sürekli olarak Yassıada’da yargılanmakta olan Demokrat Parti’nin yöneticileri aleyhinde akla hayâle gelmedik iddialar, iftiralar yayınlıyorlar, Adalet Partisi’nin beyanlarına ise asla yer vermiyorlardı.

Darbeciler Sağ’ın diğer partisi olan Osman Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ni kapatmadılar. Fakat Sağ oyların bölünebilmesi için bunu yeterli görmediler ve 1950’lerde Demokrat Parti’de milletvekilliği yapmış fakat daha sonra bu partiden ayrılarak Hürriyet Partisi’ne geçmiş ve darbecilerin hükûmetinde Maliye Bakanlığı yapmış olan Ekrem Alican’a Yeni Türkiye Partisi’ni kurdurdular. Yönetimine bazı Sağ görüşlü siyasetçileri koydukları bu partiyi radyo ve yazılı basında sanki Sağ kitleye hitap ediyormuşçasına allayıp pulladılar. Bu şartlar altında 15 Ekim 1961’de gidilen seçimde CHP yüzde 36 oyla gene azınlıkta kaldı. Fakat Sağ seçmenin kafası karışık olduğu için tek bir partide toplanamayıp üçe bölündüğü için, CHP bu oy oranıyla seçimden yüzde 35 oy alan Adalet Partisi’nin bir adım önünde yer alıp birinci parti olarak çıkmış oldu.

Burada doğal olan, toplam yüzde 64 oy alan üç Sağ partinin bir araya gelerek Adalet Partisi’nin liderliğinde hükûmeti kurmasıydı. Fakat darbecilerin Cumhurbaşkanı (emekli) Orgeneral Cemal Gürsel, görevi birinci parti CHP’nin Genel Başkanı İsmet İnönü’ye verdi. İnönü, Adalet Partisi’yle hükûmetini kurdu. Bu hükûmetin ömrü 7 ay sürdü. Bu durumda hükûmeti kurma görevi kime verilmeliydi? Elbette Adalet Partisi’nin başkanı Gümüşpala’ya verilmeliydi ama görev gene İsmet İnönü’ye verildi. İnönü bu defa elini diğer iki sağ partiye attı. Bu partilerle kurduğu hükûmetin ömrü de 18 ay sürdü. Görev bu defa, artık çaresiz göstermelik olarak Gümüşpala’ya verildi. Fakat diğer Sağ partiler tehdit edilerek Adalet Partisi’yle bir koalisyon hükûmeti kurulması engellendi ve Gümüşpala, görevi iade etmek zorunda bırakıldı.

İnönü tekrar sahneye çıktı; “Bağımsızlar” adı altında dışarıdan birtakım insanlarla kurduğu hükûmete tehditle güvenoyu verdirdiler. Bu hükûmetin ömrü de 14 ay sürdü. CHP’nin Genel Başkanı İsmet İnönü, yüzde 36 oyla Sağ partilerin sırtına binerek toplam 3 yıl 3 ay Başbakanlık yaptıktan sonra artık pili bitmişti.

1965 ve 1969 Seçimlerine Sağ cenah dört partiye bölünmüş olarak girmiş olmasına rağmen, Adalet Partisi Süleyman Demirel’in liderliğinde yüzde 53 ve yüzde 46,5 oy alarak tek başına iki seçimde de iktidara geldi. Bu duruma tabiatıyla CHP ve yandaşlarının tahammül etmesi mümkün değildi. Devreye yeniden orduyu soktular. 12 Mart 1971 tarihinde TSK Komuta Heyeti, müştereken bir muhtıra darbesiyle Adalet Partisi’ni iktidardan indirdi. Onun yerine CHP’nin as isimlerinden Nihat Erim’i partisinden istifa ettirerek bir dakikada “tarafsızlaştırıp” ona “tarafsız” bir hükûmet kurdurdular. Bunlarda oyun bitmez. Hayır, bunlarda zorbalık bitmez!


Halk oyu Sağ’a verdi; Sağ ise yetkiyi ya Sol’a verdi, ya sele verdi

Her neyse… Nihat Erim 14 ay dayanabildi, açıkça “Ben bu işi yapamayacağım” deyip istifa etti. Kurduğu her iki hükûmette de başat parti CHP idi. Onun yerine bu defa yardımcısı, CHP’li eski Maliye Bakanı Ferit Melen’e hükûmet kurdurdular. Onun 11 ay süren hükûmetinde de CHP resmen yer almıştır.

1973 Seçimlerinde Adalet Partisi’nin yeniden çoğunluğu sağlayıp tek başına iktidar olmasını önlemek için, daha önce Millî Nizam Partisi’ni şeriatçı olduğu gerekçesiyle kapattıranlar, İsviçre’ye giden onun Genel Başkanı Necmeddin Erbakan’ı tekrar getirtip Millî Selâmet Partisi’ni kurması için alan açtılar. Mamafih Adalet Partisi kendi içinden 41 milletvekilinin istifa ederek Aralık 1970 tarihinde eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından da desteklenen Demokratik Parti’yi kurmuş olması yüzünden zaten yaralıydı.  

Neticede Adalet Partisi yüzde 30 oya düşerken, yüzde 33 oy alan Bülent Ecevit’in CHP’si, yüzde 12 oy alan Millî Selâmet Partisi ile koalisyon kurarak bir kere daha Sağ oyların sırtına basarak iktidar oluyordu.

1977 Haziran Seçimlerinde CHP’nin oy hırsızlığı ile almış olduğu yüzde 41 oyla 213 milletvekili çıkarmıştı. Tek başına iktidar olması için en az 226 milletvekili olması gerekiyordu ve 13 milletvekiline ihtiyacı vardı. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, hükûmeti kurma görevini bu partinin başkanı olan Bülent Ecevit’e verdi. Ecevit hükûmeti kurdu fakat güvenoyu için gerekli olan 226 oyu alamayınca düştü. Onun yerine kurulan İkinci Milliyetçi Cephe Hükûmeti de, Ecevit’in İstanbul’daki Güneş Motel’de yaptığı gizli pazarlıkla her birine bir bakanlık vaadiyle Adalet Partisi’nden çaldığı on milletvekilinin istifasıyla 5 Ocak 1978’de düştü. Ecevit bu on milletvekilinin dokuzunun her birine bakanlık ve üç milletvekilli Millî Güven Partisi Başkanı Turan Feyzioğlu’na da Başbakan Yardımcılığı vererek hükûmetini kurdu, güvenoyu aldı. Sağ seçmenin oyuyla milletvekili olan bu on AP milletvekilinin sayesinde iktidar olan CHP, tam 22,5 ay Türk halkına kan kusturdu. “Zam, zulüm, işkence; işte CHP!” ifadesi, o zamanın en çok söylenen sloganı olmuştu. 

Koalisyonlar dönemi olan 90’lı yıllarda CHP; DSP ve SODEP gibi isimler altında da olmak üzere Süleyman Demirel’in ve Tansu Çiller’in Doğru Yol Partisi’ni, Mesut Yılmaz’ın Anavatan Partisi’ni ve Devlet Bahçeli’nin MHP’sini kullanarak 6 defa iktidarda yer almayı, üç kez de Başbakanlığı almayı başarmıştır. Bunların içinde en dramatik olanı, 1999 Seçimlerinden sonra DSP, MHP ve ANAP tarafından Bülent Ecevit’in Başbakanlığındaki üçlü koalisyonun kuruluşudur.

“Onlar biraz dinlensinler”

18 Nisan 1999’da yapılan genel seçimden DSP yüzde 22 oy ve 136 milletvekili ile birinci çıkarken, MHP yüzde 18 oy ve 129 milletvekili ile ikinci sırada yer almıştı. Diğer üç sağ parti Fazilet, Doğru Yol ve Anavatan’ın toplam milletvekili sayısı 282 idi. Bu tabloya göre olması gereken, yüzde 78 oy alan Sağ’ın içinden MHP’nin patronluğunda bir hükûmetin kurulmasıydı. Fakat ne oldu? MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Başbakanlığın kendi üzerinde kalma ihtimâlinden adeta ödü koptu ve Başbakanlığı altın tepsi içinde Ecevit’e sundu. Ecevit’in Demokratik Sol Partisi, aldığı yüzde 22 oyla, Sağ’ın yüzde 78 oyunun üstüne basıp MHP ve Mesut Yılmaz’ın ANAP’ı ile hükûmet kurdu.

Şimdi gelelim Kılıçdaroğlu’nun hikâyesine…

Dünden bugüne görünenler

Öteden beri çok istediğim Başkanlık Sistemi’nden elde edeceğimiz önemli bir kazanımın da, koalisyon dönemlerinin kapanacak olması sayesinde artık Sağ’ın üçte iki oranındaki oyunun tek bir adaya akacak olması, bu suretle CHP’nin yahut onun bir türevinin iktidara gelmesinin ya da ortak olma şansının ilelebet ortadan kalkmış olacağı idi.

Fakat yanılmışım!

Emperyalizmin oyunu bitmiyor. Bizim toplumumuz gibi, içinde bunca hain, gafil, ahmak, nefsinin elinde oyuncak olmuş, satılık insan sürüsünün olduğu bir ülkede emperyalizm işini kolay yürütüyor. Nitekim Milliyetçi Hareket Partisi’nin yarısını koparıp İyi Parti eliyle öbür tarafa yamamayı, sözde milliyetçi-maneviyatçı olan insanları PKK’nın hizmetine sokmayı becermiştir. Bunun sonucunu belediye seçimlerinde gördük. Bundan böyle seçimler bıçağın sırtındadır.

Şimdi emperyalizm bununla yetinmiyor. Kılıçdaroğlu’nun eliyle kurdurduğu Altılı Masa’nın gafilleri delâletiyle Sağ’dan ne koparabilirlerse onun peşindedirler.

Kılıçdaroğlu yalancı falandır ama onu yabana atmamak lâzımdır. İyi Parti ile PKK’yı bir araya getirme becerisini gösterebilmiş, koca koca belediye başkanlıklarını AK Parti’nin elinden almıştır. Şimdi de beş tane “Sağcı” parti liderini kendi patronajında bir araya getirerek ve onların sırtına basarak Cumhurbaşkanı olmak yani CHP’yi ilk defa tek başına iktidar yapmak istemektedir.

Kendi ifadelerine göre çatı adayı Altılı Masa’nın iradesiyle belirlenecekken ve bir isim üzerinde henüz karar kılmamış, hatta hiç isim telaffuz etmemişlerken, Kılıçdaroğlu demek ki ta işin başında aday olmayı kafasına koymuş, dolayısıyla masa arkadaşlarını işbirliği için değil, kullanmak maksadıyla bir araya getirmiştir. Bu anlaşılıyor. Masa arkadaşlarının rızasını almayıp onlara kendi adaylığını dayatmış olmasının başka bir izahı olamaz. O masanın etrafında oturan insanlarda şayet birazcık şahsiyet ve haysiyet varsa bir dakika dahi orada durmamalıdırlar.   

Görünüşe göre Kılıçdaroğlu’nun adaylık çıkışı acemice olmuştur; çünkü Altılı Masa’nın en önemli aktörü olan İyi Parti lideri Meral Akşener, kendisinin adaylığına karşı açık tavır koymuştu. İyi Parti’nin desteklemediği Erdoğan karşıtı bir adayın seçim kazanması imkânsız görülüyor. Kılıçdaroğlu göz göre göre kendisini böyle ateşe atacak kadar acemi bir siyasetçi değildir. Öyleyse bir bildiği olmalı. Acaba bu engeli Vaşington’daki büyüklerinin himmetiyle aşacağını mı düşünüyor, yoksa oradan zaten bir güvence mi almıştır? Bunları bilmiyoruz ama kendisini CHP Genel Başkanlığına atayan ABD’den icazet ve talimat almaya gitmesi gayet normal ve hatta kendisi açısından zaruridir. Zaten kendisi de bunu “İcazet almaya gitmiyorum” demek suretiyle teyit etmiştir.

Bekleyelim bakalım, ne haberler getirecek. Şayet Kılıçdaroğlu başarır ve Cumhurbaşkanı olur, dolayısıyla CHP’yi ilk defa tek başına iktidar yaparsa, bu bizim için “yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” olur. Ancak bu onların ham hayâlden ibarettir. Allah’ın izniyle Haziran 2023’ün zaferi gene Recep Tayyip Erdoğan’ındır.