Kıldık namazımızı, ettik duamızı

Önceleri babalar ailenin reisiydi. Bir ara kadınlar hüküm sürdü. Şimdi çocuklar krallıklarını ilân etmiş durumdalar. O yüzden çocuklara evde olsun, camide olsun, çarşıda alışveriş sırasında olsun laf söylemek, hizaya sokmak cesaret ister. Ama camide hizaya girmek şart. Bir yandan da bunu bilmek zorundayız…

CAMİDE hoca vaazını bitirip “El Fatiha maassalavat” dedikten sonra iki saniye geçmeden ellerini yüzüne sürenlere rastlıyoruz.

Önce salavat, sonra eûzü besmele, ardından Fatiha okunacak, eller yüze sürülecek diye biliriz.

Fakat bazıları hepsini üç saniyede hâllediveriyor.

“Yahu ne ara okuyup bitirdin?” diye samimî bir merakla sorasım geliyor da soramıyorum.

Sanki gelmeden Fatiha’yı evde okumuş da “Âmin” demeyi camiye bırakmış.

O kadar sürat başka nasıl izah edilebilir?

Bazı din kardeşlerimiz, Hızlı Gonzales’ten bile hızlı.

*

Hız sadece burada değil. Hayatın her alanına yayılmış olmalı.

Farzdan önce dört rekâtlık sünnet kılınacağı zaman, biz normal insanlar henüz ikinci rekâta gelmeden, o arkadaşlar başını iki yana çevirip selâm veriyor.

Yahu ne vakit bitirdin de selâm verdin?

Hani bir yere yetişecek olsa tamam da öyle bir ihtimal yok. Mecbur cemaati, hocayı bekleyecek. Müezzinin kametine uymak zorunda.

Oturarak, cep telefonunu kurcalayarak geçiriyor o vakti.

Önemli tabiî… Acil bir durum olabilir, telefona bakmak şart.

New York borsası açıldı mı, Tokyo borsasında durum nasıl, görmekte fayda var. Yoksa memleket batar.

Bunların hızlı namaz kılması yalnızca dünya borsalarıyla ilgili olmayabilir.

Trafikte aşırı hız yapanlar bunlar olsa gerek.

Emniyet yetkilileri camiye gelse, böyle hızlı namaz kılanları tek tek tespit etse, çıkışta kolaylıkla yakalayabilir. Makas atanlar da bunların arasından çıkıyordur mutlaka.

Kiminin sağından, kiminin solundan hızla geçerek, önündekini itekleyerek camiden çıkmaya çalışırken görüyoruz daha sonra o kişileri.

Daha önce bir yazıda bu konudan bahsetmiştim, tekrar etmek mecburiyeti doğdu. Sanki cami içinde mahsur kalma ihtimali var gibi davranıyorlar. Hâlbuki bugüne kadar hiç kimse bir camide mahsur kalmadı. Herkes bir şekilde çıkmayı başarır. (Ayrıca çıkılmasa ne olacak!)

Belki de az önce baktığı telefondan deprem olacağına dair bir haber aldı. Caminin yıkılmasından korkuyor. O yüzden bir an önce çıkma gayretinde. Telaş ve panik durumunu andıran o aceleci hareketler, hayatta kalma isteğinden.

Bir de yağışlı havalarda ayakkabılarını bir an önce alıp çıkarken etrafındakilere sürtmeler olmasa… Islak ve çamurlu ayakkabıları yanındakilere değmesin düşüncesiyle yukarı kaldırıp önündekilerin üstüne şıp şıp damlatmasına ne demeli?

Hoca vaazında ve hutbede Cennet ve Cehennem’den, Efendimiz’in (sav) hayatından öyle çarpıcı bahsediyor ki, içeride bulunanların tamamının aklının başından gitmesi, herkesin ayakkabılarını nereye koyduğunu unutması, kolay kolay hatırlamaması gerekir. Ama nerede o kadar etkilenecek adam!

*

Mübârek Ramazan ayında teravih namazlarının güzelliğini idrak etmek ne kadar önemli.

Başarabilene helâl olsun.

Camiler her zamankinden daha kalabalık.

Hocalar memnun.

Çocuklarını da getirenler var. Ne güzel.

Çocukların küçük yaştan itibaren cami ortamına, namaza alışması çok hoş. Kim karşı çıkabilir? (Zındık ve niyeti bozuk olan bahis harici.)

Bazı çocuklar annesinin, bazıları babasının yanında geliyor. Arkadaş grubuyla gelip cami içinde bir o yana bir bu yana rüzgâr estiren çocuklar da var tabiî.

Eskiden çocuklar azarlanırdı. Tokat yiyen bile olmuştur. Maalesef o da bizim çocukluk dönemimize rastladı.

Önceleri babalar ailenin reisiydi. Bir ara kadınlar hüküm sürdü. Şimdi çocuklar krallıklarını ilân etmiş durumdalar.

O yüzden çocuklara evde olsun, camide olsun, çarşıda alışveriş sırasında olsun laf söylemek, hizaya sokmak cesaret ister.

Ama camide hizaya girmek şart. Bir yandan da bunu bilmek zorundayız.

Hem hizaya, hem mesafeye dikkat edilecek. Düzen bozulmayacak, saf nizamına uyulacak, hareket edilmeyecek, konuşulmayacak. Velhasıl caminin de bir adabı var. Ki evdekinden de, çarşıdakinden de mühimdir. Hatta kusura bakmayın, okuldakinden de.

Müezzin kameti tamamladı.

Kalkıldı, hizaya mesafeye dikkat edildi. Saflar sık tutuldu.

Niyet ettik ve hoca içimizden söylediklerimizi duymuş gibi “Allahuekber” dedi.

Ellerimizi kulaklarımıza kaldırıp göbek üstünde bağladık.

Yandaki ise etrafa bakınıyor. Elleri boşta. Sağa bakıyor, sola bakıyor, başını kaldırıp kubbeyi kontrol ediyor. Hoca neredeyse Fatiha’yı bitirmek üzere, bizimki nihayet ellerini kaldırıp kulaklarına götürdü ve göbeğinde bağladı.

Dönüp kendisine “Hoş geldin” diyesim geliyor da namaz bozulacak. Namazın bozulduğu az gelecek, bir de kavga çıkacak.

Vaaz sırasında arka tarafta konuşanlara nasıl müdahale etmemek için sabrettiysem, hutbe sırasında konuşmalarını da anlayışla karşılayıp kendimi tuttuysam, buna da ses etmemem gerekir.

Farz namazının en önemli özelliği beraber hareket etmektir. Aynı anda tekbir, aynı anda rükû, secde, selâm…

Bazı kardeşler bundan habersiz veya kendilerini pek özel hissediyor ve herkesle aynı anda hareket etmemek için gayret gösteriyorlar.

Bir kişi, iki kişi değil böyle davranan. Her saftan üç beş kişi çıkar.

Caminin bütünüyle dolu olması ne güzel.

Yine de arka tarafta birkaç çocuğun sağa sola koşturduğunu gelen seslerden anlıyoruz. Olsun. İleride alışırlar. Düzgün davranmayı öğrenirler. Her mekânın bir adabı olduğunu anlarlar ve ona göre hareket ederler.

Az önce babasının yanında gelen bir kız çocuğu vardı. İki sıra önümde…

Hocanın güzel sesiyle okuduğu surelerden etkilenmiş olacak, o da başladı:

“Mini mini bir kuş donmuştu

Pencereme konmuştuuu…”

Hay Allah!

Hoca sesini yükselterek okuyor. Kız oralı değil. Kim bilir nereli. O da kendince devam ediyor.

“Aldım onu içeriye, cik cik cik cik ötsün diye

Pır pır ederken canlandı, ellerim bak boş kaldııı…”

Öyle böyle selâm verdik. Çok komikti ama kimse gülmedi. Aynı zamanda çok trajikti ama kimse ağlamadı.

Hocanın sesine kızgınlığın yansımasını herkes fark etmiştir. Kızcağız farkında değil tabiî. O kendi havasında. Güzel bir iş yaptığını düşünüyor olmalı. Yahut sıradan... Her zamanki gibi, her yerdeki gibi...

Kimse bir uyarıda bulunmadı. Ne hoca, ne müezzin, ne cemaatten biri.

Farzdan sonra teravih namazı başladı.

Hoca bu defa temkinli sanıyorum. İçimden, “İnşallah çocuk yine başlamaz” diye geçiriyorum.

Demeye kalmadı, hocanın okuduğu yerin verdiği ilhamla kız yine camiyi inletmeye başladı:

“Kırmızı baalık göölde, kıvrıla kıvrıla yüzüyor

Balıkçı Hasan geliyor, oltasını atıyor

Kırmızı Baalık diinle, sakın yemi yeeme…”

Şaka gibi algılanmasın. Kurgu sanılmasın. Kafamdan uydurmuyorum, Allah şahit.

Kıldık namazımızı, ettik duamızı. “Âmin” dedik. Allah kabul etsin.