“İÇİM bir farklı düşte, dışım hep bir uyumsuz;
Ya dışta yanlışlık
var ya da içim doyumsuz.”
***
En
yakınıdır insanın “iç” denilen mekân… Dış mekân daha değişken, daha güvensiz ve
daha uzaktır, içe nazaran… Fakat iç daha güzel, daha hakikatlidir. Dış âlemin
içle kafiyesiz, ahenksiz ve vezinsiz duruşu; daha ziyâde dıştaki kusurlardan
ileri geliyor.
En
basitinden iç mekân; sonsuz kumsallarda dertsiz, tasasız, huzurlu ve dingin
zamanları tahayyül ederken, dışarıda işler çok başka ilerler. Bazen içteki
kumsalların güneş yanığı kokusunu bile yakından ve derinden hissedersiniz;
fakat tam o mevkide, dış mekânda gereksiz bir topluluk ya da cendere karakterli
bir sessizlik hâkimdir. İnsanın o iç mekân ferahlığından dış mekân zorbalığına
geçişi de belirsiz aralıklarla ve engellenmesi olanaksız bir şekilde
gerçekleşir.
Bazen
içeriden dışarıya bir esinti hâsıl olur. Sanki içteki o ılıman iklimin
narinliği bir an için dış mekâna da tesir eder. Fakat kısa süren bu entelekt
serinlik, yerini bir öncekinden daha da faydasız bir sessizliğe teslim eder.
İç
ve dış mekân arasındaki makas açıklığı büyüdükçe, zihnin yeniden realiteye uyum
sağlaması ve dengeyi kurması bir hayli zorlaşıyor. Düşünsenize; iç mekânda
-sıklıkla- en lâtif duygularla betimlenmiş bir ömür sürüyorsunuz, gözün ve
kulağın şâhit olduğu ve çevrenizdeki insanların da müdahalede bulunabildiği
savunmasız dış mekânda, tüm iç daraltan hâdiseler vuku buluyor. Tabiî bu
olumsuz görünen sessizlikler ve yalnızlıklar içinde, iç mekânı süslemek de
beceri gibi gelebilir. Fakat iç mekânın bezenmesi iyileştiricidir ve kolay işlenen
bir malzemedir. Bu nedenle en kara varsaydığımız günlerin bile belli zaman
dilimlerinde iç mekân dekorasyonu yaparız. Buna, daha gerçekçi bir yaklaşımla
ve metaforik tanımlamalardan uzak bir sadelikte, “hayal dünyası” diyoruz.
Bir
sessizlik duydum sanki…
Tam
o, iç dünyanın renkli fonu üzerine tasvir edilmiş manzaradan ayrılıp kalabalık,
sıkışık ve duyguların istif olduğu o karmaşık dış mekâna ilk geçiş ânında bir
sessizlikle tanışır insan… Bu, hayâl kurma ve gerçeğe dönme sürecinin en keskin
virajında, insan, sessizliği duyar. Öyle bir sessizliktir ki bu, hiçbir kalabalık,
hiçbir gürültü ve hiçbir hareketle silinemez. Herhâlde insan hayatının en
sessiz sahnesidir bu hayâlden gerçeğe geçiş zamanı.
Hani
mimarîde ve bilhassa camilerde kare bir mekândan yuvarlak formlu kubbeye
geçişte çeşitli geçiş unsurları ile
mekân bütünlemesi yapılır ya… Kare mekân üzerine oturan yuvarlak bir kasnak,
köşelerde çeşitli stilizasyonlarla meydana getirilmiş pandantif ve tromplarla
birbirine kaynar. O devâsa köşeli alandan devâsa yuvarlak kubbeye geçerken
hiçbir yapı malzemesini incitmemiş olursunuz. Ve hepsi birbiriyle bir uyum ve
ahenk sergiler. Bu, bakanda bir ritim duygusu, bir sükûnet ve rahatlama
hissettirir.
Aslında
o kare mekânın üzerindeki devâsa yuvarlak, insanın endişeli yaşam sahnelerini
hissettirir ki yumuşak geçiş unsurlarıyla endişe, sükûnette karar kılar. İşte
hayâl dünyasından yani iç mekândan gerçek dünyaya yani dış mekâna geçişte bu
saygıdeğer geçiş unsurlarını kullanmak da, iki mekânda gidip gelen zihnin ve
kalbin de sakinleşmesini sağlayacaktır.
Elbette
işin sırrını vermeden önce gezineceğim birkaç yer daha var!
En
etkili sessizlik; bu iki mekân arasındaki yolculukta, içten dışa dönüşte
gerçekleşiyor. Tam o ânı sessizlik olarak ifade etmek de tesadüfî sayılmaz. Çünkü
sessizlikten anladığım şey, tam olarak, dünyayı tekrar tekrar tanıdığımız
anlardaki kararsızlık ve afallama ile açıklanabiliyor. Derin ve gerçekçi bir
rüyadan uyanırken, dışarıdaki seslerin hemen duyulamaması… Rüyadan ilk
uyanışta, ezberlediğimiz hayatın yabancı gelişi… Ve rüyanın gerçekliğini terk
edip saatlerin hükmüne geri dönüşte yaşanan o sendeleme hâli, gerçek bir
sessizliktir.
Ölçülebilen
bir frekansla duyulan titreşimler, gözle görülebilecek kadar büyük haykırışlar,
insanı içine çekebilecek kadar karmaşık bir kalabalık bile o geçiş ânının
sessizliğine yenik düşer. Bu an ne kadar kısa sürerse sürsün, yaşanılan, en
kıdemli sessizliktir.
İki
sessizlik arasında hacim, boyut, ağırlık ve kütlesel bir ölçüm yapmaya kalksak,
dışarıdaki gürültü ne kadar fazlaysa, sessizlik de o denli yüksektir. Yani
duyulmayan sesin fazlalığı, sessizliğin kudretini gösteriyor…
Yoksa
gerçekten sessiz bir ortamda, orada bulunan herkese göre aynı sessizlikteki bir
ortamda, güçlü bir sessizlikten bahsedilemez. O, gerçek ve şaşırtmayacak kadar
sessiz bir sessizliktir. Hareket ve titreşim arttıkça duyulmayan ve
algılanamayan her şey, yaşanan sessizliği ağırlaştırır, fazlalaştırır. Ve
elbette, bu sessizlik insanın iç ve dış mekân arasındaki hızlı ve tekinsiz
geçiş ânını sembolize ettiğinden, sadece o kişiye mahsustur. Bir kişiye ait,
onun dışında kimseyi sarsmayan ve kimseye duyulmayan sessizliğin sonucu da
başarılı bir yalnızlıktır.
Başarılı
yalnızlık
Hiç
sevmem, hiç de önermem; cümleleri, sıfatları, sözcükleri ve hattâ susuşları tek
bir anlama hapsetmeyi… Başarılı bir yalnızlığın iki yöntemi vardır. En az iki…
Birincisi:
İç ve dışın uyumsuzluğu ile düşülen dünyevî ve mânevî doyumsuzluk; insanın
kendi mal varlığı arasında sayılabilecek bir sessizliktir… Fakat bu mamelek, mîras
yoluyla aktarılamaz. Ya da paylaşılamaz… Bir karar ile eksiltilemez ya da
çoğaltılamaz… El yordamıyla düzeltilemez ve şekillendirilemez. Öyleyse bu
sessizlik, insanın kendi el emeği göz nûru bir yalnızlığı var edecektir. İşte
başarılı yalnızlık, kimsenin duyamadığı, kişiye özel ve emekle var edilmiş
sessizlikten besleniyor!
Bir
diğer başarı sebebiyse, bu insana ait sessizlik anlarının devamındaki
kazanımlar…
İnsan
ne zaman içindeki âlemin hoşluğundan dışındaki maddenin boşluğuna düşse ve o
anda tüm gürültülere sağır bir sessizliğe düşse, yoğrulmak zamanıdır.
Kalp
bu sessizlikte incelir, işlenir, süslenir. Bu sessizlik öyle vurucu bir etkiye
sahiptir ki, aciz bir yalnızlıkta insanı parçalar, parçalar, toplar. Her
parçalanış ile insan, düşüncenin özünü emer ve benliğin adavetini keşfeder. En
büyük şiirler, en geçkili besteler, en derin tablolar bu sessizlikten ve bu
yalnızlıktan çıkar. Dokunsan, tutunduğu göğüs kafesinden düşecek kadar
yumuşayan kalbin bir zar gibi inceldiği eşsiz bir sessizlik, insanı bir an için
de olsa en duyarlı, en vefakâr, en kanaatkâr ve en müteşşekkir varlık hâline
çevirir. Bu Rabbe şükrü, dosta vefâyı ve kâinata saygıyı gündeme getirir
zihinde…
Ve
insan gider; tam bu hâl üzere, belki ömrünce arayıp bulamayacağı kadar gerçek
bir ibadette bulur kendini, belki bir eser verir, belki bir söz fısıldar. Fakat
elbette bu hüzünde, alternatifi olmayan bir güzelliğe, iyiliğe, doğruluğa
kavuşur.
İşte
bu, kıdemli sessizlikte başarılı bir yalnızlıktır!