KIBRIS sorunu, Türkiye
için, Türk Dışişleri için oldukça eski ve önemli bir sorun olarak varlığını
sürdürmektedir. Gerçi Lozan’da “Kıbrıs, İngiltere’ye aittir” hükmünü Türk
tarafı kabul ederek güya bu sorunu çözmüştü. Ancak adadaki Türkler, 1950’li
yıllarda Rum tarafının sistemli ve koordineli saldırısına uğrayınca Başbakan
Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, büyük bir diplomasi
başarısı ile 1959 Zürih ve 1960 Londra Anlaşması ile Türkiye’yi Kıbrıs’ta
“garantör ülke” sıfatı ile yeniden taraf durumuna getirmişlerdi. Bu
başarılarının bir sonucu olarak da 1961’de idam edildiler.
BM
eski Genel Sekreteri Cofi Annan’ın hazırladığı barış plânına göre, Türk tarafı
elindeki toprakların yüzde 10 kadarını Rumlara devredecek, yaklaşık 100 bin
kadar Rum’un Karpaz bölgesine gelip yerleşmesine razı olacak, böylece Kıbrıs’ta
iki kesimli bir federasyon devleti yeniden kurulacaktı.
2004
Türkiye’sinde Kıbrıs’ın “Türkiye üzerinde büyük bir yük olduğu, Türkiye’ye
hiçbir getirisinin olmadığı, Türk dış politikasını rehin aldığı, Türkiye’nin
AB’ye girmesini istemeyen ulusalcı çevrelerin de Kıbrıs sorununu bahane olarak
kullandığı” iddiaları oldukça rağbet görmüştü. Annan Plânı’na “Evet!” demek,
neredeyse Türk’ün makûs talihinin yenilmesi olacaktı. Bu havada yapılan
referandumda Türk tarafı bu plâna yüzde 70 ile “Evet!” derken, Rum kesimi de
aynı oranda “Hayır!” diyerek Annan Plânını işlevsiz hâle getirdi.
Buna
rağmen AB, Rum kesimini, bütün Kıbrıs’ı temsilen üyeliğe kabul etti. Türk
tarafını ise AB’nin de destek verdiği plâna “Evet!” dediği için cezalandırmış
oldu. Buna rağmen Türkiye’deki AB lobisinin fanatizminde bir azalma görülmedi.
“Türkiye’nin AB’ye katılması ile bir daha darbe olmayacağı, AB’ye geç
katılmasına rağmen Yunanistan’da bile kişi başına düşen yıllık gelirin 30 bin
dolar seviyesinde olduğu, Türkiye’nin AB üyeliğinin de benzeri bir refah
seviyesini kaçınılmaz edeceği, Türkiye’de demokrasinin gelişerek yerleşeceği”
iddiaları tekrarlanıp durdu.
Ne
var ki, tarihin seyri bu iddiaları doğrulamadı. Rum kesiminin plâna “Hayır!”
demesinin arkasında Rusya’nın desteğinin olduğunu iddia eden Türk kesimi lideri
Rauf Denktaş, ”Allah Rusya’dan razı olsun, Rumlara ‘Hayır!’ diyerek bizi
kurtardı” diyerek sevincini açıklamıştı. AB lobisi ise her zamanki riyakâr hâliyle,
“AB Kıbrıs’ta her ne kadar böyle yaptıysa da AB hedefi Türkiye için
alternatifsizdir” nakaratında ısrarcı oldu.
Şimdi
AB ve ABD’nin ısrarı ile Kıbrıs Barış Görüşmeleri yeniden tekrarlanmaktadır.
Ancak AK Parti’nin Kıbrıs hakkındaki siyaseti 2004’e göre oldukça değişmiştir.
Bir defa AB’nin Türkiye’ye karşı taahhütlerini yerine getirmediği, AB üyeliğine
rağmen Yunanistan’ın iflas ettiği, Türkiye’ye karşı yürütülen terör
hareketlerinin AB ve ABD desteği ile bir beka sorununa dönüştüğü, 15 Temmuz
darbesinin de yine AB ve ABD tarafından desteklendiği görülmüştür. AB ve ABD,
Türkiye’de siyasî ve ekonomik istikrar için en önemli tehdit olmaya devam
etmektedir.
Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), AB ve ABD’nin ortak ablukası ile 1974’ten beri
olağanüstü zorluklar içindedir. KKTC’yi tanımıyorlar, limanlarına ve havaalanlarına
gemilerin ve uçakların yolcu götürüp getirmesini engelliyorlar. KKTC’den hiçbir
ürünün dışarıya ihracına izin vermiyorlar. Buna rağmen Türkiye, bu şartlarda
bile KKTC’yi ayakta tutmaya devam etti, ediyor.
Kıbrıs’ın
en büyük sorunlarından biri su yetersizliğidir. Türkiye bu sorunu kökten
çözecek bir yatırım yaparak, Türkiye’den borularla KKTC’ye su götürdü. Ne var
ki, bu projenin açılış töreni tarihi olan 16 Ekim 2015’te Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ı protesto edecek ölçüde akıl, edep ve insanlık dışı bir tepki örneği,
Kıbrıs Türklerinin bir bölümü tarafından gerçekleştirilmiştir. Türkiye’nin
adaya elektrik ve internet bağlantısı sağlayacak projelerinin de gerçekleşmesi
hâlinde KKTC’nin su sıkıntısı bitmiş olacak, sulu tarım üç beş oranında
katlanarak artacak, elektrik fiyatları büyük ölçüde ucuzlayacak, tarım
ürünlerinin Türkiye tarafından alınması hâlinde dışarıya ürün satamamanın yol
açtığı sorunlar da çözülecektir. Bütün bunları Türkiye, Kıbrıs’ta yapacak imkânlara
sahiptir ve zaten yapmaktadır.
Buna
karşılık Rum kesiminde su sıkıntısı ve dünyanın en pahalı elektriği tüketilmeye
devam edecek, yetersiz su nedeniyle sulu tarım yapılamayacaktır. İflas hâlindeki
Yunanistan ve AB ise, Rum kesiminin bu sorunlarını asla çözemeyecektir!
Hâl
böyle iken, yeniden başlayan Kıbrıs görüşmelerinde Türk tarafının “barış için
toprak tavizine katlanacağının” söylenmesi utanç vericidir. Bu, Türkiye’nin
fedakârlıklarının yok sayılması ve Kıbrıs’a su götürülmesini bile protesto
nedeni sayan ahlâksız güruhun etkisi olmalıdır. Kıbrıs’ta Türk tarafından Rum tarafına
toprak kaydıracak, Rum nüfusunun bir bölümünün yeniden Türk tarafına gelip
yerleşmesini temin edecek bir anlaşmanın Türk tarafına faydası ne olacaktır?
Türk kesiminde üs bulan o ahlâksız güruhun buna hakkı var mıdır?
Kıbrıs’ta
artık şartlar değişmiştir! Rumlar, Türklerin suyuna ve elektriğine muhtaç
duruma gelmiştir. Artık Rum tarafından Türk kesimine göre bir toprak kaymasını
beklemek hiç de akıl dışı değildir. Adaya su götürülmesine bile itiraz eden
taife Rum kesimine gönderilerek bu sorun sonsuza dek çözülmüş olacaktır!