Kıbrıs’ta çifte bayram

Körfez’deki hainler hıyanetlerine devam mı ettiler, Akıncılar tepelerinde bitecektir! İsrail bizi tehdit etmeye mi kalkıştı, kamikaze İHA yağmuru ile tanışacaktır! Sisi firavunluk sancağını mı kaldırdı, Hak asâsı olan Türk füzeleri ile boynuzu kırılacaktır! Yunan cirminden fazla yer mi yakmaya kalkıştı, Adalar Denizi’ni kaybedecektir! Evet, Geçitkale’ye kurulacak olan SİHA Üssü, Kıbrıs’a yan gözlerle bakanların gözlerini oyacaktır!

BAŞKAN Erdoğan tarafından 20 Temmuz 2021’de yapılacak olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ziyareti, Kıbrıs ve Türkiye için tarihî bir önem taşımaktadır. Bu ziyaret, Yeni Türkiye’nin kendi ekseni için ilk rüşt ispatı anlamını taşımaktadır.

Neden “rüşt ispatı” diyoruz?

Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili macerasına 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nı esas alarak baktığımızda, kendi inisiyatifimiz dışında gelişen ve başkalarının baskılarına göre şekillenen bir sürecin izlendiği görülür. Kıbrıs meselesinde neden başkalarının baskılarına göre bir süreç izlenmiştir? Çünkü Türkiye’nin başkalarının ne dediğine bakmadan, kendi çıkarlarını önceleyen bir siyâsî rota belirlemesi, 15 Temmuz 2016 ihanetinden sonra gerçekleşmiştir de ondan!

Evet, Türkiye, bir asır  önce sıkıştırıldığı ve kendi içine büzüştüğü Anadolu Ergenekon’undan bu ihanet sonrası bir bekâ refleksiyle dışarı çıkar çıkmaz kendi tarihî gerçekliği ve büyük tarih3i vazifesi ile karşılaşmıştır.

Tarih sadece milletlerin izlediği kronolojik bir siyâsî süreç değildir. Tarih, aynı zamanda milletlerin kaderidir. Kaderden kaçılamadığı gibi, tarihten ve tarihin çağrısından da kaçılamaz. İlâhî buyruk, bizim hayır sandığımızda şer, şer sandığımızda da hayır gizlendiğini ihtar eder.

Türkiye, kendi kaderi ve kendi tarihine bizim için bir şer olarak başlayan ancak büyük bir hayra dönüşen bir ihanet girişiminin ardından sonra dönmüştür. Dünya sahnesine tarih yapıcı bir millet olarak çıkan Türklerin, tam bir asırdır tarihin zindanında kalması anlaşılır bir şey değildi. Zira tarih yapıcısı Türklerin dünya sahnesinde olmadığı zamanlarda, adalet ve iman bayrakları gönderden iniyor, yerine zulüm ve şeytanlık ikâme oluyordu.

Evet, Anadolu Ergenekon’unda yüz yıl bekledik. Güç topladık, nefes topladık, gitmiş hafızamız yerine geldi ve bir büyük ihanet travmasının arkasından düştüğümüz yerden kalktık. Türk’ün ayağa kalkması demek, onunla beraber düşen iman ve adalet sancaklarının yükselmesi demektir. Bu sancakları ilk önce kukla yapıların cirit attığı Suriye üzerinde dört kez yükselttik. Hem de dünyanın iki süper gücünün gözlerinin içine baka baka yükselttik! “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” ilkesiyle bedel ödemeyi göze alarak yükselttik.

Bedel ödemeyi göze alanlar, bedel ödetmeyi de göz alanlardır. Böyle yaptık da ne oldu? Ne olacak, âleme kendi gücümüzü kabul ettirdik ve hafızalardaki Türk imajını görünür kıldık. Türkiye’den yükselen iman ve adalet sancağı dünyada, onu kendi ceddinin iman ve adalet sancağının vârisi olarak hatırlattı. Çünkü bu âlem Selçuklu’da ve daha çok da Osmanlı’da bu sancakları görmüş idi.

Bir asırdır, mirası reddeden bir hayırsız evlât gibi, cihanın gördüğü en adil, en merhametli ve en mükemmel devlet olan Osmanlı Devleti’nden, âdeta vebadan kaçar gibi kaçtık. Osmanlı kimdi? Osmanlı bizdik! Kimden kaçıyorduk? Kendimizden! Neden kaçıyorduk? Çünkü yüz yıl boyunca bizi Anadolu hapishanesinde mankurtlar hâline getirdiler; tarihinden, dilinden, kimliğinden, dininden, medeniyetinden kopmuş bir mankurt topluluğuna...

Ama 15 Temmuz ihanet darbesi, bizim hafızamızı yerine getirdi ve tekrar dışarı çıktık. İman, ihlâs ve adalet sancaklarımızı yükseltince atalarımızın mirasının büyüklüğü gözümüzü kamaştırdı. Bu mirasa, neye mâl olursa olsun, sahip çıkmalıydık. Kendi kendimize sorduk: “En son bu aziz mirasın hangi parçasını kaybetmiştik?” Trablusgarp’ı yani Libya’yı…

Bir kaderden başka bir şey olmayan tarih, tuttu, bizi Trablusgarp’a çekti. Bu tarihin eli değil, Hakk’ın Eliydi elbet. Risk büyüktü, Trablusgarp düşmek üzereydi; hamlemiz büyük bir fiyasko ile sonuçlanabilir, itibarımız beş paralık olabilirdi. 

Ancak kaderine yürüyen bir milletin gözünde hiçbir şey risk olarak algılanamazdı. Bedel varsa ödenecek, önümüze çıkanlara da bedeli ödetilecekti. Nitekim karşımıza çıktılar ve bedelini ödettik. Ne Rusya engelleyebildi bizi, ne Kuzey Afrika’yı iliklerine kadar sömüren Fransa ve Avrupa ülkeleri. Ne Müslüman görünümlü Körfez kuklaları mâni olabildi, ne de Firavun artığı Sisi.

Neden mi Trablusgarp’daydık? Çünkü Mavi Vatan’ın ve Kıbrıs’ın teminatı Trablusgarp idi de ondan. Malûmdur ki, hiçbir savunma ülke içinden yapılmaz, mutlaka dışarı çıkacaksınız ve en hayatî noktalarda konum alacaksınız. Biz de öyle yaptık ve Libya’da yer almakla Akdeniz’in zenginliğini ve Kıbrıs’ın stratejik konumunu düşmanların azgın iştahlarına kapattık.

Peki, sonra ne yaptık? 30 yıllık Karabağ İşgali’nin sonlandırılmasında can kardeşimiz Azerbaycan ile ezberleri bozduk. Azerbaycan’ın kadim ata topraklarını işgal eden soysuz Taşnak Ermenilerine tarihlerinin en ağır darbelerinden birini vurarak sözde Büyük Ermenistan hayâlini çöpe attık. Demek istedik ki, “Sen bırak Türk topraklarından pay almayı, işgal ettiğin bu topraklarda da tutunamayacaksın!”.

Türk’ün Türk ile el ele vermesi, dünyada hiç kimsenin istemediği bir görüntüydü ama bu görüntü bizi zafer, başarı, özgüven ve tarihin çağrısına taşıdı.

Kafkaslarda Türklüğün hasretiyle esen yeller ile buluşup Orta Asya’ya o çatıdan baktığımızda, Turan ellerin iman ve ihlâs sancaklarını kaldırıp beraberce yürümesi gerektiğini gördük. Nasıl ki kök atamız Oğuz Kağan, “Daha deniz, daha ırmak” diyerek yürüyüşe geçmişse, Oğuz’un çocuklarının da aynı hisle yürüyüşe geçmesi gerekiyordu. 

Zira önümüzde yeni bir dünya şekilleniyor ve şekillenen bu dünyada Türklüğün arzın merkezine oturması gerekiyordu. Bir tarafta Atlantik İttifakı, bir tarafta Rusya, bir tarafta Çin ve dördüncü güç olarak da Çin Seddi’nden Adriyatik’e kadar olan sahada Türkler…

Bu hâdise, yüz yıl önceki gibi bir hayâl ve ütopya değil, yuvarlanarak ayağımıza gelmiş bir Kızılelma idi. Evet, ne zaman ki Kızılelma’yı aramaktan yorgun düştük ve tarih sahnesinden çekildik, bahtımız ters döndü. Börklerimiz ve tuğlarımız tekrar mavi gök ile yağız yer arasında görüldüğünde, Kızılelma’nın da bizi aradığına şahit olduk.

Hatta bu öyle İlâhî bir arayıştı ki, yuvarlanıp ayağımıza kadar geldi.

Bize düşen, o kutlu elmayı sancağımızın tepesine koyup bir gelin alayı gibi yürüyerek Türklüğün ve İslâm’ın kaybettiği nazenin ümmet gelinlerini o sancak altında toplamaktır. Ne güzel bir fırsat ve ne güzel bir saadet! Masal bildiğimiz şey hakikat oldu, tarih oldu, coğrafya oldu, fırsat oldu ve bizimle buluştu.

Bu uzun girizgâhı niye yaptık? 20 Temmuz 2021’deki Kıbrıs açılımının ne anlama geldiğini göstermek için…

20 Temmuz, hem Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yıldönümü, hem de mübarek Kurban Bayramı’nın ilk günüdür.

Başkan Erdoğan, 20 Temmuz’da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi’nde tarihî bir konuşma yapacaktır. Bu konuşma, Türklük ve İslâmiyet’in makus talihinin yenildiği yer olarak tarihe geçecek ve kutlu sancak Kıbrıs’tan yükselecektir. Bugün, bizi tarihe gömenlere bir cevaptır. Bu konuşma, bizi coğrafyamızdan koparanlara bir cevaptır. Bu nümayiş, bizi din ve medeniyetimizden koparanlara bir cevaptır. Hatta cevap da değil, meydan okumaktır!

Evet, 20 Temmuz’da ilk hamle, Kıbrıs’ın bağımsızlığının tanınmasıdır. Önce birkaç ülke tarafından, ama daha sonra kademe kademe herkes tarafından tanınacaktır Kıbrıs Türk Devleti.

İkincisi, Anadolu uçak gemisinden evvel, üzerinden yüzlerce İHA’nın kalktığı ilk büyük uçak gemimiz Kıbrıs olacaktır. Geçitkale’de İHA’lar, SİHA’lar ve modern Türk silahları geçit yapacak ve SİHA’ların “Akıncı” beyleri olan TİHA’lar, 7 bin 500 kilometre menzil ve bir tondan fazla mühimmat ile kalkarak dosta güven verecek, düşmana da korku salacaktır.

Artık Türk’e kefen biçenin vay hâline! Atsız’ın dediği gibi, “Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olacaktır”.

Körfez’deki hainler hıyanetlerine devam mı ettiler, Akıncılar tepelerinde bitecektir! İsrail bizi tehdit etmeye mi kalkıştı, kamikaze İHA yağmuru ile tanışacaktır! Sisi firavunluk sancağını mı kaldırdı, Hak asâsı olan Türk füzeleri ile boynuzu kırılacaktır! Yunan cirminden fazla yer mi yakmaya kalkıştı, Adalar Denizi’ni kaybedecektir!

Evet, Geçitkale’ye kurulacak olan SİHA Üssü, Kıbrıs’a yan gözlerle bakanların gözlerini oyacaktır!

Üçüncü olarak da Maraş bölgesi hayata geçirilecek ve bu hamle, bir ekonomik paket ile desteklenerek Kıbrıs Türkleri, Avrupa’nın avı olmaktan çıkarılacak bir zenginliğe kavuşturulacaktır.

Dördüncü müjde olarak Kıbrıs Türk Devleti’nin karasuları içerisinde bulunan G noktasındaki zengin doğalgaz yatakları açıklanabilir. Ancak bu konuda biraz ihtiyat ediyorum. Açıklanabilir, ancak sonraya da kalabilir. Açıklanırsa, demek ki Türkiye, “Herkese hodri meydan!” diyecek bir kıvama gelmiş demektir. Açıklanmazsa, yine aynı kıvamdadır ama hamleyi başka bir zaman yapacaktır. 

Evet, Kıbrıs mücadelesi 20 Temmuz’da gerçek bir zafer ile taçlanacak ve Kıbrıs Türk Devleti, Kasım ayında ilân edilmesi muhtemel olan Türk Devletleri Örgütü’nün reşit bir üyesi olacaktır.

Son söz: Yürü bre dünya! Türklük yeniden tarih sahnesine döndü.

“Yol O’nun, varlık O’nun, gerisi hep angarya!/ Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!”

Sakarya ayağa kalktı, ayağa da kaldıracaktır. Allah-u âlem…