Kibir (2)

Kibir, doğru düşünmeye, aklı ve iradeyi doğru yöne sevk etmeye engel bir huydur. Bu huy, insanı yaratılış gayesi olan kulluktan ve kulluğun kazandıracağı ahlâkî erdemlerden mahrum bırakır.

TOPLUMLAR, kendilerine özgü farklılıkları diğer toplumlara karşı bir tekebbür yani büyüklenme aracı olarak kullanabilirler. Bu hususla alâkalı Kur’ân-ı Hakîm’de (Saffât 69-70, A’râf 28 ve 70, Yunus 78 ve de Maide 104’te) uyarılar bulunamktadır.

Kibir, sosyal bir tutum olarak tezahür eder; toplumun sosyal ilişkilerini olumsuz yönde etkiler ve sonuçta diğer toplumlar karşısında sağlıklı bir düşünce yapısının oluşmasına engel olur. Bu tür toplumlar, birtakım gelenekler yoluyla kendilerine aktarılan düşünce ve kültür kalıplarını yücelterek insanların akıllarıyla vakıaları sorgulamalarına ve eleştirmelerine çoğu zaman imkân vermezler. Bu bakımdan “taklit” hakkında, “Kibirlenmeyle çok yakın ilişki içindeki bir tutumdur” denilmektedir.

Modern psikoloji, kibrin bireysel boyutu aşarak toplumda yaygınlaşmasını “toplumsal narsisizm” olarak belirler. Bu tür narsisizmde toplumun üyeleri, kendi topluluklarının diğer topluluklardan daha üstün olduklarına inandırılır. Irkçılık da toplumsal narsisizmin bir sonucudur.

İnsanlık tarihi kadar eski olan narsisizmin bu türü, son yüzyıllarda Pan-Almancılık, Pan-Slavcılık, ABD’nin Evanjelizm hükümranlığı, İsrail’in Yahudi ırkçılığı gibi ideolojilerle ortaya çıkmıştır. Bu tür ülkelerdeki devlet aklı, kendi üstünlüklerini kabul etmeyen diğer milletlere, devletlere saldırma hakkını kendilerinde bulmuşlardır. Bunlar toplum tekebbürünü büyüklenme aracı olarak kullanmaktadırlar ve daha sonra da kullanabilirler.

Kibrin toplumlardaki en âdî hâli, Eş’arî kelâmcısı ve Şâfiî fakihi Beyzavî veya Kadı Beyzavî tarafından şöyle ortaya konulur:

“Kibrin, insanların hukuk anlayışındaki sapmalarda da etkili bir unsur olduğu görülür. Sözgelimi, cahiliye toplumlarında daha şerefli sayılan kabilelerden cinayet işleyenlerin cezaları farklı tutulurdu. Buna göre aşağı sayılan kabileye mensup katil öldürülürken, üstün sayılan kabileye ait katil karşı tarafa sadece diyet verirdi.”

Kibrin inkârdaki rolü

İnsanları iman etmekten engelleyen birtakım sebepler bulunmaktadır. Bunlar taklit, cehalet, hevâ ve kibirdir. Kibir, bunların en önemlisidir. Çünkü kibir, aklın görevini yerine getirmesine engel olur ve sahibini, en açık delillere rağmen hakkı reddetmede güçlü bir direnişe sevk eder.

Nitekim Kur’ân’ın ilk muhatabı olan Cahiliye müşriklerinin Tevhid inancına karşı gösterdikleri husumet ve saldırganlığın temelinde de kibir bulunmaktaydı. Bazı ayetlerde “kâfirler” kelimesi yerine onların sıfatlarını belirten “mütekebbirler” (mütekebbirîn) kelimesi, kibrin inkârdaki etkin rolüne dikkat çeker.

Kur’ân’da kibir, “övülen ve yerilen” olmak üzere iki zıt kutuplu bir sıfat olarak ele alınır. Bu sıfatla sadece Allah (cc) övülür ve bu sıfata ancak O’nun müstahak olduğu bildirilir. Çünkü bütün kemâl sıfatlara mutlak olarak sahip tek varlık O’dur. Kullar ise çok sayıda noksan niteliklere sahiptirler. Sahip oldukları üstün nitelikler ise sınırlı ve gayr-ı mutlak olduğu için kibirlenmeye lâyık değillerdir.

Kibir, doğru düşünmeye, aklı ve iradeyi doğru yöne sevk etmeye engel bir huydur. Bu huy, insanı yaratılış gayesi olan kulluktan ve kulluğun kazandıracağı ahlâkî erdemlerden mahrum bırakır. Kur’ân’da kibirle ilgili farklı kelimelerin kullanılmış olması, kibrin mahiyetini ve farklı şekillerde tezahür eden zulümlerin kaynağı olduğunu ortaya koymak bakımından dikkat çekicidir. Kur’ân, ağırlıklı olarak kibrin inkârdaki rolü üzerinde durur. Allah’a ve buyruklarına karşı kibir göstermekten insanları sakındırır. Kibirli insanın, önüne serilen tüm delillere rağmen Hakk’ı ısrarla reddettiğini, bununla yetinmeyerek zayıf bulduğu kimseleri kendisi gibi inanmaya zorladığını bildirir.

Kur’ân, insana kapasite ve sınırlarını tanıtarak, aşkın bir güç ve iradeye boyun eğmeye yöneltir. Bu yöneliş, insanın Allah’a karşı tevazuudur. İbadet, dua, tövbe ve şükür, kulun tevazuunun ifade şekilleridir. Kur’ân’da mütekebbir tek varlığın Yüce Allah olduğuna yapılan şiddetli vurgu da insanın güç ve sınırlarını tanımasını hedefler. Bu durum, kibrin insanda bir davranış bozukluğu hâline dönüşmesini önleyecek bir çözümdür.

Behemehâl, bir hususun bilinmesinde fayda vardır: Bir pozitif bilim olan psikoloji, kibrin bireysel ve sosyal hayattaki problemlere katkısını belirlemiş olmakla birlikte, bu problemin önlenmesi konusunda “Allah” merkezli bir çözümden bahsetmez.

Hakkı teslim edelim ve son sözü Allah-u Teâlâ’nın Sünnettine bırakalım: Allah (cc), insanı iyiliğe ve kötülüğe erişebilir olarak yaratmış, peygamber ve elçi göndererek hak yolu ona göstermiş, ahiret yurdundaki mazeretleri bertaraf etmiştir. İsyan kabiliyeti olan insan, iradesiyle doğru yolu tercih ederse Cennet’e ulaşabilmekte, bâtıl bir yolu takip ederse Cehennem’e varmaktadır. Vesselâm…