
TÜRKİYE 15 Temmuz 2016’da FETÖ darbesini bastırarak büyük bir badireyi atlatmıştır. Eğer bu darbe başarılı olsaydı, Türkiye’nin bugünkü yapısı, büyük bedellerin ardından çok daha farklı olurdu. Bu darbenin püskürtülmesinde Tayyip Erdoğan’ın kararlı tutumu kadar halkın, asker ve polisin önemli bir kesiminin payı büyüktür. Her şeyden önce “FETÖ” adının ve hizbinin nasıl ortaya çıkıp büyüdüğünü hatırlamak faydalı olabilir.
Kısa bir tarihçe
Örgüte ya da cemaate adını veren Fethi Gülen (doğumu 1941; çoğunlukla “Fetüllah Gülen” diye bilinir), Nur Cemaatine mensup biridir. İlkokul mezunudur. İlkokuldan sonra, Erzurum’da eski usûl eğitim veren medreselerde öğrencilik yaparken Said-i Nursî’nin kitaplarını (Risalelerini) tanımış ve ona bağlanmıştır. Bu sırada Erzurum’da şubesi açılan Komünizm ile Mücadele Derneği’ne katılmıştır.
Risalelerin ortak özelliği, ateizmi ve din karşıtlığını temel alan komünizme şiddetli muhalif olmasıdır. Nurcular, Risalelerde insan için gerekli olan her türlü bilginin toplandığına, Nursî’nin Allah vergisi özel bir bilgi (vehbî ilim) ile donatıldığına, yazdıklarının ise tefsir mahiyetinde olduğuna ve Nursî’nin Allah tarafından görevlendirilmiş (Asrın Müceddidi) olduğuna inanmaktadırlar. Bu yüzden Risalelerde eksiklik, yanlışlık ve hatalı bir ifadenin olmadığını kabul etmektedirler. O kadar ki, Risalelerde kullanılan Türkçe, anlaşılması hayli zor, ağdalı bir dildir. Buna rağmen Risalelerin sadeleştirilerek günümüz Türkçesi ile basılamayacağı, Nurcuların ortak görüşlerindendir.
Fethi Gülen’in gençlik döneminde, Rusya’da “SSCB” adlı yönetim biçiminde komünist ideoloji devletin resmî görüşüydü ve her türlü dinî faaliyet suç sayılmaktaydı. Yüzlerce yıl Osmanlı Türkleriyle savaşmış, Osmanlı’nın yıkılmasında etkili olmuş ve Türkistan’ı işgal etmiş olan Rusya’ya (SSCB) karşı Türkiye’de hatırı sayılır bir düşmanlık vardı. Komünizm ise bu düşmanlığa dinî bir boyut katmıştır. SSCB’ye/komünizme karşı faaliyetlerin içinde olmak, dönemin Türkiye’sinde resmî makamların da arayıp beğendiği bir husustur.
Nurcular (Nur Cemaati) her ne kadar birden fazla hizbe bölünmüş iseler de kalabalık sayılacak bir topluluk olmaları, siyâsî partilerin onları dikkate alıp bazı taleplerini karşılamalarına yol açmıştır. Nurcuları keşfederek koruyup gözeten ilk siyâsî lider, Süleyman Demirel olmuştur. Necmettin Erbakan’ın ortaya çıkmasından sonra bazı Nurcu hizipler Demirel yerine ona, 1973 seçimlerinde destek olmuşlardır. Ancak Erbakan’ın 1974’te Ecevit liderliğindeki CHP ile koalisyon hükümeti kurması ve ardından bir genel affın çıkarılmasına “Evet” demesi, Erbakan’a destek olan Nurcuların, onu şiddetle eleştirmelerine yol açmıştır. 1970’lerin sonunda bu eleştirileri yapanların arasında Fethi Gülen’in yıldızı parlamıştır.
Gülen sahnede
Fethi Gülen, etkileyici bir konuşma yeteneğine sahiptir. Eskiden kullanılan deyimle tam bir “hatip”tir. Hatta hatipten öteye, yerine göre ağlayıp gözyaşlarına boğulması, bayılması ya da bayılır gibi davranması, konuşmalarının etkisini önemli ölçüde artırmıştır.
12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nden sonra bütün siyâsî grupların ve İslâmî cemaatlerin faaliyetleri engellendiği hâlde Fethi Gülen hizbine dokunulmamıştır. Ege Ordusu ve Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından bastırılan afişlerde arananların fotoğrafları arasında Fethi Gülen de olduğu hâlde, her nasılsa hiç yakalanmamış ve cemaat/örgüt, faaliyetlerini görünmez bir şekilde sürdürmüştür.
Turgut Özal’ın 1983 Seçimlerinden sonra Başbakan olması ile Fethi Gülen görünür hâle gelmiştir. Dergiler ve gazeteler çıkarmış, 1990’lardan itibaren televizyonlar, radyolar, bankalar, vakıflar ve üniversiteler kurmuştur.
Dergi, gazete, radyo ve televizyonları Fethi Gülen’in siyâsî gücünü artırmıştır. SSCB’nin 1991’de çökmesi Fethi Gülen’in örgütüne büyük fırsatlar getirmiş ve gücüne güç katmıştır. ABD’nin ve Türkiye’nin desteği ile Türk cumhuriyetlerinde okullar ve vakıflar açmıştır. Ancak Türkiye dışındaki bu faaliyetlerini Türk cumhuriyetleri ile sınırlandırmamış, beş kıtaya yayılmıştır.
Fethi Gülen’in yurt dışında cemaat/örgüt ağı yayıldıkça, yurt içindeki gücü de katlanarak artmıştır. Her yıl düzenlediği Türkçe Olimpiyatları ve benzeri festivallerle halk nezdinde meşruiyetini tahkim etmiş, okulları ve dershane ağları ile taraftarlarını arttırmıştır.
FETÖ ve siyaset ilişkisi
Neredeyse bütün siyâsî partiler Gülen’e müracaat eder, onun taleplerini dikkate alır olmuştur. 1990’larda özellikle CHP yöneticileri Gülen örgütü için “FETÖ” deyimini kullanırken, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit ise açıktan Gülen’i korumaya çalışmıştır. Sağ partiler ve iktidarlar da CHP’nin FETÖ’ye karşı tutumunu kınamıştır.
Necmettin Erbakan hiçbir dönemde açıktan Nur cemaatlerini ve Fethi Gülen’i eleştirmemiştir. Erbakan, Başbakan olduğu dönemde, Başbakanlık binasında tanınmış bazı hocalara verdiği iftar yemeğine Fethi Gülen’i de davet etmiş, ancak Gülen, “hasta olduğu” bahanesiyle yemeğe katılmamıştır. Sonradan hasta olmadığı hâlde, “yanlış anlaşılacağı için bilerek isteyerek yemeğe katılmadığını” açıklamış, bir siyâsî parti lideri gibi sabah akşam Erbakan’ın Başbakanlık’tan istifa etmesini isteyerek 28 Şubat darbecilerini alkışlamıştır.
Buna karşılık Necmettin Erbakan’ın başkanı olduğu Refah Partisi kapatıldıktan sonra, CHP’lilerin eleştirileri üzerine Fazilet ve sonrasında kurulan Saadet Partisi yöneticileri Fethi Gülen’i savunmuştur. Partinin yayın organı olan Millî Gazete’nin başlıkları, bu savunmanın örneklerini taşımaktadır.
Türkiye’de siyâsî kadrolar, partiler ve liderler (Demirel, Ecevit, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller gibi), Gülen ile iyi ilişki kurmak için yarışmışlardır. Teslim edilmeli ki, Gülen hizbi siyâsî liderlerin bu tutumu sayesinde gücüne güç katmış, Millî Eğitim, Polis ve Ordu içinde kendisi için önemli bir kadro oluşturmuştur.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra görülmüştür ki, Gülen hizbi en büyük yığınağını meğer askerî okullarda ve Türk Silahlı Kuvvetleri içinde yapmıştır. Eğer darbe girişimlerini üç beş yıl sonra yapmış olsalardı, general rütbesindeki bütün askerler, muhtemelen Gülen hizbine bağlı kimselerden oluşacaktı.
AK Parti döneminde FETÖ
FETÖ’nün AK Parti ile birlikte ortaya çıkmadığı teslim edilmelidir. Bir dönem FETÖ yöneticilerinden olan Nurettin Veren, örgütün başlangıcı olarak 1966 yılını esas almıştır. 1966’da başlayan bir örgüt faaliyetinin sorumluluğunu tümüyle AK Parti’ye mâl etmek, adalet ve insafla bağdaşmaz.
AK Parti iktidara geldiğinde, FETÖ bütün Devlet kurumlarında üstlenmiş durumdadır. Ancak FETÖ’nün AK Parti döneminde örgüt faaliyetleri için hiçbir zorluk çekmeden, hatta artırarak ve daha da görünür bir şekilde devam ettiğini kabul etmek gerekir.
Günümüzde FETÖ hakkında atıp tutanların pek çoğu, doğrudan Gülen ve örgütü hakkında övücü kitaplar yazmıştır. FETÖ’nün organize ettiği Abant Platformu gibi toplantılara katılmak için gazeteciler, yazarlar, akademisyenler ve siyasetçiler yarışmıştır. Bu yarışta tanınma, FETÖ medyasında yer alma, iyi bir yere atanma istekleri tayin edici olmuştur.
FETÖ’yü sadece ağlak bir vaizin örgütü olarak düşünmek gerçekçi değildir. O vaiz (Fethi Gülen), CHP’nin eski genel sekreterlerinden Kasım Gülek aracılığıyla çok önceden ABD gizli istihbarat servisi CIA ile irtibat kurmuştur. Bu irtibat FETÖ’yü içeride ve dışarıda daha korunaklı hâle getirmiştir.
FETÖ, daha önceki iktidarlarda olduğu gibi AK Parti döneminde de iktidarın önemli bir parçası olmuş, ihalelerde, tayinlerde ve hatta seçimlerdeki adaylık listelerinde istediğini yaptırabilmiştir.
AK Parti’nin 3 Kasım 2002’deki seçimi kazanması ile birlikte kesinkes iktidar olduğunu düşünmek gerçekçi değildir. Sermaye çevreleri, medya organları, yüksek yargı, askerî cenah ve nihayet dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, şiddetli bir AK Parti muhalifiydi. 2002’de AK Parti’nin FETÖ ile girişeceği bir meydan savaşını kazanma ihtimâli çok zayıftır. Buna rağmen AK Parti, önceki iktidarların yaptıkları gibi, kendi iktidarının bir parçası gibi davranma imkânını ve fırsatını FETÖ’ye vermeyebilirdi. 2002’den sonra FETÖ’nün hormonlu bir şekilde büyümesine de destek olmayabilirdi.
Erdoğan ve FETÖ’ye karşı mücadele
Eğer Erdoğan/AK Parti olmasaydı, 15 Temmuz darbesi püskürtülebilir miydi? Darbeden sonra Devlet kurumlarından FETÖ’cüleri kazıyıp atmak mümkün olabilir miydi?
Bu sorulara kolayca “Evet” demek zordur. Evet, darbecilerin önemli bir kısmı yargılanıp mahkûm olmuştur. Yargılamalarda, Devlet kurumlarından FETÖ’cülerin kazınmasında herkesçe bilinen hatalar da yapılmıştır. Bülent Arınç ve damadı gibi, Bank Asya Genel Müdürü Ali Fuat Taşkesenlioğlu gibi, Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı gibi bazı kişiler ya hiç yargılanmadılar ya da göstermelik soruşturmaların ardından ceza almadılar. Adlî hataların yanında asıl bu tür hatırlı kimselerin ceza almayışı adaleti engellemiştir.
FETÖ tehlikesi geçmiş midir?
FETÖ, tabiatı gereği bütün siyâsî hiziplerle iş tutmuştur. Yalnızca bir parti ile kendini sınırlandırmamıştır. Muhalefetin oluşturduğu Altılı Masa, günümüz Türkiye’sinde FETÖ’nün en büyük üssü durumuna gelmiştir.
Seçim öncesinde Altılı Masa’nın FETÖ hakkında olumsuz tek bir açıklaması olmamıştır. Aksine KHK’lıların işlerine iade edileceği vaadiyle FETÖ’cülerin yanında olduklarını açıklamışlardır.
Başta Almanya ve ABD olmak üzere Batı ülkeleri, FETÖ için bir sığınak olmuşlardır. Bu ülkelere kaçanlar iade edilmemiş ve korunmuşlardır. Batı ülkelerinde Türkiye’nin aleyhine çalışan Ermeni ve Rum lobilerinden daha çok FETÖ lobisi etkilidir. Hatta Ermeni ve Rum lobileri ile FETÖ lobisi, Türkiye’ye karşı işbirliği hâlindedir.
FETÖ bir istihbarat, CIA icadıdır. Aslında gücünü de dış bağlantılarından almıştır. Ancak Türkiye’de hâkim din anlayışı, FETÖ’nün gelişip güçlenmesi için elverişli olmuştur. FETÖ, darbe sonrasında ezilmiş, yapıp ettiklerinin hesabını önemli ölçüde ödemiş ise de dışarıdan ve içeriden aldığı destekten dolayı varlığını sürdürmektedir.
FETÖ’nün bütünüyle bittiğini ileri sürmek gerçekçi değildir. Üstelik hâkim din anlayışı, FETÖ benzeri başka örgütler için de elverişli hâlini sürdürmektedir. FETÖ’ye karşı 15 Temmuz sonrasında yapılan mücadele, başarılı olduğundan dolayı Türkiye için büyük bir kazançtır. Aynı zamanda bu tür dış bağlantılı ve takiyyeyi varlık nedeni bilen örgütlere karşı nasıl mücadele edileceğini gösteren önemli bir tecrübedir.
Evet, FETÖ bütünüyle bitmemiştir. Ancak Türkiye, 15 Temmuz öncesine göre böylesi konularda daha hazırlıklı ve tecrübelidir.
Kaynakça
Ahmet Zeki Üçok, Tek Başına, İstanbul 2017.
Ahmet Şık, İmamın Ordusu, İstanbul 2017.
Hanefi Avcı, Haliç’te Yaşayan Simonlar, İstanbul 2010.
Mehmet Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, Erzurum 2022.
Nurettin Veren, FETÖ (1966-2016), İstanbul 2016.
On Beş Temmuz Yargılamaları, Kolektif, Anadolu Ajansı Yayınları, Ankara 22020