BİLGİ kirliliğinin
zihinsel kapasitemizi alaşağı edebildiğini görüyoruz her toplumsal olayda.
Yıllardır
gazete manşetlerinden gündem yaratmanın türlüsüne şâhit olduk. Darbe
çağrılarından irtica tehdidinin (!) ülkeyi ele geçirmesine, lâikliğin elden
gitme tehlikesinin ya da ülkenin ne kadar modern olduğunun bilgisini kolayca aldık…
Şimdilerde
sosyal medya sayesinde aynı bilgileri olağanüstü kolaylıkla almanın hazzını
yaşıyoruz. Ne mutlu!
Sosyal
ve psikolojik manipülasyonun artık anlık, günübirlik olabildiği bir süreçte,
gelecek zamanda önemli tezlere konu olabilecek bu hızda bir yönlendirmeye
verdiğimiz tepkiler ve sonuçları… Dün “ak” dediğimize bugün “kara” demek, artık
vicdanımızı rahatsız etmiyor; bu değişikliğin sebebini ya da doğruluğunu akıl
süzgecinden geçirmemek de…
Duyduğumuz
her bilgiyi doğru kabul edip yapılan her şeyi onaylamak ya da tam tersi şekilde
eleştirip taşlamak kolay belki. “Konjonktür” gibi bir koskoca kavram var bizi
kurtaran... Artık deyişi ile bütünleşen merhum siyasetçi Süleyman Demirel’in çok
güzel özetlediği bir duruş bu: “Dün
dündür, bugün bugündür.”
Değişen
şartlara uyum sağlamak, yeni şartların gerektirdiği donanıma sahip olmak, yeni
bilgilerin eski yanlışları düzeltmesi, silmesi ne güzeldir. Bulunan noktadan
daha ileri bir adım atabilmek için gereken de budur belki. Ama siz bunu
doğruların ifadesinde değil, değişen kişisel çıkarlarınız netîcesinde doğru
olanı değiştirmek için kullandığınızda, ortaya çıkan durum, değişimin amacından
çok uzak.
Kitleler
arasındaki farklar belirsizleşiyor, giderek daha homojen bir toplum oluşuyor
gibi görünse de, tüm komplo teorilerinin nihâî hedefinde tek tip insan olduğu
söylense de (belki bu hedefe giden yolun kestirmesi olarak bilhassa
elverişlidir) daima canlı tutulan ve beslenen bir “öteki” kavramı var.
Bu
öteki görme hâlinin en uç örneklerini -insanların içindeki çöpleri büyük çöpe
boşalttığı bir mecra hâline dönüşebildiği için midir- yine sosyal medyada
görebiliyoruz.
Böylesi
bir durumun içinde pandemi yönetiminden ekonomik verilere, İstanbul Sözleşmesi’nden
tüm politik kararlara dek her konuyu aklın, bilimin, toplumsal ihtiyaçların
ekseninde değerlendirmek mümkün olmuyor. Bir şeye itiraz ettiğinizde “muhalif”,
desteklediğinizde “yandaş” damgası hazır!
Yapılanlar
“Erdoğan yaptı”, “Bizimkiler yaptı”, “Bizim
partiden çıkmışsa desteklerim” mantığı ile değil, gerekliliği,
işlevselliği, soruna sunduğu çözüm, gelecek zamanlarda bu çözümün yeni
sorunlara sebep olup olmayacağı ve alternatif önerileri ile tartışılmalıyken,
birileri, sempatisinden her yanlışı savunur, alkışlar hâldeyken diğerleri de nefretlerinden
en güzel icraatı bile yanlışlar hâlde… Taşları hazır…
Eleştiri
yapabilme kabiliyeti gösterenler, yapılan doğruları yanlış göstermenin derdine
düşmek yerine, alınan her kararda, yapılanlarda o işin kimin sorumluluğunda
olduğuna göre, konunun ilgililerinin, bizzat sahada bulunanların görüşünün
uygulama öncesinden alınıp alınmadığını değerlendirseler, ilim ve fikir
katkısında bulunarak içerik öncelense fena mı olur?
Bu tutumlar bize ancak kaybettiriyor. Bırakın geleceği, bugünü kaybettiğimizi görmeli artık. Aynı gemide olduğumuzu battıktan sonra idrak etmenin anlamı kalmayacak. Günü kurtarmak zorlaşırken, yarını inşâ etmek imkânsız hâle gelmesin.