Keskin sirke küpüne zarar

Böylesi bir durumun içinde pandemi yönetiminden ekonomik verilere, İstanbul Sözleşmesi’nden tüm politik kararlara dek her konuyu aklın, bilimin, toplumsal ihtiyaçların ekseninde değerlendirmek mümkün olmuyor. Bir şeye itiraz ettiğinizde “muhalif”, desteklediğinizde “yandaş” damgası hazır!

BİLGİ kirliliğinin zihinsel kapasitemizi alaşağı edebildiğini görüyoruz her toplumsal olayda.

Yıllardır gazete manşetlerinden gündem yaratmanın türlüsüne şâhit olduk. Darbe çağrılarından irtica tehdidinin (!) ülkeyi ele geçirmesine, lâikliğin elden gitme tehlikesinin ya da ülkenin ne kadar modern olduğunun bilgisini kolayca aldık…

Şimdilerde sosyal medya sayesinde aynı bilgileri olağanüstü kolaylıkla almanın hazzını yaşıyoruz. Ne mutlu!

Sosyal ve psikolojik manipülasyonun artık anlık, günübirlik olabildiği bir süreçte, gelecek zamanda önemli tezlere konu olabilecek bu hızda bir yönlendirmeye verdiğimiz tepkiler ve sonuçları… Dün “ak” dediğimize bugün “kara” demek, artık vicdanımızı rahatsız etmiyor; bu değişikliğin sebebini ya da doğruluğunu akıl süzgecinden geçirmemek de…

Duyduğumuz her bilgiyi doğru kabul edip yapılan her şeyi onaylamak ya da tam tersi şekilde eleştirip taşlamak kolay belki. “Konjonktür” gibi bir koskoca kavram var bizi kurtaran... Artık deyişi ile bütünleşen merhum siyasetçi Süleyman Demirel’in çok güzel özetlediği bir duruş bu: “Dün dündür, bugün bugündür.”

Değişen şartlara uyum sağlamak, yeni şartların gerektirdiği donanıma sahip olmak, yeni bilgilerin eski yanlışları düzeltmesi, silmesi ne güzeldir. Bulunan noktadan daha ileri bir adım atabilmek için gereken de budur belki. Ama siz bunu doğruların ifadesinde değil, değişen kişisel çıkarlarınız netîcesinde doğru olanı değiştirmek için kullandığınızda, ortaya çıkan durum, değişimin amacından çok uzak.

Kitleler arasındaki farklar belirsizleşiyor, giderek daha homojen bir toplum oluşuyor gibi görünse de, tüm komplo teorilerinin nihâî hedefinde tek tip insan olduğu söylense de (belki bu hedefe giden yolun kestirmesi olarak bilhassa elverişlidir) daima canlı tutulan ve beslenen bir “öteki” kavramı var.

Bu öteki görme hâlinin en uç örneklerini -insanların içindeki çöpleri büyük çöpe boşalttığı bir mecra hâline dönüşebildiği için midir- yine sosyal medyada görebiliyoruz.

Böylesi bir durumun içinde pandemi yönetiminden ekonomik verilere, İstanbul Sözleşmesi’nden tüm politik kararlara dek her konuyu aklın, bilimin, toplumsal ihtiyaçların ekseninde değerlendirmek mümkün olmuyor. Bir şeye itiraz ettiğinizde “muhalif”, desteklediğinizde “yandaş” damgası hazır!

Yapılanlar “Erdoğan yaptı”, “Bizimkiler yaptı”, “Bizim partiden çıkmışsa desteklerim” mantığı ile değil, gerekliliği, işlevselliği, soruna sunduğu çözüm, gelecek zamanlarda bu çözümün yeni sorunlara sebep olup olmayacağı ve alternatif önerileri ile tartışılmalıyken, birileri, sempatisinden her yanlışı savunur, alkışlar hâldeyken diğerleri de nefretlerinden en güzel icraatı bile yanlışlar hâlde… Taşları hazır…

Eleştiri yapabilme kabiliyeti gösterenler, yapılan doğruları yanlış göstermenin derdine düşmek yerine, alınan her kararda, yapılanlarda o işin kimin sorumluluğunda olduğuna göre, konunun ilgililerinin, bizzat sahada bulunanların görüşünün uygulama öncesinden alınıp alınmadığını değerlendirseler, ilim ve fikir katkısında bulunarak içerik öncelense fena mı olur?

Bu tutumlar bize ancak kaybettiriyor. Bırakın geleceği, bugünü kaybettiğimizi görmeli artık. Aynı gemide olduğumuzu battıktan sonra idrak etmenin anlamı kalmayacak. Günü kurtarmak zorlaşırken, yarını inşâ etmek imkânsız hâle gelmesin.