BOSNA-HERSEK, acı ve gözyaşının
kesintisiz devam ettiği, umudun hiç mi hiç tükenmediği, onurun da kaybolmadığı
güzellikler ülkesi… Dönüş yolunda şöyle seslenmiştim: “Güzellikler ülkesinden acılara sarılarak geliyorum. Gözümde nehirler
var benim… Sanma ki biterim! Ölüp ölüp diriliyorum… Unutma! Zehri bal eden
sözlerim var benim…”
Şehrin büyük çoğunluğu restore edilmiş ama hâlâ bomba ve mermi izleriyle dolu.
Belki de bilerek öyle bırakıyorlar; sırf savaş ve savaş sırasında yaşanan
katliamlar/soykırımlar unutulmasın diye…
Köprüler ve tüneller
Evlad-ı
Fatihan Bosna Hersek, 51 bin 129 kilometrekarelik alana yayılan ve başkenti
Saraybosna (Sarajevo) olan, 4 buçuk milyonu aşan nüfusu ile Avrupa’da solmayan
bir zambak çiçeğidir. Denize (Adriyatik) açılan tek kıyı şeridi, 20 kilometre uzunluğa sahip
Dalmaçya’dır. İsmini, topraklarını sulayan/besleyen ve doyuran Bosna nehrinden
alır.
Buna nehri
üzerinde, yatağın çıktığı yerde bir uç beyi gibi duruyor Sarı Saltuk Türbesi.
Rivayete göre Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri’nin talebelerinden olup Rumeli ve
Balkanların fethinde önemli rolü olan bir alperendir. Yeraltından şifalı sular
çıkardığı rivayet edildiğini duyunca şaşırmıyorsunuz, zira Bosna-Hersek’in Balagay şehrinde bulunan tekkesi, Buna
ırmağının çıktığı ve gözenin bulunduğu koca bir kayanın dibindedir. Nehrin
debisi, soğukluğu, derinliği ve ihtişamı karşısında hayranlığınızı
gizleyemiyorsunuz. Fatih’in fethinden beri tüm şehirlerde Bilâl’in sesi
yankılanıyor.
Adım başı Osmanlı’yı görmek, sanırım buralara dokunan ecdadın
parmak izlerinin objeler üzerinde bıraktığı silinmez izlere bağlıdır. Osmanlı fetih için
gittiği ve geçtiği her yeri çeşmeler, sebiller, köprüler ile bezemiştir. Batı’da
heykelle önümüze çıkan aidiyet duygusu, Doğu’da sebille şekillenir. Bosna
sokaklarında sayıları giderek azalan, şimdilerde külliye ve cami önlerinde
kalanların hayatını idame ettiği çeşmeler var. Rivayete göre, çeşmenin solundan
içersen Bosna’ya yine gelirsin; biz de avuçlarımızı çeşme önüne uzatıyor, kana
kana içiyoruz. İçerken çeşmelere taş dizen ustalara, kümbetlere firuze giydiren
mimarlara ve zikirlere yön veren şeyhlere selam ve Fatiha gönderiyoruz.
Yağmurle gelen
hoşamedi
Bosna,
bizi incecik bir yağmur resitali ile karşılıyor. “Yanınızda şemsiye bulundurun; yağmurun ne zaman yağacağı belli olmaz”
uyarılarını dikkate alıyoruz. Buraya bu kadar yağmur düşmesinin sebeplerini
arıyorum. İklimsel olarak değil, bilimsel hiç değil… Çok can kaybedilmiş ve çok
kan düşmüş bu topraklara. Onun içindir yağmurun çok düşüyor olması. Bunca akan
kan, başka nasıl temizlenirdi ki bu coğrafyada?
Yalnızdır
Bosna, biraz da soğuk… Üstelik Batı’nın göbeğinde… Oysa hasretle yanıyorsa
yürek, ırağı yakîn eder vuslat türküleri. Ve sımsıcak bir atmosfere çevirir
yüreğe her dem düşen cemreler; suyu billurlaştırır ve yeşile boyar…
Ülkeye
ismini veren Bosna nehri Zenica'dan geçiyor. Bu nehrin oluşturduğu vadi,
Bosna'nın en güzel vadilerinden biri olup, Sarajevo yakınlarındaki Ilıdža'ya
yakın bir bölgede doğar ve Bosanski Samac yakınlarında Sava'ya akar. Bu nehir
yolu, Bosna'da tabiî bir kuzey-güney koridoru oluşturur.
Drina,
Balkanlar'a uzanan Sava ırmağının 346 kilometre boyundaki en büyük kolunun
adıdır. Biri Durmitor, diğeri Komovi dağlarından çıkan Piva ile Tara
akarsularının birleşmesinden meydana gelmiştir. Eğimli arazide yolunu bulan
nehrin büyük bir bölümü, Sırbistan ile Bosna-Hersek arasındaki sınırı
oluşturur. Drina, çok hızlı akan, soğuk ve yeşil suya sahip bir nehirdir. Her
biri ayrı bir gerdanlıktır nehirlerin gururla takılan. Uçsuz bucaksız ovaları,
aç susuz kalanları doyurur dünya kuruldu kurulalı. Hele fethin ayak izlerini,
şanlı ordunun Allah-u Ekber seslerini duyuyorsa bir başka akar sular…
Bosna-Hersek’te
Vişegrad, Skelani, Bratunac ve Zvornik, Sırbistan’da Loznica ve Badovinci
yerleşim birimlerinde köprüler bulunmaktadır. Vişegrad’da bulunan meşhur Drina
Köprüsü, Osmanlı İmparatorluğu zamanında Mimar Sinan tarafından Sokullu Mehmet
Paşa adına 1577'de yapılan 11 gözlü bir köprüdür. Köprüler yapmış ecdat, gidip
gelinsin, yalnız ve tek başına bırakılmasın diye. Fatih’in emanetine sahip
çıkılsın diyedir bütün köprülerin tam da ortasına konulan ezan taşı; kesintisiz,
fasılasız okunsun diye…
Su, medeniyettir
Miljacka
(Milyatska) nehri, “Saraybosna ırmağı” olarak da bilinir. Nehir, şehri ikiye
bölmesine rağmen nedense kirlenmez; hem güzellik katar şehre, hem bereket.
Yağmur sularını toplar taş duvarlarla çevrilmiş kollarının arasına ve
durmaksızın akar da akar.
Neretva nehri ve Mostar
Neretva
üzerinde dünyaca ünlü Mostar Köprüsü var. Bosna’ya gelip de Mostar’ı görmeden
gitmek olmaz!
Saraybosna’dan
Hersek bölgesinin en önemli kenti Mostar’a doğru yola çıkıyor, bir saat sonra
Konyiç kentinde mola veriyoruz. Neretva nehrinin büyüleyici güzelliğiyle ikiye
ayrılan kenti, bir “gerdanlık” gibi süsleyen 6 kemerli ve yine Osmanlı eseri
olan tarihî Konyiç Köprüsü birleştiriyor.
Yeniden
yola koyuluyoruz…
Mostar,
direncin sembolüdür. Sarajevo’dan yaklaşık 120 kilometre mesafededir. 1566
yılında, Mimar Sinan’ın kalfası Mimar Hayruddin tarafından inşa edilmiş Mostar
Köprüsü. Koski
Mehmet Paşa Camii’nin avlusundan geçerek yüzleşiyoruz Neretva ve üzerindeki
muhteşem köprüyle. Bir akşam ezanı yankılanıyor gökkubbede...
Mostar, Bosna
Sancak Beyliği’nin bekçiliğini yapmıştır. Asırlardır devam eden bu ulvî
görevine dur durak bilmeden devam etmiş, kültürleri, medeniyetleri, dinleri ve
dilleri birbirine bağlamış. Allah’ın 99 ismini hatırlatan merdivenlerini
geçenler, bilerek yahut bilmeyerek o zikir halkasına dâhil olmuşlardır. Mostar kentinin
ruhunu yirmi yıl
önce topa tutmuşlar. Yıllarca
"medeniyetleri birleştiren" ve hoşgörünün sembolü olan tarihî köprü, sinesinde patlayan her gülleye
aldırış etmeden yiğitleri taşımış bir kıyıdan öbür kıyıya. Sonra Hırvat
birliklerinin tank atışlarına dayanamayarak yorulmuş, bitap düşmüş ve dayanacak gücü kalmayınca
kemerini Neretva nehrinin soğuk sularına bırakmış.
Savaşın bitiminde Avusturya’dan getirilen dalgıçlar tarafından orijinal taşları
özenle çıkarılmış, Türkiye’nin
girişimleriyle bir inşaat firması tarafından aslına uygun olarak yeniden yapılarak bir daha
yıkılmamak üzere kollarını birbirine geçirmiştir.
Vefalı taşlar
Fotoğraflarla bu ânı ölümsüzleştirip Tarihî Türk Çarşısı’nı gezmeye çıkıyoruz. Mevsim itibariyle seyrek sayıdaki turistlerle dar sokaklar arasından geçip nehrin kıyısına iniyoruz. Yıkım sonrası kenarda duran tonlarca ağırlıktaki eski köprüye ait taş yığınlarıyla karşılaşıyoruz burada. Vefa gösterip ayrılmamışlar ne yeni köprüden, ne de kendisine tanıklık eden Neretva nehrinden. Çok istememe rağmen, evlenecekleri kızlara cesaretlerini göstermek için köprüden atlayan Boşnak gençlere rastlayamadık. Mevsim yaz olsaydı denemek isterdim…
Üçgen
Bosna-Hersek’in
fizikî yapısı bir üçgeni andırmaktadır. On gün içinde gezdiğimiz tüm şehirlere
dağlık arazî koşullarını aşarak ulaştık. Bahsi edilen arazi, Sava ve Neretva
ırmaklarının sularıyla birbirinden ayrılır ve İgman tepesinin eteğindeki bir
kaynaktan doğduktan sonra 271 kilometrelik bir yol izleyerek Sava nehri ile
birleşir. Ülkenin en verimli toprakları burada, yani kuzeydedir. Doğuda çam,
kayın ve meşe ağaçlarından meydana gelen ormanlık alanlar boy gösterirken,
kömür, demir, bakır, manganez, kurşun, cıva ve gümüş yönünden zengin olan
yeraltı kaynakları ile de dikkat çekiyor.
Yazları
sıcak, kışları soğuk olup, tipik Akdeniz iklimi hâkimdir. Bu alanda tahıl ve
patates üretiminin lideri konumundadır. Ardından sebze, şekerpancarı, keten ve
tütün gelir. Yine Bosna'nın orta ve kuzey kesimlerinde meyvecilik ve bağcılık
gelişmiştir.
Bosna’daki ana renkler kırmızı ve
yeşil
Biri akan
kanı, diğeri de o kanı temizleyen ırmakları temsil eder “kırmızı ile yeşil”. Bosna
Hersek, tam anlamıyla yemyeşil dağlar, berrak ve tertemiz sularıyla nehirler ve
ırmaklar diyarı. Buram buram tarih kokuyor. Etrafı sıra dağlarla çevrilmiş, bol
suya ve nehirlere sahip Balkan çiçeği “Bosna”…
Hangi yöne giderseniz
gidin, yemyeşil dağlar, berrak sular, nehirler ve ırmaklar sizlere yol buyunca
eşlik edecek ve size huzurun sesini fısıldayacaktır. Tıpkı İgman dağlarından
geçerken hissettiğiniz huzur gibi…
Zümrüt yeşili nehirler
Bosna-Hersek’in
güneybatısındaki Una-Sana’daki Una nehri, bölgenin en eski nehridir. Bölgenin
tarihinde zümrüde benzeyen suları hakkında sayısız şiir, şarkı, peri masalları
ve kitaplar yazılmıştır. Una nehri bir hatıralar diyarıdır. Bosna’da kime
sorsanız Una ile ilgili illa ki bir hatırası vardır. O yüzden Bosna-Hersek’te
en çok korunan nehir de Una’dır ve ailenin bir ferdi gibidir Una. Toplam
uzunluğu yaklaşık 200 kilometredir ve heybetli kanyonlar oluşturur. Dağlarla
çevrili yollardan geçerken o size yarenlik eder. Camlarınızı açmışsanız, onun
coşkulu akışına şahitlik edersiniz. Yorulursanız size kucak açar, serinleten ve
huzur veren göğsünde dinlendirir.
Bihaç’ın
ana şehirlerindendir Una-Sana. Rafting sporlarına elverişli olduğundan senede
iki kez Mayıs, Temmuz ve Eylül aylarında rafting yarışları yapılır.
Nehir
yatakları üzerinde köprüler, yanlarında ise konaklamanız için oteller,
pansiyonlar ve kamp yerleri mevcuttur. Alışılagelmiş tatil anlayışını yıkmak
istiyorsanız buralara gelmelisiniz. “Denize ve deniz manzaralı yerlere çok
gittik, denizi besleyen nehirleri ise ihmal ettik” diyorsanız -ki dediğinizden
eminim-, o halde Rumî gibi “Gelin!” diyorum, “Su medeniyetinin zümrüt takılı
gerdanlığını seyre gelin”.
Ayrıca Una nehrini çevreleyen dağlarda kış sporlarından olan kayak yapılırken, kanyonlarında yamaç paraşütü yapanlara da rastlayabilirsiniz.
Bosna’yı “derin” olarak tanımlarken, “görünen” ve “görünmeyen” diye de ikiye ayırmak gerekiyor. Biri aldatıcı, öteki irkiltici… Biri sinema şeridi gibi akan, öteki ise hakikatin kendisi gibi durağan ve olağan…
Su cenneti
Bosna-Hersek
tam bir su cenneti... Bini aşkın nehir ve dere bulunuyor burada. Avrupa’nın en
büyük kaynak suları burada ve yapılan ölçümlerde, toplam uzunluğu 10 bin
kilometreyi bulan nehirlerin yüzde 92’si birinci sınıf kalitede suya sahip.
İlginç olan ise şu: Geçen yıl 14 milyon dolarlık hazır su ihracatı
gerçekleştirilmiş olmasına rağmen, buradan çıkan suların işlenerek tekrar bu
ülkeye satıldığını söylüyor rehberlerimiz.
Debisi
ve soğukluğu ile alabalık ve su ürünleri üretimi açısından en ideal suya sahip
burası. Özellikle Una, Neretva, Vrbas, Bosna ve Drina, bu nehirlerin başında
geliyor.
Blagay
Blagay’da
büyük bir kayanın altından çıkan ve Neretva nehrini besleyen Buna’nın soğuk
suyu ve etkileyici manzarasını anlatmaya kelimeler kâfi gelmez. İlla yerinde
gezmek ve görmek gerekir. Onun her santimetresindeki helezonlarını, semazen gibi
kendi etrafında raks edişini, kulak verirseniz “Hû” deyişini yerinde görmeniz
ve duymanız gerekir.
Bosna’nın
fethini kolaylaştıran bir alperen yatar o kayaların dibinde: “Sarı Saltuk”. Balkanların İslamlaşmasında önemli etkisi olan
Anadolu erenlerindendir Hazret-i Pir.
Blagay da
diğer şehirler gibi Osmanlı izlerini taşıyor. Sarı Saltuk Türbesi’nin girişinde
Fatih Sultan Mehmet Han’ın fermanı var. Fethedilen topraklardaki hiç kimsenin
zarar görmeyeceğine dair vadedilmiş olan sözler var fermanda. Hemen kaynağın
kenarında ise, Türk mimarisinin tüm özelliklerini yansıtan Alperenler Tekkesi
bulunuyor. İçinde bir vakti eda etmeniz, var olan huzurunuzu arttıracaktır.
Tek tek
dizilmiş taşların üzerinde ilerliyorsunuz… Ayakkabılarınızın taşa dokunuşu,
size tarihî dokudan bir yankı olarak geri dönüyor. Gözünüzü sulardan
ayıramıyorsunuz. Anadolu’nun ruhaniyetini görüyorsunuz attığınız her adımda; solukladığınız
ve içinize çektiğiniz her nefeste, yudumladığınız her su damlasında…
Ayvaz Dede
Şenlikleri
Geçen
yıl 504. kez kutlanan Ayvaz Dede Şenlikleri, Boşnaklarca
Orta Bosna’da Kraula, Prusac kasabaları ve Ajvatovica dağında, Haziran ayında
düzenleniyor. İnanışa göre Ayvaz Dede, Akhisar'dan gelen ve Bogomiller’in
yaşadığı bu dağı yurt tutan bir alperen derviş. Değirmencilikle uğraşmış ve
kısa zamanda tüm Boşnakların sevgisini kazanmış.
Rivayete göre uzun süren kuraklık döneminde Boşnaklar,
çaresizlik içinde Ayvaz Dede’ye başvururlar. Ajvatovica’daki büyük kaya, suyun
önünde büyük bir engeldir ve Boşnaklar, Ayvaz Dede’den bu suyu isterler. Ayvaz Dede
inzivaya çekilir ve 40 gün, 40 gece dua ve ibadetle Allah’a yakarır. 40. gün o
heybetli kaya ortadan ikiye yarılır ve Boşnaklar suya kavuşur. Bu rivayete göre
Boşnaklar, bu tecelli sonunda Müslüman olmuşlardır. Ve bir Müslüman, yine suyla
yıkanarak Rabbine kavuşur…
Kahve
ve su
Kahve öncesi içilen su ile ilgili iki rivayet vardır. Bunlardan
birincisi şöyle: Müslümanlar, kendilerine kahve haram olduğu için, besmele ile içmeye
formül aramışlar ve kahve öncesinde bir yudum su alıp besmele çeker, sıra “Elhamdülillah”
demeye gelince de yine bir yudum su alırlarmış.
Diğer rivayet ise en çok bilinendir: Kahvenin tadını
alabilmek için öncesinde ağzı su ile steril hale getirmek, sonrasında ise telvenin
tadını ağızdan çıkarmak için su içilir. Hangisi doğru olursa olsun, su insan
hayatının vazgeçilmezidir ve Bosna’da ab-ı hayattır.
Bir
hatıra
Rivayet edilir ki, rahmetli Özal, sağlığında üç şeye önem
verirdi: GAP, F-16 ve otoyollar…
Kurmaylarından olan dönemin bir bakanı cenazesinde şuna şahit oluyor: Ankara’dan
İstanbul’a otobandan götürülürken, kendisine havadan F-16’lar eşlik ediyor ve
mezarına GAP’tan getirilen su dökülüyor…
Sebildir
sular
Dağı taşı su fışkıran bir nehir cennetidir Bosna. Hangi suya
dokunduysak bizi tanıdı; kimi derdimizden, kimi sesimizden, kimi derimizden… Suları
hem kaliteli, hem şifalı; kimi sinüzite iyi geliyor, kimi göze. Kaldığımız beş
yıldızlı otelde “Çeşme suyunu içebilirsiniz” ibaresi var ki hakikaten de öyle. “Burada
suya Boşnaklar para vermezler; eğer bir suya para veriyorsa, bilin ki o buranın
yabancısıdır” diyor yine rehberlerimiz.
Burası biraz Roma, biraz Bizans ama en çok Osmanlı’dır. Burası
Balkanlardır, Rumeli’dir; burası Bosna’dır! “Yağmura
rahmet, ezana davet, günaydına hayrolsun diyenlerin diyarıdır” burası! Osmanlı’nın
kuruluş, yayılma ve yıkılma hikâyelerini bilirsek, yenilenen ruhumuzun yeni
yüzüyle karşılaşır ve daha uzun ömürlü oluruz.
İzler
ve sesler
Bosna, izler ve seslerin birbirine karışmadığı, hatta
silinmediği ama “en çok” acı ve ıstırabın sembolü oldu. Bu coğrafyada o kadar çok kan aktı ki,
temizlenmesi için gökyüzünden rahmetin sağanak sağanak inmesi ve temizlemesi
lazım. Belki o yüzdendir kısa şehir turunda rehberlerimizin sık sık “Anî yağmur
yağabilir, birer şemsiye yanınızda bulundursanız iyi olur” uyarısında bulunmaları.
Zaten Başçarşı’da gezerken caddeler açık vaziyette duran rengârenk şemsiyelerle
dolu.
Yağmur, acıyı hafifleten ve o acının posası sayılan kiri
temizleyen bir rahmet, ehemmiyetli bir nimet, nehirleri, gölleri ve ovaları
dolduran bereket… Aslolan, acıdan sonra çehrenize yapışan tuzun, selden sonra
dere yataklarına çöreklenen tortunun berrak bir suyla temizlenmesidir. Bunun
için gözyaşına ve yağmura muhtacız. Tıpkı vahşetin izlerini silmede olduğu
gibi…
Belki atların kişneyişini, kılıçların sesini duymayacağız, belki
yağmur yağmaya devam edecek ama akan gözyaşı duracak ve sıkılan merminin,
atılan topun ve de ağlayan çocukların, namusu payimal edilen kadının sesini de
duymayacağız…
Buraya turist gibi gelmediğimiz gibi, turist gibi de
dönmeyeceğiz! Bugünün entelektüel yazarları, yarın kendinden sonra gelecek
kadronun da mimarı olarak, ilk günkü heyecanla “son gün” gelene kadar, dur
durak bilmeden gayret göstereceklerdir.
İhmal
edilen diş köküne benziyor Bosna
Acı, o acıdan boşalan gözyaşının beslediği bir çınar köküdür
Fatih’in yadigârı. Biz kendimizi nedense “büyük ağabey” rolüne kaptırmışız ama bu
vazifeyi yerine getirirken zaman zaman ihmalkâr davranmışız; bunu da hatırdan
çıkarmamak gerekiyor. İhmalimizin diyeti, “vefa” olarak ödenecektir!
Görünen
ve görünmeyen Bosna
Bosna’yı “derin” olarak tanımlarken, “görünen” ve “görünmeyen”
diye de ikiye ayırmak gerekiyor. Biri aldatıcı, öteki irkiltici… Biri sinema
şeridi gibi akan, öteki ise hakikatin kendisi gibi durağan ve olağan… Biri
ruhsuz, öteki kılcal damarlara kadar işleyen dert… Uzayıp gidiyor bu tanımlar; hislerinize
kanal tedavisi uygulamazsanız, bu tanımları rahatlıkla yapabiliriniz.
Söz
söyleme sırası bizde
Eskiden hava durumları okunurken “Balkanlardan gelen soğuk
hava dalgası” tabirini çok sık duyardık. Balkanlardan soğuk hava gelmiyor, “çığlık”
geliyor ve biz o çığlığa kulak vermek zorundayız!
“Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey,
düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.” (Aliya
İzzetbegoviç)