
ETNİSİTE bakımından mozaik durumunda olan Irak’ta din, mezhep ve ırk bakımından farklı toplulukların aralarındaki çatışmalar, İngiliz işgali/mandası ve daha sonra ABD işgaliyle birlikte artmıştır. Irak tarihte en huzurlu ve sakin dönemini Osmanlı zamanında (1532-1918) yaşamıştır. Ancak 1932’den sonra başlayan Irak Devlet idaresi zamanında toplulukların birbirine üstünlük sağlama mücadelesi, yeni çatışmaların da temel sebebi olmuştur.
Irak, petrol ve doğalgaz zengini bir ülkedir. Petrol/doğalgaz kaynakları güney ve kuzey illerinde yoğunlaşmıştır. Güney illerinde Şii Arap nüfusu baskın olduğu için, oralarda bir hâkimiyet mücadelesi yaşanmamıştır. Bağdat gibi orta bölgelerde ise Şii ve Sünnî Arap nüfusu arasındaki mücadeleler ABD işgaliyle birlikte kitlesel imha şekliyle büyük ölçüde artmıştır.
Osmanlı döneminde Irak; Musul, Bağdat ve Basra vilâyetlerinden oluşmuştur. Günümüzde “Kuzey Irak” diye anılan yer, Musul vilâyeti ve çevresinden müteşekkildir. Irak’ın kuzey bölgesi ise din/mezhep ve ırk bakımından oldukça çeşitliliği olan bir sahadır. Keldani/Nasturi gibi Hıristiyanların yanı sıra Araplar, Kürtler ve Türkler de bu bölgede meskûndur.
Irak’ın orta ve kuzey kesimindeki Araplar Sünnî iken, Kürtlerin çoğu Sünnî, “Feyli” denilen yaklaşık yüzde on kadarı ise Şii’dir.
Irak ve Suriye’de meskûn olan Türkleri Araplar “Türkmen” diye adlandırmıştır. Bu adlandırma zamanla Türkler tarafından da benimsenmiştir. Türk nüfus arasında Sünnîler, Alevîler ve Şii olan kesimler vardır. Şiiler küçük bir azınlıkken, 1965’ten sonra Necef’e yerleşen Humeyni bağlılarının çabaları sonunda Alevî nüfusun neredeyse tamamı Şiileşmiştir. Böylece bir görüşe göre Türkler arasında Şiiler nüfusun üçte biri kadar olmuştur. Başka bir görüşe göre ise Türk nüfusunun yüzde kırk, hatta elli kadarı Şii’dir.
Türkmenlerin çoğunlukla meskûn oldukları alan “Türkmeneli” diye bilinmektedir. Milletler Cemiyeti görevlilerinin 1925’te hazırladıkları Musul raporunda da “Türkmeneli” adına yer verilmiştir. Türkmeneli ise kuzeyde Telafer, Musul, Erbil, Altınköprü, Kerkük, Tuzhurmatu, Karatepe ve en güneyde Mendeli’yi içine almaktadır. Adı geçen yerler Dicle nehrinin doğu ve batı kesiminde kuzeyden başlayarak güneye doğru uzanmıştır. Bu yerlerin tamamı Türk nüfuslu değildir. Arap ve Kürt nüfusu da vardır.
1925 Milletler Cemiyeti raporuna göre Erbil şehri dört muhtarlıktan oluşmuştur ve bu muhtarların üç tanesi Türk’tür. Geçen yüzyılın içinde Erbil’in nüfus yapısı, özellikle dışarıdan gelen Kürt göçleri nedeniyle değişmiştir. Bugün Erbil, Kürt Bölge Yönetiminin (KYB) merkezidir.
Kerkük’ün tarihi ve Türkmenler
Türkmeneli, Kürdistan ile Irak arasında orta bir bölgedir. Kürtlere göre “Türkmeneli diye bir yer yoktur, bu bölge Kürdistan’ın parçasıdır”. Türkmeneli’nin merkezi durumunda olan Kerkük için de Kürtlerin görüşü böyledir. Kerkük’te Kürtlerin çoğunlukta olduğunu, Şemseddin Sami’nin Kamusu’l-Alam adlı kitabında bile böyle yazıldığı gibi Kerkük’te fiilî durumun da böyle olduğu iddiasındadırlar.
Aynı Kamusu’l-Alam’da Bağdat’ın da “Türkmen şehri olduğu” iddia edilmiştir. Oysa Bağdat, tarihin hiçbir döneminde Türkmen şehri olmamıştır. Siyâsî tartışmalarda taraflar bir mesnedi, bir tutarlılığı olmayan bu tür yazıları kendi görüşlerini onaylatacak bir veri olarak tercih etmektedirler. Böyle bir tutum ise tarafların anlaşmazlığını körüklemektedir.
Kerkük, petrol/doğalgaz kaynakları bakımından Irak’ın en zengin bölgesidir. Bu yüzden hem Araplar, hem de Kürtler için Kerkük vazgeçilemez bir yerdir. KDP kurucusu Mustafa Barzani, 1959’da Kerkük’ü Türkler için yaşanmaz bir yer hâline getirmek için büyük bir Türk katliamı gerçekleştirdiği gibi, “Kerkük Kürtler için Kudüs’tür” gibi, kendince Kerkük hakkında Kürtlerin taleplerine dinî bir içerik kazandırmaya çalışmıştır.
Buna karşılık Türkmenler, Irak Hükümeti’nin 1957 nüfus sayımının esas almasını, o nüfus sayımında Türklerin yüzde 60, Arap ve Kürtlerin ise toplam nüfusun yüzde kırkına tekabül ettiğini savunmaktadırlar. Arapların ve Kürtlerin Kerkük’te nüfuslarını arttırmak için yarışmaları, Türklerin nüfus sayımı hakkındaki tezlerini doğrulayan bir örnektir. 1957’den sonra Irak hükümetleri Kerkük’ün nüfus yapısını değiştirmek için ilin sınırlarını değiştirmiş, Türklerin çoğunlukta olduğu bazı ilçeleri Kerkük’ten ayırmış, buna karşılık Arap/Kürt nüfuslu bazı ilçeleri Kerkük’e bağladıkları gibi Türklerin bir bölümünü de Kerkük’ten tehcir ederek yerlerine Arap nüfus iskân etmişlerdir.
1939’da Hatay’ın Türkiye’ye katılmasından sonra Irak hükümetleri, Türkmeneli’nin, özellikle de Kerkük’ün nüfus yapısını değiştirmek için büyük çaba harcamışlardır.
Irak’ın kurulmasından başlayarak geçen zaman, Türk nüfusunun Türkmeneli bölgesinde artmasına değil, aksine azalmasına yol açmıştır. İşgaller ve çatışmalarda savunmasız kalan Şii Türkmenlerin bir kesimi Şii Arap nüfusun baskın olduğu güney illerine göç ederken, Sünnî Türkmenlerin bir bölümü ise Türkiye’ye göç etmiştir. Böylece geçen süre Türkmeneli’nde Türklerin zararına olmuş, nüfus dengelerini değiştirmiştir.
Türkmeneli, Araplar ve Kürtler arasında paylaşılamayan, hâlâ paylaşılma mücadelesi verilen bir bölgedir. Buna karşılık Türklerin direnişleri zayıftır. Çünkü Türkler, bölge olarak ikiye bölünmüştür: Türkmeneli’nin bir kısmı KBY’nin, diğer kısmı ise Bağdat hükümetinin idaresi altındadır. Bu fiilî bölünmüşlük Türklerin dayanışmasını zorlaştırmaktadır.
Türkmeneli için ikinci bir zorluk da Türklerin mezhep bakımdan ikiye bölünmeleridir. Çünkü Şii Türkmenler kendileri için kurtuluşu İran Hükümeti’nin siyasetlerinde ararken, Sünnî Türkmenler ise Türkiye Hükümeti ile uyumlu bir siyaseti çare olarak görmektedirler. İran ve Türkiye Hükümetlerinin siyasetleri ise elbette iki rakibin siyasetleri durumundadır. İki ülkenin rekabeti, Türkleri zayıflatan sebeplerden başka biridir.
Araplar ve Kürtlerin birbirlerine karşı eskiden beri var olan silahlanmaları, ABD işgalinden sonra artmıştır. ABD, Kürt bölgesini resmen olmasa bile fiilen ayrı/bağımsız bir hükümet durumuna getirmiştir. Türkmeneli’nde Araplar ve Kürtler silahlıyken, buna karşılık Türkler silahsızdır ve kendilerini koruma imkânından yoksundurlar. Arap ve Kürtler arasındaki rekabette arada kalan Türklerin mağduriyetleri her zaman artmıştır.
Bütün bunların dışında, Türkmeneli’nin kaderi Türkiye hükümetleri tarafından Türklerin zararına olacak şekilde tayin edilmiştir. Mondros Mütarekesi’nden başlayarak Türk makamları, “Musul ve çevresi Türkiye’ye aittir” tezini savunmuştur. Türkiye tarafından Türkmeneli’nin satılmasının ilk adımı, 5 Haziran 1926’da CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın tek başına kararı ile atılmıştır. Türkiye Musul’dan vazgeçmiş, böylece Türkmeneli’ni karşılıksız olarak İngiltere’ye/Irak’a hibe etmiştir. İkinci adım ise 1959’da Kerkük’te Türk katliamı olduğunda, Adnan Menderes idaresinde seyirci kalarak olmuştur. Türkiye seyirci kaldığı gibi, katliam haberlerinin basında yer almasını bile engellemiştir.
1 Mart Tezkeresi ve öngörülemeyenler
Türkmeneli’nin satılmasının üçüncü ve son adımı ise AK Parti iktidarı döneminde, 1 Mart 2003’te Türkiye’nin Irak’a asker göndermesini öngören tezkerenin TBMM’de reddedilmesiyle olmuştur.
Çünkü Irak’a ABD saldırısı başlamadan önce çeşitli ülkelerde, bu arada Ankara’da da Irak muhalifleri toplantısı olmuştur. O toplantılara Irak Türklerinin temsilcileri de katılmıştır. Her etnik grubun Saddam Hüseyin sonrasında Irak meclisinde ve hükümetinde kaç üye ile temsil edilecekleri ve kültürel hakları konularında kararlar alınmıştır. Ancak 1 Mart Tezkeresi reddedildiği için, ABD, muhaliflerin toplantılarında alınan kararları yok saydığı gibi, 3 Temmuz 2003’te Celal Talabani liderliğindeki silahlı grubun isteği ile Süleymaniye şehrinde bulunan Türk subaylarını bile başlarına çuval geçirerek tutuklamıştır. Türkiye Hükümeti, reddedilen tezkere yerine 20 Mart 2003’te Meclis’ten yeni bir tezkere çıkarmışsa da ABD bu tezkereyi yok saymıştır. Türkiye’nin Irak’a asker göndermesini, Irak’taki işlere müdâhil olmasını engellemiştir.
“1926 şartlarında Türkiye zayıf konumunda olduğundan Türklerin zararına olan Ankara Anlaşması’nı yapmak zorunda kaldı” tezleri bilinmektedir. Bu tezler doğru değildir. Çünkü gerçekten Türkiye zayıf olduğu için Musul’u kendi sınırlarına katamamış olabilir, ancak Türkmeneli’nin kültürel haklarını ve nüfus yapısını koruyan maddeler ve bunun için Türkiye’ye garantörlük verilmesi gibi hususlar Ankara Anlaşması’na eklenebilirdi. Bunların hiçbiri yapılmamıştır. Anlaşma tümüyle İngiltere’nin isteklerine göre düzenlenmiştir.
“1 Mart tezkeresi çıksaydı Türkiye’ye çok sayıda ABD askeri yerleşirdi. Komşu bir ülkenin işgalinde Türkiye ABD’nin suç ortağı olurdu” gibi tezler, Türkmeneli’nin ara yerde heba olmasını hesaba katmayan tezlerdir. Türkiye, kendisini Irak’ta müdâhil edecek girişimlerin içinde olsaydı, Türkiye’nin denetiminde olan bölgede ne Türklerin, ne de Arapların katliamı yaşanırdı.
ABD işgal sırasında Kürt bölgesini “KBY” diyerek Kürtlere bıraktığı gibi, Irak’ın geri kalan kısmına da Kürtleri ortak etmiştir. Türkmeneli yok sayılmış, Irak Araplar ve Kürtler arasında bölünmüştür. ABD işgal idaresi Irak için anayasa hazırlarken Türkleri üçüncü kurucu unsur olarak anayasaya yazmak istese de bunu doğrudan Barzani engellemiştir. Barzani bu tutumuyla Türklere karşı Saddam yöntemini uygulamıştır.
Bugün ne oluyor?
2003-2017 arasında Kürt idaresinde olan Kerkük, 2017’den sonra yeniden Bağdat hükümetinin yönetimine geçmiştir. Irak ordusuna ait bir binanın Barzani’nin KDP’sine verilmesi kararına Kerkük’teki Araplar ve Türkler karşı çıkmış, bunun için yapılan gösterilerde dört Kürt genci öldürülmüştür. Dolayısıyla Irak’ta her an yeni bir savaşın Kerkük sebebiyle başlama ihtimâli ortaya çıkmıştır.
ABD işgaliyle birlikte Irak bütünüyle İran kontrolüne geçmiştir. Irak’taki Şii partiler ve Süleymaniye merkezli KYB, İran’a bağımlı bir duruma gelmişlerdir. Buna karşılık Barzani idaresindeki KDP, Türkiye ile iyi ilişkilere bir ölçüde mecbur kalmıştır.
PKK’ya karşı yapılan askerî harekâtlarda Türkiye ile işbirliği yapan Barzani’nin Kerkük’te başlayacak bir iç savaş nedeniyle Türkiye ile karşı karşıya gelmesi de kuvvetle muhtemeldir. Elbette Suriye’deki olayları dengelemek için ABD’nin Kerkük sorununu öne çıkarması da kuvvetle muhtemeldir. Ancak Kerkük’ü ele geçirmek için uzun zamandan beri bekleyen tarafların her an yeniden savaşmak için istekli oldukları bir vakıadır.
Kerkük’te yaşanacak iç savaşta Kerkük’ün yeniden yanması muhtemeldir. İç savaşın, taraflarına bir şey kazandırma ihtimâli ise yoktur. On binlerce insanın ölümü ve Kerkük ve çevresinin viraneye dönmesi, Kerkük’ü kimse için Kudüs durumuna getirmeyecektir. 85 milyonluk Türkiye’nin yanı başındaki Türkmenlerin haklarını koruyamaması ise yüz yıldan beri Türkiye’yi idare edenlerin ayıbıdır. Bu ayıbın utancının daha fazla devam etmemesini dilerim.