NE varsa “Evlerinin önünde” desek, yanlış
olmaz. Türkülerimiz bunun belgesi. Sevdiğinin evine fazla yaklaşamayan, onu
görmek için uzaktan bakıp da “evlerinin önü” diye söze başlayan âşıklar, bize
zengin bir çerçeve çizmişlerdir.
Neler
yoktur ki evlerinin önünde… Isparta yöresinden Gönenli Kadir Acar, “Evlerinin
önü mersin / (Ah) Sular içme gadınım tersin tersin” dediğinde, biliriz ki az
sonra “Mevlam seni bana versin” diyecektir.
Kerkük
türküsünde Abdurrahman Kızılay, “Evlerinin önü boyalı direk/ Yerden yere vurdun
sen beni felek” diye seslenir. Kerkük ve oradaki kardeşlerimiz bugün
sınırlarımız dışında kalmış durumda.
Acıdır,
acıtır... Ama türküleri hepimizin yüreğindedir. Gün ola harman ola...
***
Yine
aynı yöreden Abdulvahit Kuzecioğlu sevdiğinin evi önünde yonca görür ve şöyle
söyler: “Evlerinin önü yonca/ Yonca kalkmış dam boyunca…”
Denizli’den
Özay Gönlüm ise sevdiğinin evi önünde kaynayan bulgur kazanı görenlerin haline
tercüman olur: “Evlerinin önü bulgur kazanı/ Herkes sever okuyanı yazanı…”
Siverek’ten
Ahmet Çelikkanat imzalı türküyü Mehmet Özbek’in sesiyle hatırlarız: “Evlerinin
önü yoldur yolaktır/ Başımızda dönen dektir dolaptır…” (Dek: Düzen, hile, entrika)
***
Rumeli’ye
geçince “Evlerinin önü handır aman/ Yanar da yüreğim külhandır” ile
karşılaşırız.
Emirdağ’dan
“Evlerinin önü kepir/ Atlar geçer güpür güpür” türküsü bize Fadime’yi
hatırlatır.
Aynı
yöreden bir başka türkü daha meşhurdur:
“Evlerinin
önü yoldur/ Yolun sonu karakoldur/ Kurban olam suna (sarı) gelin/ Gel testini
bizde doldur…
Al
Fadimem, bal Fadimem/ Yanakları gül Fadimem/ Uyan uyan sabah oldu/ Namazını kıl
Fadimem…”
***
Fadimecik
kalkacak, namazını kılacak kılmasına da… Pencereden bakınca ne görecek? Dışarıda,
onun sabah namazına kalkmasını bekleyen sevdiceğini mi yoksa bahçelerine
dikilen kiliseyi mi?
Şaşırmayın…
Şaka yahut uydurma, yakıştırma falan değil. Gerçekten bahçede bir kilise var.
Yirmi
yıl önce Bosna’da Srebrenitsa’da Sırplar soykırım yaparken ölen ölür -ki onlar
çoğunlukla erkeklerdir-, kaçan kaçabilen ve canını kurtaran kadınlar ülkenin
başka yerlerine giderler. Dönüp geldiklerinde Fato (Orloviç) Nine bir bakar ki
evinin bahçesine Sırplar bir kilise inşa etmişler. İtiraz eder, mahkemeye
gider, karşı taraf suçlu bulunacağına Fato Nine suçlu bulunur. On bin avro
cezaya çarptırılır.
Yanlış
hatırlıyor olabilirim, belki de avro değil, Konvertibl Mark (KM) dedikleri
Bosna parası cinsindendir. Ne fark eder? 1 avro bile olsa, ceza ona verilemez.
Elinde tapusu olan ve arazisi işgal edilen kişi suçlu bulunabilir mi? Mahkeme
Sırp kantonundaysa, hâkimler Sırp ise bulunur. Çünkü Sırp cinsi, hukuktan
anlamaz.
Fato
Nine, Avrupa mahkemesine gider ve haklı bulunur. Ancak kimse o kiliseyi
yıkamaz...
Ziyaret ettik, elini öptük... “Evlerinin önü kilise” diye başlayan bir türkü olmalı diye düşündüm. Bir gün o kilise yıkılırsa, gelecek nesillere türküsü kalsın. Yıkılmasa da bilinsin nasıl yapıldığı, niçin yapıldığı, başka yer yokmuş gibi niçin Fato Nine’nin bahçesine inşa edildiği…
Yüzlerce yıldır aynı şekilde kaldığı öylesine belli ki, bir
anda asırlar öncesine gitmiş sanıyor insan Poçitel sokaklarını dolaşırken. “Türk
köyü” ya da “Osmanlı köyü” olarak biliniyor. Aslına bakarsanız orada bugün
yaşayan Türk kalmamış. Ama cümle âlemin çok iyi bildiği bir gerçeği burada bir
defa daha tekrar etmek durumundayız: Türk ile Müslüman’ı hiçbir şekilde ayırmak
mümkün değil. Özellikle bu topraklarda...
Bosna’da
savaş yirmi yıl önce bitmiş olabilir. Silahlı çatışma son bulmuş olabilir. O
günden bu yana, semboller savaşı devam ediyor. Bunu bilmek gerek.
Fato
Nine’nin kimin torunu olduğunu, teklif edilen yüksek bedelleri niçin kabul
etmediğini, verilen açık çeki nasıl geri çevirdiğini, neler hissettiğini ve
daha fazlasını Mesut Emre Balcı’nın yazısında bulacaksınız.
Ben
o manzarayı gördüğüm andan itibaren “Evlerinin önü kilise” ve sonrasını kafamda
çevirmekteyim. “Göz açtırmadılar milise” diye devam edebiliriz. Gerisini
getirmek de mümkün. Lâkin yanımda saz yoktu. Olsaydı da çalamazdım. Çalabilseydim
de beste yapamazdım. Yapsam da kimse dinlemezdi. Her işi ehline bırakmak lâzım.
İlk durak: Aliya
Saraybosna’ya
her gidişimizde olduğu gibi, bu defa da ilk önce rahmetli Aliya’nın kabrine
uğradık.
O
ne güzel insandı. O ne güzel komutandı. O ne güzel liderdi. Altını çizdiğim
sözlerini burada alıntı yapmak istesem, derginin bütün sayfaları az gelir. Hayatından
birkaç hatırayı aktarsam, yine nerede duracağımı bilemem. “Öylesi yüz yılda bir
gelir” derler ya… Aliya onlardan biri. Bosna’ya Cenab-ı Allah’ın bir
hediyesiydi Aliya. Şanına yaraşır bir hediye. Kalbimizdeki yeri hiç
değişmeyecek.
Hasta
yatağındayken ziyaretine gelen Recep Tayyip Erdoğan’a “Bosna’yı size emanet
ediyorum” demişti Aliya. Ülkesini kime emanet edeceğini biliyordu, işin ehlini
tanıyordu.
Dönüş
vakti geldiğinde, yine ona uğradık, birer Fatiha okuduk ve öyle yola çıktık. Hem
ilk durağımızdı Aliya, hem son durağımız... Çember böylece tamamlanmıştı. Ayrıca,
hatırlatmak isterim ki 0 (sıfır) derece ile 360 derece, aynı noktadadır. Bilmeyen,
ikisini aynı sanabilir.
Yugoslavya’dan bana ne?
70’li
yıllarda Avrupa ülkelerinde çalışan akrabalarımız ülkeye dönerken
Yugoslavya’dan geçtiklerini söylediklerinde pek umursamazdım. Fakat “Bu defa
Saraybosna’ya uğradık, Üsküp’ten geçtik, dönüşü Kosova üzerinden yapmayı
düşünüyoruz” gibi cümleler serpiştirince, hemen ilgimi çekerdi. Merakla sorular
sorardım.
Yugoslavya
kelimesi bana itici gelirdi. İlginç bulduğum tek şey, Yugo markalı ufak
araçlardı. Kalça kemiği kırık Yugoslavya’nın bile kendi markasını taşıyan bir
arabası vardı. Minik de olsa yürüyordu. Biz ise gavurun eline bakıyorduk ve
kendi markamızı doğarken boğmuştuk.
Aynı
işe tekrar girişecek kişinin de “babayiğit” olması gerekiyordu.
“Soğuk hava depolarına ve elektrik santrallerine ihtiyacımız var... AB’ye ve NATO’ya girmek istiyoruz fakat Sırplar karşı çıkıyor... Büyük bir denizde küçük bir kayık gibiyiz...”
Babası
Hırvat, annesi Sloven olan Tito, Yugoslavya’yı oluşturan etnik yapıları yıllar
boyunca bir arada tutmayı başarmıştı. En iyi bildiği konu, stratejiydi dersek,
yanlış olmaz. Yalnız ülke içinde değil, dışarıdaki ilişkilerinde de ustaca
manevralar yapıyor, hem Rusya hem ABD ve diğer Batı ülkeleriyle iyi
geçiniyordu.
***
Nehirler
akarken bazen ikiye bölünür ve orta yerde bir adacık oluşturur. Bazı
karayollarında da buna benzer yol ayrımları vardır, rastlamışsınızdır.
Tito
için anlatılan bir fıkraya giriş olsun diye bu tür yolları hatırlattım. Hangi
yoldan giderseniz gidin, aynı yere varırsınız.
Derler
ki… Uluslararası bir toplantı sırasında öyle bir yol ayrımına gelindiğinde,
şoförü “Nereden gitmemizi istersiniz” diye sormuş. Tito şöyle söylemiş: “Sola
sinyal ver, sağdan git.”
Politik
tutumunu özetleyen bir fıkra. Bosna’da bir süre kalıp da bu fıkrayı
duymamışsanız, yeterince halkla temasınız olmamış demektir.
***
Yugoslavya
dağıldıktan sonra bir iki tane değil, tam yedi tane ayrı ülke doğdu: Bosna-Hersek,
Hırvatistan, Slovenya, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Kosova.
Nüfusları
üçer beşer milyon da olsa bu devletler bugün AB’ye girme yarışında.
Sözün
tam burasında, uzmanlık gerektirmeyen bir soru yöneltelim size. Fıkralar
anlattık, hatıralar paylaştık, bir soru hakkımız olsun.
Sizce,
Bosna Hersek’i ve Kosova’yı AB’ye alırlar mı?
Cevap
verilmesi –bile- gerekmeyen bir soruydu bu...
Size selâm getirdik
Bosna’dan
hatıra olarak pek çok hediyelik eşya alabilirsiniz. Sarayova Başçarşı’da,
Mostar ve diğer şehirlerde esnafın güler yüzlü tavrı ile karşılaşınca, daha çok
hatıra ile dönmek istemenizi kimse yadırgamaz.
Her
ne alırsanız alın, bir miktar da dibek kahvesi getirmelisiniz.
Bendeniz
bu yazıyı, büyük taşa oyulan dibek içinde elle dövülen kahve eşliğinde
yazıyorum. İki yüz metreden sesi duyuluyordu dibeğin.
Hasta yatağındayken ziyaretine gelen Recep Tayyip Erdoğan’a
“Bosna’yı size emanet ediyorum” demişti Aliya. Ülkesini kime emanet edeceğini
biliyordu, işin ehlini tanıyordu...
Rüzgâr
gördük Bosna’da… Yağmur gördük, kar
gördük, soğuk gördük hem de nasıl… “Titremeyi biliyorsan, üşümek mesele değil”
derdi rahmetli babam. Ara sıra iyi üşüdük, esaslı titredik. Fakat o da güzeldi
emin olun.
Her
ne kadar ülkemize soğuk hava ve kar Balkanlar üzerinden geliyorsa da biz oradan
size üşümek getirmedik, soğuk getirmedik.
***
Otuz
yıl kadar, belki biraz da küsuratı var, geriye gidelim ve Huşeng Azeroğlu’nu
hatırlayalım. Güney Azerbaycan’dan gelmişti ve “Size selâm getirmişem” türküsüyle
meşhur olmuştu Türkiye’de. Zaten nereye giderseniz gidin, Türkiye’ye selâm
getirmeden dönemezsiniz. Bosna dönüşü, Yeni Şafak’ta “Bosna’dan gelirim, yüküm
de selâmdır hey aman” diyerek şu yazıyı yazdım…
***
Bosna’dan gelirim, yüküm de selâmdır
hey aman
Rumeli’yi
nasıl kaybettik, Balkanlar’ı nasıl kaybettik sorularına cevap arayan yazılar,
kitaplar pek çoktur diyeceğim, doğru olmayacak. Sayısız dergi bu konuda özel
sayılar hazırlamıştır ifadesini kullansam, yine mübalağa sayılacak. Rumeli ve
Balkanlar üzerine çekilen filmler, belgeseller, konferanslar, paneller için de
aynı durum geçerli. Çok değil fakat belli bir miktar da olsa hepsi üzerine
çalışılmış.
Kesin
bir sonuç var: Rumeli ve Balkanlar’ı kaybettik. Uzun zamandan beri yeniden
kazanmaya çalışıyoruz ama aynı çerçevede değil. Bizim olsun, yönetelim
anlayışından uzak, kardeşlik esası üzerine kurulu bir ilişki. Kaldı ki o esas
bile bazılarını rahatsız ediyor.
***
Kültür
Ajanda dergisi ekibiyle beraber on günlük bir Bosna Hersek seyahati yaptık. Ne işiniz
vardı bu karda kışta derseniz, inanın çok işimiz vardı.
Sivil
toplum kuruluşlarıyla, basınla, yazar ve gazetecilerle, sanatçılarla,
siyasetçilerle, esnafla, iş adamlarıyla, akademisyenlerle, vatandaşlarla geniş
çaplı görüşmelerimiz oldu.
On
beş kişi, her gün sabahtan başlayıp gece geç vakitlere kadar röportajlar
gerçekleştirdi. Saraybosna, Mostar, Travnik, Srebrenitsa, Bihaç, Sazin başta
olmak üzere birçok şehir ve kasabayı dolaştık.
***
İkişerli
üçerli görüşmelerin yanında toplu ziyaretlerimiz de oldu.
Anadolu
Ajansı, Yunus Emre Enstitüsü, TİKA, THY Ofisi, Türkiye Cumhuriyeti
Büyükelçiliği gibi orada faaliyet gösteren kurumlarımız dışında Genç
Müslümanlar Teşkilatı, Merhamet Derneği, Srebrenitsa Anneleri, Esnaf ve
Sanatkârlar Derneği başta olmak üzere birçok Boşnak kurum ve kuruluşuyla
görüştük, röportajlar yaptık.
***
Yediğimiz
içtiğimiz üzerinde fazla durmayalım ama Boşnak böreğinden, Begova çorbasından
ve çok lezzetli etlerinden söz etmeden geçmek olmaz.
Suları
ayrı bir güzellik Bosna’nın. Hem içmek için, hem seyretmek için... Nehirleri,
dağları ve bütün tabiat güzellikleri nasıl üzerinde durulmaya değerse, aradan
yirmi yıl geçmiş savaşın izleri üzerine de ciddiyetle eğilmek gerekiyor.
Kültür
Ajanda ekibi, özel bir sayı hazırlayacak. Sayfa sayısı geniş tutulacak olan
derginin yanında Boşnakça’dan “özel” tercüme edilen hacimli bir kitap da hediye
edilecek. Ülkenin ekonomik ve siyasi durumu, halkın içinde bulunduğu şartlar ve
sair konular genişçe ele alınacak.
***
“Bosna’ya
gittik, Başçarşı’da gezdik, alışveriş yaptık, aynı Bursa... Mostar’daki köprü
muhteşem. Hele bir Alperenler Tekkesi var ki dillere destan...”
Bu
çerçevenin mümkün olduğunca dışına çıkmak hedefleniyor.
Daha
geniş bir açıdan bakmak, Bosna’nın bizim için anlamını ve önemini daha derinden
irdelemek gerektiğini düşündüğümüz için kış ortasında bu yoğun tempolu seyahati
gerçekleştirdik.
Bakir
İzzetbegoviç’in Türkiye’yi ve Erdoğan’ı nasıl gördüğünü, Boşnak halkının
duyguları ve düşüncelerini de ilgi duyan okurlar dergide bulacak.
***
Görüşmelerimizi
bitirdik ve “Allah’a emanet” deyip döndük; Boşnaklar da bize o şekilde söyledi.
Biz oradaki rehberlerimiz ve tercümanlarımızla 25 kişiyi bulan ekip halinde,
kimi zaman parçalı kimi bütün, bir görüşmeden diğerine yetişmeye çalışırken,
bir yandan da ülkemizdeki gelişmeleri takip etme derdindeydik.
Zira
burası bildiğiniz gibi epey karışmış. Giderken ulaşabildiklerimize “Kendinize
mukayyet olun” mesajı göndermiştik ama anlaşılıyor ki pek işe yaramamış. (…)
***
Olduğu gibi korunan Osmanlı hatırası:
Poçitel
Poçitel’i
görmeyen, Bosna Hersek’i gördüm demesin. Öz fikrim budur. Neretva Nehri
kıyısına kurulmuş, avuç içine sığacak büyüklükte bir pırlanta gibi Poçitel.
İddialı
bir söz mü oldu? Olsun... O kadar güzel. 1383 yılında Bosna Kralı tarafından
inşa edildiği rivayet ediliyor. Mostar’a
25, Saraybosna’ya 158, Dubrovnik’e 116 kilometre. Osmanlı 1471’de fethetmiş ve
1878’e kadar elinde tutmuş. Yaklaşık 500 sene Osmanlı’da kalmış. Şişman İbrahim
Paşa Medresesi’nin hemen yanı başında inşa edilen Hacı Ali Camii, 1562 tarihli.
Medreseyi inşa ettiren Paşa, 18. Asırda
görev yaptığı Poçitel’de han, hamam, medrese yaptırmış, Hacı Ali tarafından
yapılan cami de onun döneminde elden geçirilmiş.
***
26
yıldır o camide görev yapan imam Cemal Gadara, eğer sorarsanız, size köy ve
cami hakkında ayrıntılı bilgi verir. Sormazsanız, tebessüm ederek bakmakla
yetinir.
Yüzlerce
yıldır aynı şekilde kaldığı öylesine belli ki, bir anda asırlar öncesine gitmiş
sanıyor insan Poçitel sokaklarını dolaşırken. “Türk köyü” ya da “Osmanlı köyü”
olarak biliniyor. Aslına bakarsanız orada bugün yaşayan Türk kalmamış. Ama
cümle âlemin çok iyi bildiği bir gerçeği burada bir defa daha tekrar etmek
durumundayız: Türk ile Müslüman’ı hiçbir şekilde ayırmak mümkün değil. Özellikle
bu topraklarda...
***
Yüzyıllar
boyunca karakol görevi gören ve gelip geçen kervanların kontrol edildiği nokta
olan Poçitel, taş işçiliğinin en güzel örnekleriyle dolu.
Kale,
cami, medrese, hamam, saat kulesi gibi eserler yanında, literatürde “sivil
mimari unsurları” olarak geçen evler ve diğer yapılar da taştan inşa edilmiş.
İvo
Andriç, Poçitel için” taşlı şehir” ifadesini kullanıyor. Boşnaklara göre de
orası “Taş Şehir”. Binaların çatıları bile yassı taşlarla kaplı.
Bosna
savaşı sırasında Hırvatlar tarafından tahrip edilmişse de bütünüyle elden
geçirilmiş. Artık, savaşın izleri
görünmüyor.
Poçitel,
2007’den itibaren UNESCO Kültür Mirası listesinde. Boşnakça olan ismi, “Başlangıç
noktası” anlamına geliyor. Evliya Çelebi buraya 1664 yılında uğramış. Ve emin
olun, Çelebi’nin gördüğü ile bugün gidenlerin gördüğü arasındaki tek fark,
nehir boyunca uzanıp giden yolun üzerindeki asfalt sadece.
“Buraya gelen Türklerin çoğu bol bol vaatte bulunuyor. Gittiklerinde unutuyor olmalılar ki vaatlerin büyük kısmı gerçekleşmiyor.” Birkaç yerde bu tür şikâyetlere rastladık.
O
yolun kıyısındaki otoparkta arabanızı bıraktığınızda, “Âdem’in Yeri” tabelası
karşınıza çıkar. Mevsim müsaitse, oradaki çardak altında, ince belli bardakta,
iyi demlenmiş bir çay içebilirsiniz. Çaydan sonra yukarıya doğru tırmanmaya
başlayabilirsiniz. Her basamakta manzara daha bir muhteşem hal alıyor. Kademe
kademe fotoğraf çekerek, önce cami ziyareti, sonra kaleye tırmanış bekleyecek
sizi. Yolunuz oraya kadar düştüyse, kaleye çıkmadan dönmeyin.
Benim
gibi gittiği güzel yerleri anlatmanın ve fotoğraflamanın ötesinde çok beğenen
ve “Burada yaşanır be kardeşim” diyenlerdenseniz, etrafa başka bir gözle
bakmaya başlarsınız. Sarayova’ya mı yerleşmeli, Mostar’a mı yoksa Poçitel’e mi?
İşte çoktan seçememeli bir soru. (Hâlbuki sırf Bosna Hersek’te daha gidilecek
pek çok yer var.)
Buradaki
evlerin fiyatı nedir, satın almak zor gelirse kiralar ne civardadır, nereye
sormalı, kime başvurmalı diye düşünerek kaleye tırmanırken değilse, benim gibi
iniş sırasında başınızı kalenin taşlarına vurabilirsiniz. Çizgi romanlardaki
gibi hemen bir şişlik oluşuverir de iki haftada zor iner. Fakat emin olun, kalenin
burçlarındaki manzara, o şişliğe de, çıkıp inerken zorlanmaya da değer.
Nehrin
ve yolun kıvrımlarına, güneşin dağlar, tarlalar ve nehir üzerindeki oyunlarına,
binaların intizamına saatlerce baksanız doyamazsınız. İnmek istemezseniz, hiç
merak etmeyin, sizi çağıracaklardır. Orada bırakıp gidecek değiller ya…
Büyük tezgâh kuruldu Bosna’da
Ortada
bir halı veya kilim bulunuyorsa, bir yerlerde mutlaka bir tezgâh vardır
vaktiyle kurulmuş... Bunu bilmek gerekir. Bilmek ve unutmamak… Bir halı-kilim
ile karşılaşınca, tezgâhın yerini merak edenlere selam olsun... Tezgâhı kimin
kurduğunu araştıranlara selam olsun... Bu soruların cevaplarını bulanlara ve
dahası bilenlere daha çok selam olsun...
Hunharca
süren Bosna savaşı, Avrupa’nın ortasında yıllarca devam etti. Maksat elbette
oradaki Müslümanları bitirmek, tamamen yok etmekti.
Saraybosna’ya
can damarı olan “Tünel” açılmamış olsaydı, dört bir yandaki tepelerden açılan
ateşten, atılan bombalardan ölenlerin haricinde, büyük çoğunluk açlıktan
hayatını kaybedecekti. Boşnakları tarihten silmek isteyenler nasıl olup da
hayatta kalabildiklerine şaşıyorlardı.
Avrupa
seyrediyordu o savaşı. Amerika seyrediyordu. Daha doğrusu bütün dünya
seyirciydi. Çok az yardım ulaşmaktaydı ve buna rağmen Boşnaklar direndi. Ot
toplayıp yiyerek, ağaç kökleriyle beslenerek ayakta kalmayı başardılar. Kurulan
tezgâh, o topraklarda yaşayan bütün Müslümanların yok olması üzerineydi. Avrupa’nın
ortasında namaz kılan, ezan okuyan, oruç tutan insanlarla dolu bir devletin ne
gereği vardı? Bir gereklilik varsa, o da hepsini yok etmekten ibaretti.
Fakat
tezgâh işlemedi. Halı tam dokunamadı. Ne zaman ki Boşnaklar ilerlemeye başladı,
o zaman NATO müdahalede bulundu.
Çözümsüzlük sistemi
Tezgâh
demiştik… Savaş bir tezgâhtı, Boşnakları yok edemedi. Savaştan sonra başka bir
tezgâh kuruldu. Dayton Anlaşması savaşı bitirmişti fakat yeniden bir halının
dokunmasına başlandı. O da yönetimi karmaşık hale getirmek olarak
özetlenebilir.
Her
makamdan üç tane var Bosna’da. Cumhurbaşkanlığı, Boşnak, Sırp, Hırvatlar
arasında üç kişiyle temsil ediliyor. Onların üstünde bir de üst yönetici var
Batı ülkelerince atanan. Altlarında ise her birinin beşer kişilik kurullar. Belediye
yönetimleri de il yönetimleri de aynı şekilde tanzim edilmiş. Çünkü ülke sırf
Boşnaklardan oluşmuyor. Bir karar
alınacağı zaman, her kurulda ayrı ayrı üçte iki çoğunluk aranıyor. Herhangi bir
konuda Boşnaklar beşte beş, Hırvatlar beşte beş kabul oyu verse, Sırplardan iki
kişi itiraz etse, o karar reddedilmiş sayılıyor. Tam anlamıyla çözümsüzlük
üstüne kurulmuş bir sistem...
***
Peş
peşe iki tane büyük dünya savaşı yaşamış Avrupa’nın ortasında yeni bir savaşa
kimse izin vermez diye düşündüklerini söylüyordu Aliya.
Silahlar
toplanmıştı Boşnakların elinden. O şartlarda yeni bir savaş yaşandı ve
Boşnaklar su borusundan el yapımı silahlarla mücadele yürüttüler.
Şu
anki sistem de işlememek üzerine kurulduğu için, her an yeni bir çatışma
başlayabilir düşüncesi, pek dile getirilmese de savaş tecrübesi yaşayan
Boşnaklarda yaygın gibi görünüyor.
Karışık bir cümle mi oldu? Özeti şöyle: Bosna’da yakın zamanda yine bir kıvılcım görülürse, kimse için sürpriz olmaz. Bir sürü kantondan oluşan ülkenin idari yapısını biraz yakından görünce, “Kerpiç kerpiç üstüne kurdum binayı” türküsünden ilhamla şunu söylemek mümkün: “Kanton kanton üstüne kurduk Bosna’yı/ Bosna’yı kurar iken gördük Dünya’yı…”
Bosna’da yakın zamanda yine bir kıvılcım görülürse, kimse
için sürpriz olmaz. Bir sürü kantondan oluşan ülkenin idari yapısını biraz
yakından görünce, “Kerpiç kerpiç üstüne kurdum binayı” türküsünden ilhamla şunu
söylemek mümkün: “Kanton kanton üstüne kurduk Bosna’yı/ Bosna’yı kurar iken
gördük Dünya’yı…”
Bosna’dan notlar ve unutulmaz cümleler
THY
önceleri haftada bir uçuş gerçekleştirirken, bugün günde üç uçuş yapılıyor. Savaş
döneminde Bosna’ya en çok yardım eden ülke listesinde devlet olarak Türkiye
aşağılarda yer alırken Türk halkı birinci sırada.
Savaştan
sonra ise tam tersi. Devlet olarak Türkiye ilk sırada, halk ise listenin
aşağılarında. Saraybosna’da her gün Fatih Sultan Mehmet için hatim indiriliyor.
Asıl
savaş, savaştan sonra başladı. Savaşın başında Sırp komutanlar “Türklerden
rövanş alma günü geldi” demişlerdi. Yüzbinlerce şehidimiz var, onlara karşı
hepimiz borçluyuz. Hâlâ cesedi bulunamayan kayıplarımız var. Savaş sırasında toplu
mezarlara gömdükleri şehitlerimizi dozerlerle farklı yerlere dağıttılar. O
yüzden bazı şehitlerimizin sadece bir parmağını, ufak bir kemiğini buluyoruz.
ABD’li,
Çinli, Koreli, İspanyol, Alman, İngiliz misyonerler sivil toplum kuruluşları
kanalıyla faaliyet yapıyorlar. İran ve Arap ülkeleri de Bosna’da etkin.
Gençleri
çekmek isteyen meyhaneler, bir birayı ücretli, ikincisini bedava veriyor.
Çocuklarımızı
kendi kültürümüzle yetiştirecek kreş ve çocuk yuvaları açılması lâzım. Kültür,
mermi ile yıkılır, yok edilir mi? Kültürle siyaseti ayıramayız.
Azerbaycan’dan
Bosna’ya kadar müzik ve kültür ortaktır. Sırpların ve Hırvatların dilinde de
çok fazla Türkçe kelime ve terim var.
91’de
yapılan nüfus sayımının verileri var elimizde. Sonraki sayım (2013) açıklanmadı.
Kosovalı
Müslümanlar Bosna’ya vize almakta zorlanıyor.
Dodik,
kendini Papa’dan daha büyük Hıristiyan sanıyor, Sırplar da onu öyle görüyor. (Milorad
Dodik, Bosna-Hersek içindeki Sırp Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı)
Savaşta
öksüz ve yetim kalan çocuklar Türkiye’ye alınacaktı. Fakat Demirel sonradan
vazgeçti. O çocuklar kaçırıldı. Avrupa’nın değişik ülkelerine götürüldüler.
Onların peşine düşen araştırmacılar, bazılarının izine Manastırlarda rastladı.
Yaşları küçük olduğu için kimlikleri unutturulduğu, rahip ve rahibe olarak
yetiştirildikleri tespit edildi.
Hepsi “iç”li
Boşnaklar
“iç”li insanlar. Baksanıza: Bosna’nın kurucusu: Aliya İzzetbegoviç... Dava
arkadaşları: İsmet Kasumoviç, Asaf Serdareviç, Esat Karacaozoviç... Şehitlerden:
Mehmet Turkoviç, İsmet Turnadziç ve daha yüz binlercesi… Görüştüğümüz bazı
dostların isimleri: Velma Şariç, Hayreddin Şahiç, Ahmet Alibaşiç, Edhem Baksiç,
Rujdia Adoviç, İbrahim Reciç, Salih Derviç, Cemalettin Çavuşeviç, Bekim
Muhtaroviç…
Mola
verdiğimiz yerde kaptan şoförümüz bacaklarını açmak için ayakta kısa mesafe
adımlayıp duruyordu. “Kaptanoviç, oturoviç çay iç, kahve iç” diye seslendim,
anlamadı.
Kalkınmak için
Kalkınma
Bakanı Sanin Halimoviç’i makamında ziyaret ettik. Gülerek karşıladı bizi ve bir
sözü hatırlattı: “Nerede ki çocuklar güler yüzlü, ev o kadar genişler.”
Sohbetimizden
birkaç not aktarmakla yetineyim: Türkiye’den kalkınma modeli konusunda destek
almak istiyoruz... Türkiye KKTC’ye nasıl bakıyorsa, bize de öyle bakıyor... Soğuk
hava depolarına ve elektrik santrallerine ihtiyacımız var... AB’ye ve NATO’ya
girmek istiyoruz fakat Sırplar karşı çıkıyor... Büyük bir denizde küçük bir
kayık gibiyiz...
Merhamet Vakfı
Aliya
İzzetbegoviç Merhamet Vakfı gönüllüsüydü. Hilali Ahmet ile Teşkilat-ı
Mahsusa’nın birleşmesiyle kuruldu.
Bu
vakıf, devleti şekillendiren unsurlardan biri. Tarihi yüz yıldan eski. Balkan
savaşları döneminde faaldi. Dil, din, ırk ayrımı yapmadan muhtaçların yardımına
koşar. Pakistan, Endonezya, İran, Gazze, Somali, Kobani’ye yardımlarda
bulunduk. Erdoğan ve Davutoğlu ile görüşmelerimiz oldu. Ziyaret ettiler, bu
salonda kahve içtik.
Aliya,
Merhamet Vakfı’na Bosna’nın en büyük nişanı olan Altın Zambak nişanını verdi.
Vaat bol, icraat az
“Buraya
gelen Türklerin çoğu bol bol vaatte bulunuyor. Gittiklerinde unutuyor olmalılar
ki vaatlerin büyük kısmı gerçekleşmiyor.”
Birkaç
yerde bu tür şikâyetlere rastladık. Bosna’ya gideceklerin, yerine
getiremeyecekleri vaatlerde bulunmamaları, vaat ettiklerini de yapmaları
gerektiğini hatırlatalım.
Bir
başka şikâyet ise, Türklerdeki pazarlık etme merakı. Bosna esnafı yüksek fiyat
talep etmediği için, pazarlık yapmaktan hoşlanmaz.
Erdogan gelsin bize
Bosna Hersek’in en batı ucundaki Bihaç ve Sazin’e giderken
Travnik’te mola verdik. Çay kahve içtiğimiz mekânda Libyalı gençler de vardı. Türkiye’den
geldiğimizi duyunca gözleri parladı. Yüzlerindeki gülümseme görmeye değerdi. “Erdogan”
diye söze başladı biri (Erdoğan diyemiyor, Erdogan diyordu). “Bizim ülkemize
gelse, yüzde 80 oy alır. Bizi on yıl yönetsin, başka bir şey istemeyiz.”
Nimet Nine
anlatıyor
92 yaşındaki Nimet Nine, fincanla gelen çayı geri gönderdi.
“Bana ince belli cam bardakta çay getirin, Türkiye’deki gibi içmek istiyorum”
dedi.
Dedesi, Sultan Abdulhamit’in paşası imiş. Türkiye’de kalmış,
bir süre Trabzon’da ve İstanbul’da yaşamış.
“Nedir vaziyet Nimet Nine?” diye sorduk. “Bak vaziyetimize...”
diye başladı. “Hepimiz diyoruz Müslümanız, fakat camiler dolmuyor. Hepimiz
diyoruz La ilahe illallah, fakat namazı unutuyoruz. 5 yaşında Kur’an’a
başlamış, hatim etmişim evladım.”
“Bir gün Aliya’nın eşi Türkiye’den gelen bir mektup
getirmiş. Demiş bu pek modern dille yazılmış, anlamam.”
“Trabzon’a geldiğimde gençtim. Minareden bir ses yükseldi.
‘Tanrı uludur, Tanrı uludur…’ Dedim bu ne şarkısı böyle?”
“Erdoğan beni Çanakkale’ye davet etti. Gittim, helikopterle
karşıladı. Emine Hanım ile beraber. Her gelişinde uğrar bana. Biz burada hep
onun için dualar ederiz. Sağolsun, muvaffak olsun diye... Dualarımız kabul
oldu, seçimi kazandık çok şükür.”
“Ben efendimi ağlamadan anamam. Efendim, komünistlikte camiye gidemezdi.
Medreseleri kapattılar. Çocuklara zorla oruç açtırırlardı.
Tito bizim de dinimizi yok etmek istedi. Şimdi camiler
serbest çok şükür. Fakat koca sakallılar karıştırdı bizim dinimizi. Vehabilerde
göbeğe kadar sakal. Yastık yaparsın onunla. Bizim gibi yaparsan namazda diye
şart koşarak, 600 mark aylık verirler gençlere.”
“Kırk sene hocalıkta çalıştım. Benim 160 avro aylığım.
Vaziyetimiz zordur.”
“Torunumun torunu okudu, makine mühendisi oldu. Hep gençler
okuyor şimdi. Ama iş yok. Çalışamıyor. Gençler istiyi çalışmak.
İstemiyi el açmak. İş olmayınca gidiyor Almanya’ya, başka
ülkeye.
Orada evlenip kalıyor. Burası zayıflıyor. Burada iş lazım,
fabrikalarımızı kapattılar, açan yok.”
“Tito zamanı beni 46’da yol işçisi yaptılar. Başımı açtılar.
Çok bağlıyız dünyaya. Bu dünya yalandır evladım. Aldanmayın. Allah imanımızı
kavi eylesin.”
“90’da İstanbul’da Erbakan’ın yanında nutuk tuttum seçimde.
Millet üşüştü benim yanıma Erbakan Bosna’ya o ka yardım etti, bilesiniz. Ona
iftira ettiler.”
Şehit kızının akıbeti
Bosna’da
bir şehit kızı. Sarayova’da Fransızca okumuş. Savaştan sonra ülkede hiç kimsesi
kalmadığı için ve ülkede büyük bir işsizlik olduğundan, Fransa’ya gitmiş. Gidiş
o gidiş... Bir Fransız ile evlenmiş, kalmış...
İleride
yurduna döner mi diye soruyoruz, sanmam, diyor arkadaşımız. O artık oralı oldu.
(Aslında Fransız oldu dedi de, yekten yazmak zor geldi, o yüzden parantez içine
aldım.)
Dil
ile kültür ilişkisini hatta dil ile din ilişkisini buradan kurabiliriz.
Anlamak
için bu tür örnekleri bizzat yaşamak gerekmez.
Rehberimiz Serkan’ın topuğu
tehlikede
Serkan
Ünverdi, Balkan Tur’un misafirlerini başta Bosna-Hersek olmak üzere, Kosova, Makedonya,
Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, Karadağ’da gezdiriyor. Kısaca bütün
Balkanlar demek daha doğru. Çünkü listeye Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya da
dâhil. Hiç unutamadığı pek çok hatırası var. Aynı zamanda tarih bölümünde
asistan olan Serkan’ın Türkiye’den ve Avrupa’dan gelen misafirlerle arası her zaman
iyi. Bunun sırrı, işini sevmesinde...
***
Of’tan
bir grup esnaf gelmiş bir süre önce. O grupla çok keyifli günler yaşadık, diye
anlattı.
Bir
kuralı var rehberimizin. Gecikme yaşanmaması için “Son gelen bütün gruba çay
ısmarlar” diye baştan söylüyor. Of ekibine de aynı kuralı bildirdikten sonra
kimse otobüse binmez olmuş. “Abiler, niye binmiyorsunuz arabaya?” diye
sorduğunda, herkes çay ısmarlayan olmak istediği için dışarıda beklemekteymiş. İşte,
cezanın ödüle dönüştüğü an...
***
Uzun
mesafe yolculuk sırasında sigara molası istemiş misafirlerden biri. Müsait bir
yer bulup durmuşlar. Yola koyulduktan beş dakika sonra bir başkası “Serkan Bey
kardeşim, sigara molası isteyrum” diye seslenmiş. Serkan dayanamamış, “Abi,
daha beş dakika önce verdik molayı...” demiş. Aldığı cevap öyle güzel ki: “Ha o
molayı benum içun mu verdin? Onu isteyen İsmail idi. Şimdi de benim için mola
verecasun.”
***
Gezinin
sonuna doğru, bir misafir yanına yaklaşıp teşekkür etmiş, çok memnun kaldığını
bildirmiş ve kartını vermiş. “Of’a gelirsen mutlaka bana uğra.” “Olur abi!”
demiş Serkan. Az sonra bir başkası gelmiş ve şöyle söylemiş: “Of’a gelaysun.
İlk önce beni bulaysun. Eğer ki duyarsam önce ona gittin, hiç düşünmez topuğuna
sıkarım.”
Evinizin önünde ne var?
Srebrenitsa’dan,
şehitlikten ve şehit annelerinden… Genç Müslümanlar Derneği’nden, RADYO
BİR’den… Diğer önemli kuruluşlardan…
Yavuz
Selim’in gayretinden, Selim Dilek’in misafirperverliğinden, editörümüz Nesrin
Çaylı’nın büyük bardak çaylarından…
Mostar’dan,
Travnik’ten, muazzam nehirlerden, Servet Bey’in son güne kadar devam eden
rahatsızlığından, yolculuklardan, Alperenler Tekkesi’nden, Barış Gücü’nden…
Bihaç’tan
ve özellikle Sazin’den de ayrıntılı bahsetmek isterdim ama daha fazla uzatmak
istemedim. Bu kadarla yetinelim.
Yine
de bir iki cümle daha: Sazin’de bir medrese var… Nazar değmesin. Muhteşem bir tabiatın ortasında, muhteşem bir
okul, harika bir kadro ve şahane talebeler. Hayran kaldık...
***
Evlerinin
önü ile başlamıştık, yine aynı konuyla bağlayalım da parantez kapanmış olsun.
Sizin
evinizin önünde ne var, ne yok? Mesela desek… “Evlerinin önü kaldırım/ Kaldırımdan
düştüm -aman- kaldırın…”
***
“Evlerinin önü otopark/ Arabanı oraya bırak…”
***
“Evlerinin önü a-ve-me/ Halimi kimseye söyleme…”
Hangisi
sizin için daha uygun? Her ne olursa olsun, evinizin önünde sizden habersiz,
zorla dikilmiş bir kilise yoksa, sevinmelisiniz...
150
senelik mührümüz olan bu eserin restore edilmesi, tarihî ve kültürel açıdan son
derece önemlidir. Bölgedeki ortak geçmişimizin kurtarılıp yaşatılması,
Türkiye'nin geleceğe yönelik stratejik adımlarını destekleyecektir.
Kilit
noktası Brçko’daki Osmanlı Konsolosluğu
BOSNA-HERSEK’te 10 Kanton dışında bir de özerk bölge bulunuyor: Brçko Özerk Yönetimi… Aslında bu özerk bölge siyaseten özerk olsa da yönetim anlamında Bosna’nın içindeki diğer kantonlardan büyük bir farkı yok.
Orada,
Türkiye’den gelen kafileleri gezdiren turist rehberlerinin de pek dikkat
etmediği ve genellikle gözden kaçan bir bina bulunuyor.
1865
yılında inşa edilmiş ve 1878-1918 arasında Osmanlı Devleti tarafından “Konsolosluk”
olarak kullanılmış bina, bugün yıkılmaya yüz tutmuş durumda.
1979
yılında Brcko Belediyesi tarafından koruma altına alınmış ve 1984’te Brcko Kültür
ve Tarih Kurumu tarafından “anıt” olarak kabul edilmiştir.
Binanın
varlığı, Osmanlı tarafından bölgeye verilen önemi gösteriyor. Osmanlılarca
olduğu kadar Boşnak, Hırvat ve Sırplar tarafından da önemi şuradan
kaynaklanmaktadır:
Sırbistan,
Bosna Hersek ve Hırvatistan'ın sınır noktalarının birleştiği yer olması…
Bölge,
yönetim olarak Boşnak, Sırp ve Hırvatlar tarafından eşit olarak yönetilmesine
rağmen, ne Bosna Hersek Federasyonu'na ne de Rebuplika Srpska'ya bağlıdır.
Doğrudan
bağlı olduğu yer, OHR denilen BM'nin atadığı “Yüksek Temsilicilik”…
Nüfusu
kış aylarında 500 bin, yaz aylarında 700 bin civarında. Ancak günü birlik
gelenlerle 1 milyona ulaşmaktadır.
150
senelik mührümüz olan bu eserin restore edilmesi, tarihî ve kültürel açıdan son
derece önemlidir. Bölgedeki ortak geçmişimizin kurtarılıp yaşatılması,
Türkiye'nin geleceğe yönelik stratejik adımlarını destekleyecektir.
Brçko'nun
üç ülke sınırının birleşim yeri olması dolayısıyla sınır kapıları da birbirine
çok yakın bulunmaktadır ve üç ülke vatandaşlarının diğer ülkelere geçiş noktası
niteliğindedir.
Uluslararası
Avrupa otobanına çok yakın olduğundan, her üç ülkenin ciddi ölçüde faydalandığı
“Arizona” adında büyük bir alışveriş serbest bölgesi bulunmaktadır.
Serbest
bölgede üç millet haricinde, Çin'den Polonya'ya, Avusturya'dan Almanya'ya kadar
birçok yabancı yatırımcı gibi pek çok Türk iş adamı ve yatırımcı da faaliyet
göstermektedir.
Bölge,
Bosna'nın diğer kesimlerine göre yatırıma daha elverişli olduğundan, Türk
girişimciler için yakın gelecekte bugünkünden daha fazla önemli görülecektir.