Kendini değerli görmek ve narsisizm

Haddi aşmamanın sınırlarını ve temel ilkelerini Allah belirler, Allah koyar, insanlar değil. Eğer bu iş insanlara bırakılacak olursa, o zaman insanlar, özellikle de gücü ve yetkiyi elinde bulunduranlar, hevâ ve heveslerine uyarak, Firavun gibi kendilerini de “Rab, ilâh” ilân ederek insanlara ve âlimlere yapmadıklarını bırakmayacaklardır.

KENDİNİ değerli görme ile narsisizm arasında ince bir çizgi vardır. Bu öyle bir çizgidir ki, bir adım ötesi uçurum, bir adım berisi sulh ü salâhtır.

Motivasyon ve insan psikolojisi

İnsanlar kendilerini değerli görmeseler, motive olup da üretken olamazlar. Motivasyon, moral değerler, içten ve dıştan gelen güdülenmeler insanın üretkenliğini artırır. Bu bağlamda güzel bir deyimimiz vardır: “Mârifet, iltifata tâbidir.”

Bir insana iltifat edildiği sürece o insan güdülenerek mârifetini gösterir, mârifetini sergiler ve artırır. Bu yaklaşım pedagoji ve öğrenme psikolojisinde son derece önemlidir ve kavramsal boyutta da “motivasyon veya güdüleme/güdülenme” olarak geçer.

Öğrenme ve öğretme süreçlerinde öğrencilerin öğrenmelerini sağlamak ve her konudaki başarılarını artırmak için onları güdülemek şarttır. İçsel ve dışsal güdülenmeler öğrenciyi motive ederek onların başarıdan başarıya koşmalarını sağlayacaktır.

“Ben adam olamam, benden ne köy olur, ne de kasaba!” ya da “Sen adam olamazsın, senden bir şey olmaz!” anlayışı tam bir mağlûbiyet psikolojisidir. Böyle bir psikolojinin hâkim olduğu eğitim sisteminden ve sosyal hayattaki sosyo-psikolojik anlayıştan derhâl uzaklaşmak ve kurtulmak lâzımdır.

Bu bakımdan insanın kendini değerli bulması son derece önemli ve kıymetlidir. Bunun için de iltifata ve güdülenmeye ihtiyacı vardır. Zâten Allah, insan denilen varlığı akıllı, zeki, biricik, nev’i şahsına münhasır ve en güzel kıvamda yaratmıştır. Burada bir problem yoktur. İnsan kendini değerli görecek ki bir işe yarasın ve üretken olsun. Ama bunun bir adım ötesi narsisizmdir ve işte bu çok tehlikelidir.

Kendini değerli bulma ve medeniyetlerin inşâsı

İnsanlık târihine bakıldığı zaman, medeniyetlerin inşâsının, uygarlıkların kuruluşunun, ancak kendilerini değerli bulan ve kendilerine değer verilen âlimler/bilim insanları tarafından realize edildiği görülür.

Bu noktada insana ve bilim insanlarına verilen değer son derece önemlidir. Kendini şu veya bu şekilde değerli bulmayan veya ülkeyi yönetenler ve diğer odaklar tarafından değersizleştirilen ya da itibar suikastına mâruz bırakılan âlimler/bilim insanları, ya kabuğuna çekilerek pasifize olacak ve hiçbir şey üretmeyecek ya da bu beyinler ülkelerini terk ederek kendilerine yeni yurtlar, yeni mekânlar ve yeni mecrâlar arayıp bulacaklar ve buldukları yerde de başkalarının hikâyelerini yazacaklardır.

Bu durum geçmişte de böyleydi, şimdi de böyledir. Âlimlerin/bilim insanlarının ve düşünen beyinlerin “kaderi” hiçbir zaman ve hiçbir devirde değişmiyor ne yazık ki!

Allah insana değer verdi ki insanı yarattı. Değer vermeseydi insanı neden yaratmış olsun ki? Bu öyle bir değer veriliş ki, yaratılış en güzel kıvamla sonuçlandı. Bununla da kalınmadı, yaratılan mahlûkatın hiçbirinde bulunmayan üstün ve bâriz vasıflarla mücehhez kılındı.

Hâl böyleyken, o zaman sana ne oluyor ey insanoğlu? Allah’ın sana reva görmediğini sen hemcinslerine reva görerek onları neden değersizleştiriyorsun?

Allah, ilmin değerinden bahsediyor, düşüncenin değerinden bahsediyor; sen ki, âlimleri ve düşünen beyinleri mahkûm ediyorsun! İtibar suikastı yaparak onları çöp sepetine atıyorsun! Peki, o zaman bu insanlar nasıl üretken olacak da insanlığa hizmet edecekler? Medeniyetler nasıl inşâ edilecek, yeryüzü nasıl mâmur hâle gelecek? Söyler misin bana?

Onun için insana, hele de bilim insanlarına gereken değer fazlasıyla verilmelidir. Verilmelidir ki, bu insanlar da kendilerini değerli görsünler ve çalışmalarıyla, buluşlarıyla insanlığa hizmet etsinler.

Haddini aşmak ve narsisizm

Ancak, burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır, o da haddi aşmamaktır! Haddi aşmamanın sınırlarını ve temel ilkelerini Allah belirler, Allah koyar, insanlar değil. Eğer bu iş insanlara bırakılacak olursa, o zaman insanlar, özellikle de gücü ve yetkiyi elinde bulunduranlar, hevâ ve heveslerine uyarak, Firavun gibi kendilerini de “Rab, ilâh” ilân ederek insanlara ve âlimlere yapmadıklarını bırakmayacaklardır.

O bakımdan, Allah’ın belirlediği ilkeler ve sınırlar içinde kalarak, ama aklın ve bilimin temel ilke, kanun ve parametrelerinden de tâviz vermeden maddî âlemde ne yapılması gerekiyorsa onu yapmak, âlim ve bilim insanlarının şiarı olmalıdır.

Bütün bunlar yapılırken, kendini değerli bulmanın dışında kesinlikle narsisizme kaçılmamalıdır. Çünkü narsisizm, büyüklenmeyi, kibirlenmeyi, haddi aşmayı, kendinden geçmeyi, kendinden başkasını adam yerine koymamayı, “Her şeyi en iyi ben bilirim” havasına kapılmayı, kendine âşık olmayı, kendini arzın merkezinde görmeyi, “tek adam” anlayışını, kendini otorite saymayı, pragmatizmi, Makyavelizm’i, oportünizmi, istismarı, inatçılığı beraberinde getirir.

Bu durum patolojik bir hâldir ve tedavisi de çok kolay değildir. Çünkü kişi, suçu hep başkasına yükler. Kendisinde en ufak bir kusur aramaz. Böylelerinin eleştiriye hiç tahammülleri yoktur. Eleştirenleri ya hiç görmezden gelir ve ademe (yokluğa) mahkûm ederler ya da cezalandırmak için ellerinden ne geliyorsa onu yaparlar.

İşte narsisizm ve narsistik kişilik bozukluğu bunu ifâde eder ve bir o kadar da tehlike arz eder!