Kendine kaçış

Yeni baştan başlamamız için kaç yaşında olduğumuzun hiçbir önemi yok. Otuz? Asla korkutmasın! Yaş almaktan değil, yaşamamaktan korkmalı insan. Bir gün son nefesini verirken huzurlu olabilmen için iki şey gerekli: Birincisi vicdan rahatlığı, ikincisi dolu dolu yaşanmış bir hayat.

KAÇTIM… Her şeyden ve herkesten… Çok yorulmuştum, yorgundum. Küçüklüğümden beri çok çalıştım. İnsanların çabalamadıkları, hak saydıkları şeyler için bile çalıştım. Çok defa düştüm, kaldıranım olmadı ama yerde kalmadım. Hep kendimi kendim kaldırdım. Çok bilendim hayata...

Kendime surlar, kaleler inşâ ettim. Birkaç arkadaşım dışında kimseleri kabul etmedim hayatıma. Hep uzaktan, hep misafir, hep serttim. Kim olduğumun bir önemi yoktu kimse için. Hangi dağları tek başıma devirdiğim, nereden geldiğim önemsizdi çoğu kimsenin gözünde. Gerçekten çok az gülmüşüm bu yaşıma kadar. Şimdilerde bunu fark ediyorum.

Otuz yaşındayım. Kimileri için genç bir yaş sayılır. Evet, belki yüzümde çizgiler oluşmadı fakat genç değilim. Rûhum yorgun, yaşlı… İnsanların telâşesinden çok yoruldum. Her sabah aynı güne uyanmaktan, her ay maaşımı aynı yerlere yatırmaktan, sonu gelmeyen politik düşüncelerden, asla mutlu olamayan kadınlardan ve adamlardan, sokakta mendil satan çocuklardan, şehrin kalabalığından, trafikten, geçmişimden… Hepsinden çok yoruldum.

En çok da her gün aynada kendimi görmekten yoruldum. Aynı olmaktan, aynı kalmaktan, durağanlığımdan sıkıldım. Evet, bu durağanlığı bile çok zor kazandım! Fakat neyse, hayat hikâyemi anlatmayacağım… Ama yoruldum işte!

Önceki beni de anlatmayacağım. Sadece sıkılmıştım. İşte her şey sıkıldığımı anlamamla başladı!

Dedim ya, otuz yaşındaydım. Düzenimi kurmuştum. Aman ne düzen! “Ölene kadar böyle gitmem lâzım” gelir diye düşünürdüm. Ev, bir de araba, belki evlilik gibi bir sıralamam vardı. Ama sıkılmıştım. Nefes alamıyordum artık. Mutsuzdum. Ben de buna bir son vermeye hazırlandım. İşimden istifa etmeyi hayâl bile etmezdim. Ama o gün başkaydım! Bardaktaki son damlaydım!

Bankaya gidip birikimime baktım. İdare ederdi bir süre. İşe gittim. İstifa mektubumu verdiğim gibi, arkama bile bakmadan çıktım. Herkesin sabrının bir sonu vardı. Benimki otuz sene de ancak dolmuştu. Daha önce hiç düzene karşı koymamıştım. Düzenle çok cedelleşmiştim, fakat onu elde etmek için. Pek de matah değilmiş. Daha da açık olmak gerekirse, ben bugüne kadar hiç kalbimin sesini dinlememiştim…

Şirketten çıktım. Derin bir nefes aldım. Kendime gayet şefkatli bir şekilde “Ne istiyorsun?” diye sordum. Aldığım cevap, iliklerime kadar tatmin etmişti beni: Kaçmak istiyordum!

Her şeyimi bırakıp kaçmak… Yok olmak… Toz olmak…

Arabama atladım, eve gidip bir bavul hazırladım. Sorasında rotamı Ege’ye çevirdim. Sevdiğim şarkıları dinleyerek koyuldum yolculuğa. O kasaba senin, bu kıyı benim, dolaştım durdum. Param bitince bazı işlere girdim, çalıştım. Sonra bir gün bir Ege kasabasını çok sevdim. İstanbul’a dönüp evimi sattım. Buraya yerleştim. Şimdilerde tam iki yıl oluyor buraya yerleşeli. Kendime çok güzel bir iş buldum. Fakat biraz daha fazlasını istiyordum. İçimde hep olan bir şey, en büyük hayâlim: Yazmak…

Eski hayatıma bakarsanız, çok bir yaşanmışlığım olmadığını düşünürdüm. Çok zor geçen bir çocukluk, aile sıkıntıları, tek başına ayakta kalma çabası… Sonrasında pat diye hayatını baştan sona değiştirmek derken, asla düşünmezdim bir şeyler yazabileceğimi. Ama hep hissederdim. Bir gün kalbimi yazıya dökeceğimi bilirdim.

İşte şimdi bu yazdığım ilk olacak. Yazmaya başlıyorum bugünden sonra. Kalbim, ancak şimdiye çözündü, işlev kazandı. Tozlarını sildim, yaralarını sardım. Kalbimi kalemimden süzmeye hazırım.

Aslında çok dolu bir hayat yaşamışım bir bakıma. Kimi zaman acıyla, kimi zaman durağanlıkla. Anlatamayacağım kadar çok yük yüklenmiş omuzlarıma. Anlatsam roman olmaz belki ama bir ihtimâl, beni romancı yapar. Denemekten korkmayınca çok güzel şeyler başarabilirmiş insan. Aynı değilmişiz hiçbirimiz ve aynı kalmaya mecbur da değilmişiz. İstediğimiz yerden altını üstüne getirebiliriz hayatımızı. Yeter ki cesaretimiz olsun! Çünkü kimse bilemez hayatının altının üstünden daha güzel olacağını.

Yeni baştan başlamamız için kaç yaşında olduğumuzun hiçbir önemi yok. Otuz? Asla korkutmasın! Yaş almaktan değil, yaşamamaktan korkmalı insan. Bir gün son nefesini verirken huzurlu olabilmen için iki şey gerekli: Birincisi vicdan rahatlığı, ikincisi dolu dolu yaşanmış bir hayat. Ben, “Yaşadım” diyebilmek için cesaret ettim. Belki bir gün yine sıkılırım ve her şeyi yeniden başlatırım. Hayat benim hayatım!

“Geç ve erken” göreceli kavramlardır. İkisinin de temelinde olan tek şey, farkındalıktır. Benim hikâyem, bir yaz günü işimden istifa etmemle başladı. Şair ne güzel demiş, “Beni bu güzel havalar mahvetti”… Ben kendi hikâyeme bakınca, “İyi ki mahvolmuşum!” diyorum. Zira artık eminim ki, insanın en karanlıkta olduğu an, güneşin doğmaya en yakın olduğu andır.

Hayatının üzerine korkmadan git, yoksa o senin üzerine çok gelecek!