
DÜŞMANLA yol yürünmez. Düşmanını doğru tanımlayamayan millet, zorluk yaşamak zorundadır. Bir millet kendisini tanımlayamazsa karşılaşacağı zorluklar o millete tanım yapmayı zorlayıp kendisi olmayı açık eder. Bunu da başaramazsa başı dertten kurtulmaz.
Bu topraklar uzun yıllardır zorluklarla boğuşuyor. Bunların en büyüğü “gaflet” sorunudur. Gaflet, kelime olarak “bir şeyin gerekliliği ortadayken bunun idrak edilememesi” şeklinde tanımlanır.
O zaman zorlukların üstesinden gelmenin herkes tarafından talep edilerek, gaflete düşmenin nedenini ortaya koyup sıyrılmak, sonra da gerçek sorunu tanımlamak lâzımdır.
İnsanlık tarihinde ve her devirde kalıcı olanlar nitelik eksenli oluşumlar olmuştur. Nitelik eksenli her durum kalıcı ve çözüm odaklıdır. Zorlukların üstesinden gelmek ve kalıcı çözüm önündeki gafleti kaldırmak yine nitelik eksenli olacaktır. Nitelik ve doğru tanımlamayı yapmadan bu ülkede kalıcı çözüm mümkün görünmüyor.
15 Temmuz gecesi salâ ile uyuyup zam yağmuruna yakalanmak sadece bir sonuçtur. Hekimler kalıcı çözümleri tercih ederler. Bu durum içtimaî ve iktisadî açıdan da böyledir. Asırlardır bir türlü belimizi doğrultamamanın, ekonomi ve enflasyon canavarı arasında ezilmenin gerçek, kalıcı ve hakikî nedenini bulup çözmek gerekiyor.
Şahsen akaryakıta yapılan zamları anlamlı bulmuyorum. Tahminim odur ki, bir düzenleme yapılacaktır. Bu ve benzeri acı tablonun arkasındaki yarayı doğru tedavi etmek gerekiyor. Hükümet’in yıllardır yapmaya çalıştığı ve ikilemde kaldığı yöntem, gerçek sonuç ile gaflet arasında kalıp siyâsî sürdürülebilirliği sağlamak yolunda olmuştur.
Gafletin faturası bize akaryakıttan daha pahalıya mâl oluyor. Gaflet, gerçek sorunu tanımlamamıza engel oluyor.
Özellikle yerkürede insanlığın gerçek sorununun ne olduğunu tanımlamaya kalkmak bile abesle iştigaldir. Zira gerçek sorun yoktur. Gerçek sorunun olmadığı yerde, özellikle aziz milletimizin ekonomi ve enflasyon canavarının önüne atılması doğru değildir.
Ekonomi gerçek anlamda gafletin bir sonucudur. Zira siyasetin yön verdiği hayatlarda toplum makro özellikle hareket edeceğinden, siyâsî figüranlar toplumu anlık memnun etme yolunu tercih ederler. Bu yolda nitelik pas geçilir. Birinci gaflet budur. İkinci gaflet ise gerçek sorunun tanımlanmasındaki perdelerdir.
Günümüzde gerçek sorunun iş, aş, ev, araba ve arsa kazanmak olarak birinci sırada durduğu yerde hakikî sorunu tanımlayamayız. Yukarıda ifade ettiğimiz hakikî sorunun olmadığı bakışı, bütün insanlığın bakışıdır. Hayat bütün insanlara aslında bu dünyada yaşama fırsatı sunuyor.
Doğruluğundan şüphe duyulmayan yakîn insana yakın olmalı ama düşmana uzak olmalıdır. Günümüzde düşman yakın, yakîn ise uzak tutuluyor. Doğruluğunda şüphe duyulmayan sonsuz misâllerden sadece bir tanesi “ölüm”dür. İki kişi bir araya geldiğinde ölüm mü, yoksa para, makam, arsa veya siyaset mi konuşuyor, ona bir bakmak lâzım.
Şüphesiz ölüm çoğumuzun aklına bile gelmiyor. Akla gelmemesinin en büyük nedenlerinden biri, kendimizin tanımlamış olmamasıdır. Zira bilmek için öğrendiğimiz bilim, belli bir kesit alınarak incelenen olayı ifade ediyor. Hata burada başlıyor! İşte bu tanım, Batı’nın kendisine biçtiği dondur. Bu don Müslüman Türk milletine olmuyor, dar geliyor.
Doğru bilgi tanımını, bileni ve bilineni tanımak olarak düşünmek gerekir. İşte hayat bu ikisi arasında. Bu arada doğar, büyür ve ölürüz. Bu da hayatın gerçeklerinden biri. Ancak bu arada insanın evrendeki son varlık olduğu gerçeğini unuturuz. Bu son varlık, aslında en donanımlı ve en mükemmel varlık demektir.
Bilinen ve bilen arasındaki kısa hayatımızda canlılığın devamı esas olduğundan, bütün işler fiilî dua şeklinde çalışmak, bilgi edinmek ve üretmek esasına dayalı ve marifet odaklı bir süreçtir. İki binyıl içerisinde ilk defa kendi başkanını doğrudan halkın seçtiği bir sisteme destek vermek, aziz milletin büyük başarısıdır.
Bu başarının sürdürülebilir olmasını sağlarken, millet, işin düzgün ve en iyi şekilde yapılmasını da talep etmiş oluyor. Bunu yaparken tercih olarak sunulan yapılar siyaset olarak tezahür ediyor. Sandıkta kimin ne yaptığı bilinmediğinden, Hira dağının sofrası çoğu zaman Olimpos dağının çocuklarına gidiyor.
Siyaset nicelik eksenli bir süreçtir ancak sürdürülebilir olması nitelik eksenine dayanır. Nicelikten maksat toplumun bireyleri, nitelikten kasıt ise kısaca üretmektir. Siyâsî oluşumlar yerelde halkın tercihinden ziyade merkezî idarenin ortaya koyduğu ve “Seçin” dediği bir yol üzere yürüyor. Bu gaflet durumu ortadan kalkmış değil. Bu ayrı bir konu, ancak bizim gibi ülkelerde günlük hayatı doğrudan etkiliyor.
Para kazanmak, mal-mülk sahibi olmak, arsa ve ev almak bir sonuç ve bir araçtır. Aslolan amaçtır. Amaç, insanın kendisini doğru tanımlaması, gündelik hayatta bilinen ile bilen arasındaki yolculukta imtihan sırrına erişmesidir. Bu aşamada gerçek sorunun ilki cehalettir. İkincisi, ekonomik üretimde katma değeri yüksek ürün yapmaktır. Üçüncüsü ise büyük oranda Müslüman olan bu aziz toplumun birbiriyle olan münasebetinin bilinmemesidir.
Dışarıda çok sayıda düşman varken halkın birbiriyle uğraşması kadar büyük bir cehalet olamaz. Bu sorunla uğraşırken katma değeri yüksek ürün elde edilemiyor. Zira katma değeri yüksek ürün, ancak akademik terbiye ve yolculuk sonunda olabilir. Bu uzun soluklu yolculukta ilkokul, ortaokul, lise, üniversite, yüksek lisans ve doktora programını en azından tamamlamanız gerekir. Bu sürecin hayata yansıması pek olmuyor. Zira nicelik eksenli oluşumlar bu tür nitelik eksenli oluşumların önüne geçiyor. Bu geçişler haksızlığı ve niteliği baltalıyor. Çoğu zamanda ortalığı yangın yerine çeviriyor.
Angara’da dayısı olan işini yürütüyor. Evet, pek hoş görünmese de iş böyle yürüyor. Gerçek anlamda bilim/ilim ile cehaleti yenmeli, katma değeri yüksek ürünler ile fakirliği ortadan kaldırmalı ve refah seviyesini yükseltmeliyiz. Yapılanların uzun yıllardır inşaat sektörü ürünü olması, katma değeri yüksek ürünün önünü kesmiştir.
Neyse ki savunma sanayii atılımları göğsümüzü kabartır hâle gelmiştir. İlk defa bir sanayi devrimini başaracağımız yola revan olduk. Bu nedenle, akaryakıta yapılan zamları kabul etmesem de daha beterinin olması için içeride ve dışarıda düşmanların birlikte çalıştıklarından hiç şüphem yok. Devlet ve millet el ele verip sorunları birlikte göğüslemeli. Millet gerekeni yaparken, israf, lüzumsuz makam araçları ve gereksiz şenliklere aktarılan paralar milletin bağrını yaralıyor.
Hiçbir niteliği, özelliği ve marifeti olmayan birini siyâsî kanal ile baş tacı yapmanın hiçbir anlamı yoktur. Bu tür oluşumlar israfın yanlış olduğunu bilmez, toplumu tanımaz ve gaflete çanak tutar. Pandemi sürecinde neden “Sağlık Bilim Kurulu” oluşturuldu? Çünkü iş ciddî idi. Benzer şekilde eğitim, bilim, teknoloji, üniversite ve sanayi alanında da kurullar oluşturulmalıdır.
Bu kurullar ciddî anlamda çalışıp sunî sorunları ortadan kaldırarak aziz milletin gerçek sorunlara cevap vermesine kapı aralamalıdır. Batı’nın bize biçtiği sosyal çözüm önerileri bize dar geliyor. Bu nedenle AB’ye girip hem cehaletle yüzleşmeli, hem de katma değeri yüksek ürünün nasıl bir ülkenin şehirlerine yayıldığını temaşa etmeliyiz. Bunları bilim, teknik ve sanayi açısından ülkemizde ivedilikle tatbik etmeliyiz.
Batı’nın bilim, teknik ve sanayi süreçleri dost, sosyal olaylarının büyük kısmı ise düşman niteliğindedir. Bu ince perdeyi iyi korumalıyız. Kendimiz olmalıyız. Bu ülke, kendisine yetecek nadir ülkelerden biridir. Kendimizi tanımlarsak sorun kalmaz. Şimdiki gibi Batı’nın tanımladığı hayat gömleğini çıkarmalıyız.