
KENDİ
kendime düşünüyordum da, bu insanın “kendi” dedikleri varlık, sık sık kaybolan
bir şey. Öyle ki, kaybolunca bulunması hayatî önem taşıyor. Ama ne var ki,
eliyle koymuş gibi bulan çok az.
Bir de “kendine gelmek”
var ki, cümlenin öznesini yücelten eylemlerin sultanıdır.
Velhasılıkelam, öz varlığı
hedef alan bütün “gelmek ve bulmak” eylemleri, yaşam destek ünitesi değerinde.
Madem mühim bir soru cümlesi üzerine düşünüyoruz, cevap mahiyetindeki cümleleri
vakit kaybetmeden sıra sıra dizmeli.
Hep öyledir; kayıp
hükmündeki bir şeyi ya da birini aramaya “en son görüldüğü” yerden başlanır. Ya
da var olması gereken yerlere bakılır ki oralarda bulunamazsa hakikaten kayıp
demektir. Ama bu yöntemler dizisi kaybolanın “bir başkası” ya da “bir başka şey”
olduğu vasatlar için geçerli. Kaybolan insanın kendisiyse, arama eylemi,
kişinin olması gereken yerden başlamak durumunda.
Olması gereken yere giden
herkes, olması gereken yerde kendini zaten bulacaktır. Evet, aslında kendini
bulmak da, kendine gelmek de bu kadar basit. Zor olan, bu güzergâhı bilmek,
öğrenmek ve daha da önemlisi bu yola inanmak, baş koymaktır. Ama madem kendinizi
bulmak gibi bir muradınız var, o hâlde zor olanı yapmaya başlamak gerek.
Yol yanlış, bulunan yanlış
Madem bir arayıştayız, bütün
şartları değerlendirme mecburiyeti var. Bilhassa da kaybolmuşluk duygusunu yük
edinmiş herkesin şahsî fikir ve inanışlarını bir kenara bırakması, aslına rücu
etmesi gerekir. Her neye inanıyor ve her ne şekilde düşünüyor olursak olalım,
yol birdir. Rengine, şekline, taşına toprağına aldanıp da çağa uydurulmuş
yollarda kendini arayanların bulacağı tek şey boşluktur. Bu boşluklar hak yolun
sancısından çok daha ağır yükler olarak insana dibi boylatır. Çokça şahit
olmuşuzdur, kendini kaybolmuş hissedenlerin yanlış yollardaki arayışları, çok
daha büyük kayıplara neden olmuştur. Kimi beynini uyuşturan maddelerde
hülyalara dalarak kendini bulmaya çalışırken, kayıp olan maneviyatının yanına
bir de günbegün eksilen zihnî melekeleri ve fiziksel kabiliyetleri de
eklemiştir. Bir kayıp, yanlış bir arayışta, bambaşka kayıplara da neden
olmuştur.
Kimi de uydurma, derleme
öğretilerle şekillendirilmiş inanç sistemlerinde ya da modern çağın dayattığı
rahatlama seanslarında özünü bulmaya çalışmış, kendinden çok daha uzaklara
düşmüştür. Özünü, tarihini, geleneğini bu modern safsatalarda heba etmiş,
geçmişe dair tek bir iz bırakmamış ve bütün anlamını hiç etmiştir. Kendini
arayanların sıkça uğradığı yanlış yollardan biri de liyakatsiz ve edep dışı
ilişkilerin “aşk” adı altında sunulduğu çıkmazlardır. Bu yollarda kendini
arayan nice insan sahte sevgilerin peşinde ömür tüketir de sevilmekten yana bir
nebze nasibi olmaz.
En nihayetinde eriştiği
hâl, kıymetsiz bir hissediştir. Ki bu, kendini bulmak değil, kendini
bulunamayacak kadar kaybetmektir.
Daha böyle nice çarpık
istikamet vardır ki bu yollara kendini arama duygusuyla adım atanlar,
buldukları yanlış şahsiyetleri benimseyerek ya da bulduklarından zerre
memnuniyet duymayarak büyük kayıplara duçar olurlar.
Sır yaratılışta
İnsana kendini kayıp
hissettiren duygular da çeşit çeşittir. Ama hepsinin ortak bir mânâsı var.
İstisnasız hepsi de yaratılışa ters düşen yaşam biçimlerinin, aykırı eylemlerin
ve sapmaların sonucudur. İnsan yaratıldığı değerleri ömrün yollarında düşüre
düşüre, kendini olması gereken yerde hazır tutacak kimliği yitirir. Nereden
geldiğinin ve nerede olduğunun bilgisi de bu kimlikle birlikte hafızalardan
silinir gider.
Ama insan yaratılmıştır. O
hâlde sırrı evvelâ yaratılışta aramak gerek.
لَقَدْ
خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ فٖٓي اَحْسَنِ تَقْوٖيمٍؗ
“Şüphesiz Biz, insanı en
güzel biçimde yaratmışızdır.” (Tin, 4)
En güzel biçimde yaratılan
insan, nasıl olur da kaybolur? Yaradan şöyle söylüyor: “Allah sizin için kendi nefislerinizden eşler yarattı. Eşlerinizden
de sizin için çocuklar ve torunlar yarattı. Sizi temiz şeylerle rızıklandırdı.
(Hâl böyleyken) bâtıla inanıp Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” (Nahl, 72)
İşte
kaybı başlatan ilk sapak!
Yaratan’ı
ve yaratılışı unutup O’nun gösterdiği şekliyle kul olmadan bâtılların peşinde
ömrü heba etmektir.
Kim
Rabbinin huzurunda değilse, kaybolmuştur. İnsanın olması gereken yer secdeyken,
orada bulunmayan baş, kaybolmuştur. Huzurda durmayan beden, değersiz mekânları
mesken tutmuştur. İnsan, olması gereken yerde bulunmadığında muhakkak kayıptır.
Kul olmak
için yaratılan insan, ancak Rabbine secde etmekle kulluğun gereğini yerine getirebilir.
O hâlde insanın kendini ararken bakması gereken ilk yer, bir seccadedir. Abdest
alıp, seccadeyi serip, kulluk şuuruyla Rabbinin huzurunda duran herkes, kendini
bulacaktır. Çünkü Yaratan, insanın olması gereken yeri baştan beyan etmiştir.
Bâtılda,
sarhoşlukta, çarpık ilişkilerde ve madde âleminde kendini aramak, zamanı, aklı
ve maneviyatı kaybetmekten başka bir akıbete varmaz.