EVDEYİM. Vakit sabah...
Her zamanki gibi kalkıp önce iki çocuğumun karnını doyurdum, sonrasında evi
temizledim, hazırlandım ve çocuklarımın alnına birer öpücük kondurup evden
ayrıldım. Elimdeki çöpleri sokağın köşesindeki konteynere atıp yürümeye
başladım…
Bugün,
diğerleriyle aynı olacak son günüm. Çoğu şeyi arkamda bırakacağım. Evimi,
çocuklarımı ve eşimi… Ben... Ben bugün boşanıyorum!
On
yedi yaşında, daha çocuk sayılabilecek yaşta evlendim onunla. İlk evimiz yok
meselâ, anlatamıyorum o yüzden. Senelerce onun ailesiyle, abileri ve onların
eşleri ve de çocuklarıyla yaşadık. Özel anılarımız yoktu. Bizi biz yapan hiçbir
şey yoktu aramızda. Zaten o da çocuktu. Belki sevdiği, başka hayâlleri vardı.
Ben değildim istediği. Benim gibi ona da sorulmamıştı. Ne de olsa bizler, anne babasına
asla “Hayır” diyemeyecek çocuklardık. Seçme şansımız, doğduğumuz gün alınmıştı
elimizden.
Evet,
bu ikimizin de seçimi değildi ama ben onun için hayatı daha kolay hâle
getirmeye çalıştım hep. O ise bana daha çok zehir etti. Ben ona iki çocuk, her
akşam sıcak yemek, temiz bir ev verdim. Yoldaşlık, eşlik yaptım. O ise bana
kırık bir özgüven, bolca aşağılanma ve mutsuz 12 yıl bıraktı. Bu bizim
seçimimiz değildi ama bunu değiştirebilirdik. Bunu gerçekten fark ettiğimde
yeni bir yol çizmeye karar verdim. Boşanacaktım…
Mesleğim
yok, ailem asla sahip çıkmaz, çocuklarımı vermezler, arkamdan demediklerini de
bırakmazlar ama bu benim hayatım ve artık ona gerçekten sahip olmak istiyorum.
Nihâyet
yol bitti. Adliyeye geldim. Şu hayatta bu konuma geleceğimi asla tahmin
etmezdim. Öyle soğuk ve büyük bir yer ki, tıpkı yabancısı olduğum dış dünya
gibi. Sanki bütün zorluklar karşımda duruyor ve bana ne kadar korkunç
olduklarını anlatıyor. Neyse, duruşmadan önce avukatımla konuşmam gerekiyor, o
yüzden duruşma salonunu bulmalıyım.
Uzunca
bir koridora geldim. Kapıların numaralarını okurken karşıdan güzel gülümsemeli
avukatım hızlı adımlarla yanıma geldi. O kadar genç ve hayat dolu ki...
Neredeyse aynı yaştayız fakat yaşadıklarımız onun yüzünde gülücüklere, benim yüzümde
çizgilere sebep olmuş. Nefes nefese yanıma geldi ve “Yasemin Hanım,
nasılsınız?” dedi. Hiç iyi değildim. Korkuyordum. Öyle korkuyordum ki
bacaklarımın titremesinden yere düşeceğimi zannettim. Ama “İyiyim Avukat Hanım,
siz nasılsınız?” dedim. Şu an biri bana dokunsa ağlamaktan ölebilirdim. “Ben de
iyiyim, teşekkürler” dedi, “Salonumuz hemen şurası, beş dakika sonra içeriye
gireceğiz. Dilerseniz geçelim şöyle”…
Kapıda
onu gördüm. Adımlarım kilitlendi. Boşanan her kadın gibi en çok ondan
korkuyordum. Daha fazla kıramaz zannetmiştim, fakat beni öyle görmezden geldi
ki daha önce hiç bu kadar değersiz hissetmemiştim. Duruşma boyunca gözlerimin
içine bir defa bile bakmadı. Dâvâ sonuçlandığında, kapının dışında ilk bulduğum
yere yığıldım. Ayaklarımın dermanı kesilmişti. Avukatım yanıma gelip “Yasemin
Hanım, bitti!” dedi. Gerçekten bitmişti, yıllarımı geride bırakmıştım. Biraz
çalışıp çocuklarımı yanıma almaktı tek hedefim.
Bunları
düşünürken, tam karşımda Ahmet’i gördüm. Senelerdir güzel söze hasrettim. En
azından bugün bir “Hoşça kal Yasemin!” lâfını hak ediyordum. Eşi, çocuklarının
annesi, hayat arkadaşı olarak... Bunu hak ediyordum. Kalbimi en çok bu kırmıştı.
Onca seneden sonra vedâ bile etmeden gitmişti. Avukatım yanımda, ne kadar kötü
olduğumu görünce, “Bundan sonra umarım karşınıza iyi biri çıkar, bunu çok hak
ediyorsunuz” dedi. Hiçbir zaman hak ettiğimi alamamıştım ki bundan sonra umudum
olsun. Ben, her boşanan kadın gibi önce kendi yaralarımı saracağım.
Çok
darbe aldım rûhuma. İyileşmek umuduyla çocuklarımı bile geride bıraktım. Derin
bir nefes aldım ve ayağa kalktım. Yeni hayatım başlasın, hazırım!