Kemalizm’in Kıbrıs Çıkarması

Türkiye, tek parti tipi laiklik uygulamalarını kısmen terk ederek, Kıbrıs’ta görünen vahim durumdan bütünüyle korunmuş mudur? Bu soruya kolayca “evet” demek zordur. Evet, son yıllarda artan bir İslâmî faaliyetler var ise de bunun içinin iyi doldurulmadığı görülmektedir. Bir kısım İslâmî faaliyetler ile İslâm’ın yozlaştırılma çabası giderek bir tehdit boyutunu almıştır. Özellikle eğitimde devam eden CHP vesayeti bir türlü aşılmış değildir. Oysa Müslüman Türk kimliğinin tahkimi için bu son çaredir.

KUZEY Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) 2011’de Hizmet Sendikası (Hizmet-Sen) adıyla bir sendika kurulmuştur. Adında “hizmet” kelimesi geçiyor ise de sendika fena halde sol eğilimlidir, FETÖ ile iltisaklı değildir. Türkiye’de solculuk, İslâm düşmanlığı anlamına geldiği gibi KKTC’de de öyledir. Hem İslâm düşmanıdırlar hem de Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci olarak görürler. Rum taraftarıdırlar…

Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs adasına asker göndermesinin ardından adada Türk ve Rum kesimi diye oluşan iki taraflı yapı yerine, 1974 öncesinde olduğu gibi adanın yeniden birleşik bir idarî yapıda olmasını savunurlar. Yani Rumların adaya yeniden hâkimiyeti Kıbrıs’taki Türk solunun öncelikli isteğidir.

Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası da (KTÖS) aşırı sol ruhu ile aynı tarihte kurulmuş bir sendikadır. KTÖS, sendika ile de yetinmemiş daha sonra Toplumcu Kurtuluş Partisi’ni (TKP) kurmuştur. TKP’yi sol görüşleri ve Rum taraftarlığı nedeniyle Toplumcu Komünist Partisi diye okumak da yanlış olmaz. KTÖS her yıl ekim ayında Rum kesimi öğretmenler sendikası ile bir araya gelip “Dünya Öğretmenler Günü”nü kutlama faaliyetleri ile de haber olmaktadır. 

Yine aynı tarihte 1968’de kurulmuş bir “Öğretmenler Sendikası” daha vardır.

Bu sendikalar, geçmiş yıllarda, yaz aylarında bazı okullarda Kur’ân kursları açılması üzerine, kurs faaliyetlerinin olduğu okullara baskın düzenlemişlerdi. “Okullarda kurs açılmasına izin vermeyeceğiz” diyerek posta koymuşlardı. Kendilerini Kuzey Kıbrıs’ın sahibi ve yetkili tek otoritesi saydıklarından bu açıklamaları yapmışlardı.

“Atatürkçü laik eğitim istediklerini, AK Parti destekli Kur’ân ve Arapça kurs istemediklerini, yobaz ve gerici bir eğitim sisteminin KKTC’ye getirilmesine karşı olduklarını, cinsiyet ayırımına, türbana ve yazıda Arapça harflerin kullanılmasını uygun görmediklerini, bu kursları engelleyeceklerini” ilân etmişlerdi.

Kur’ân kurslarına muhalefet gerekçeleri, elbette çok tanıdık iddialardan oluşmaktadır. Türkiye’de sol, Kemalist çevrelerin yüz yıldan beri söylediklerinin Kıbrıs’ta tekrarından başka bir şey değildir. Kemalizm de Türkiye ile birlikte Kıbrıs adasına çıkarma yapmıştır.

Türkiye 1974’te Kıbrıs’a asker göndererek, adanın Yunanistan’a bağlanmasını (ENOSİS) ve en önemlisi de adadaki Türklerin katledilmesini veya topluca adadan sürgün edilmelerini engellemiş oldu. Kıbrıs Türk kesimine ABD ve AB ambargo uyguladığından, Türk kesiminin ekonomik kayıpları büyük odu. Buna rağmen Türkiye bu ekonomik kayıpları da telafi etmeye çalıştı. Memurların maaşlarının ödenmesinden başlayarak pek çok konuda Türkiye, Kıbrıs Türk kesimi için fedakârlıkta bulundu. Milyarlarca lira harcama ile denizin 250 m altından Anamur’dan-Girne’ye döşenen borularla, Türk kesiminin 50 yıllık su ihtiyacını karşılayacak büyük bir proje daha gerçekleştirilmişti.

Kıbrıs’a suyun ulaştığı gün yapılan törenleri aynı sol çevreler protesto ederek Türkiye’nin su getirmesini kınamışlardı. Böyle bir protestonun dünyada benzeri bulunabilir mi? Oysa adanın en önemli sorunu içme suyunun yetersizliğidir. Su ihtiyacının giderilmesi için Rum kesimi hiçbir zaman Türk kesimine yardımcı olmadığı gibi aksine su ihtiyacını karşılayan Türkiye’yi, taraftarlarına protesto ettirmişti.

Aslında solculuğun temelinde din düşmanlığından çok, İslâm düşmanlığı vardır. Rum kesimindeki sol, Hıristiyanlık karşıtı eylemleri ile haber olmaz. Ama Türk kesimindeki sol doğrudan İslâm düşmanlığı, saldırganlığı ile haber olmaktadır. Hatırlanmalı ki Kıbrıs Rumları, adayı Yunanistan’a bağlama isteği ile eylemlere başladıklarında Türk nüfusunu engel gördükleri için, Türklere saldırıp katliamlar yapmışlardı. Şimdi KKTC’de solculuk, Atatürkçülük adına İslâm düşmanlığı yapıp, adada Rum yönetimini savunanlar o saldırılara, katliamlara uğrayanların torunlarıdır.

İşte adı geçen sendikalardan Hizmet Sendikası, Kur’ân kurslarının kapatılması için KKTC Anayasa Mahkemesi’nde dâvâ açtı. Mahkemede “laiklik ilkesine aykırı oldukları” gerekçesiyle Kur’ân kurslarının kapatılması kararını verdi. Bu kararı Rum kesimi ve Yunanistan mahkemesi değil, KKTC’deki Anayasa Mahkemesi vermiş oldu. Laiklik, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi her türlü İslâmî faaliyete engel olmanın bahanesidir. 

KKTC Anayasa Mahkemesi üyeleri kimlerdir? Nelerde, nasıl bir eğitim düzeninin sonunda böyle bir kararı almayı içlerine sindirmişlerdir? KKTC’de kiliselerde, okullarda Rumların verdikleri Hıristiyanlık eğitimi için benzeri bir karar alabilirler mi? Hıristiyanlık faaliyetlerine kısıtlama için bir bahane oluşturmayan laiklik, nasıl oluyor da İslâmî faaliyetlere engel olmanın gerekçesi olabiliyor? Hem KKTC’yi mahkeme heyeti yönetecek ise seçimlere, hükümete ne gerek vardır? Mahkeme kararını verir, daire müdürleri de o kararları uygulamış olurlar.

Bugüne kadar Kıbrıs’ta Türk kimliğini, Rum olmaktan koruyan ne olmuştur? İslam’a olan aidiyetleri olmasaydı bugün adada Türk kesimi olabilir miydi? Ya da Türkiye’nin adaya müdahalesi, koruması olmasaydı Kıbrıs’ta Türk nüfusu kalabilir miydi? Başta Girit olmak üzere Ege adalarının hemen hepsinde Osmanlı döneminde Türk nüfusu vardı. Ancak günümüzde o adaların hiçbirinde Türk nüfusu kalmamıştır. Kıbrıs’ta Türk kimliğini İslâm, varlığını ise Türkiye korumuştur. Buna karşılık Kıbrıs’taki Türklerin bir bölümü, hem İslâm’a hem de Türkiye’ye düşman durumundadır.
Kıbrıs Türk kesiminde sol cenahın öncülük ettiği bu durum, aslında uzun yıllardan beri İslâm’a karşı başlatılan laiklik uygulamalarının bir sonucudur. KKTC’de 1974’ten beri sürdürülen Atatürkçülüğün, despot ve saldırgan laikliğin geldiği son aşamadır. Laiklik, Türk’ü İslâm kimliğinden soyutlamanın adı olmuştur. Oysa o kimlik soyutlandıkça, değiştirildikçe Türkler asimile oluyor, adeta Rumlaşıyorlar. İslâm’a karşı, Türkiye’ye karşı, Türk milletine karşı hiçbir aidiyetleri kalmıyor. Denktaş ve ardıllarının bu konuda veballeri büyüktür. Elbette Denktaş ve ardıllarını böyle köksüz bir laiklik siyasetine, Türkiye’de hangi güç odaklarının mecbur bıraktığını da hesaba katmak gerekir. 

Kabul edilmelidir ki laiklik sınıflı Batı kültürünün bir sonucudur. “Laiklik din özgürlüğüdür, dinlere eşit mesafedir” gibi uçuk kaçık tanımlarla İslâm kültürü ile bağdaştırılması mümkün değildir. Laiklik, İslâm düşmanlarının elinde bütün unsurları ile yıkıcı bir silahtır. Kıbrıs’ta bunun örnekleri görüldüğü gibi laiklik uygulamaları ile Türkiye’nin tek partili laikliğine ilham kaynağı olan SSCB’nin sömürgesi Türk cumhuriyetlerinde de aynı sonucun ortaya çıkması tesadüf değildir. Laiklik nerede rağbet görmüş ise Müslüman Türk kimliği orada telafisi kolay olmayacak yıkıcı sonuçlara uğramıştır.

Kıbrıs Türklerinde görülen aslında kimlik bunalımıdır. O bunalımdır ki Türkiye’nin de desteği ile 2004’te yapılan AB’ye katılma vaadli Annan Planı referandumunda, Türklerin yüzde 70’i evet demişti. O planda Rumlara toprak verildiği gibi 70 bin kadar Rum nüfusunun da Türk kesimine gelip yerleşmesi kabul edilmişti. Buna rağmen Rumlar verilen bu tavizleri yetersiz bulmuş, Türk kesiminin aksine yüzde 70 oy çoğunluğu ile Annan Planı’nı reddetmişlerdi.

Din ile kimliği ayırmak mümkün değildir. Her toplumun millî kimliği ancak din ile korunur, tahkim edilir. Din aradan çıkarılınca geriye kalan diğer unsurlar, başka kültürlere karşı adeta savunmasız kalır. Yüz yıldan beri Türkiye’de uygulanan Batı kültürünün yıkıcı etkileri sınırlı kalmış ise de Kıbrıs Türklerinde yıkıcı etkisi daha fazla olmuştur. Ancak Türkiye’de de Batı kültürü ve onun başlıca unsuru laiklik İslâm’a karşı bir silah olarak kullanıldığı sürece, Türkiye’nin geleceği de Kıbrıs Türklerinden farklı olmayacaktır.

Laiklik, Müslüman Türk kimliği için yıkıcı olmaktadır. İslâm’ı tehdit gören, laikliği sorun çözücü sayan eğitim politikaları terk edilmedikçe benzer sorunlar tekrarlanmaya devam edecektir. Tarihi kutsamadan ama tarihî mirasın da hak ettiği kıymeti vererek, Müslüman Türk kimliğini güçlendirecek politikalar acilen uygulanmalıdır.

Türkiye’nin laik yapısı ile İslâm dünyasına örnek olduğu gibi hayâli safsatalar bırakılmalıdır. Laikliği en iyi uygulayan ülkelerin başında SSCB olmuştur. Sonuç ortadadır. SSCB idaresinde kalan ülkeler, toplumlar 70 yıl bu dünyada boğucu bir zulüm dönemi yaşamıştır. SSCB laikliğinden insanlığa hiçbir olumlu katkı kalmamıştır. Aynı durum fazlası ile Türkiye’nin laiklik uygulamaları için de geçerlidir. Türkiye 1923’lerden başlayarak takip ettiği baskıcı/boğucu laiklik uygulamaları ile Türk halkına, insanlığa bir katkıda bulunmamıştır.

Türkiye tipi laiklik de Türkiye’de ciddi kimlik bunalımlarına yol açmıştır. İlkel kaba bir Batı tapınmacılığı özentisi oluşturmuştur. Batı’da her ne varsa iyi olduğu, üstün olduğu takıntısı bu dönemde ortaya çıkmıştır. Buna karşılık tarihte bize ait olan her türlü işi küçümseme, önemsiz görme gibi doğrudan kimlik bunalımı olan davranışlar, topluma mal olmuştur. 

Türkiye, tek parti tipi laiklik uygulamalarını kısmen terk ederek, Kıbrıs’ta görünen vahim durumdan bütünüyle korunmuş mudur? Bu soruya kolayca evet demek zordur. Evet, son yıllarda artan bir İslâmî faaliyetler var ise de bunun içinin iyi doldurulmadığı görülmektedir. Bir kısım İslâmî faaliyetler ile İslâm’ın yozlaştırılma çabası giderek bir tehdit boyutunu almıştır. Özellikle eğitimde devam eden CHP vesayeti bir türlü aşılmış değildir. Oysa Müslüman Türk kimliğinin tahkimi için bu son çaredir.

Eğer bu son çare iyi değerlendirilmez ise Türkiye’nin hemen her sokağında LGBT’lilik manzaralarının görüleceği, kültürel sapkınlık örneklerinden sadece birisidir. Böyle bir manzara için de artık millî kimlikten, Müslümanlıktan söz etmek mümkün olmayacağı gibi ah vah etmek de kimseyi vebalden kurtarmayacaktır.