Kelkit gözyaşı döküyor

Ya Kelkit, ne hâldedir? Yağmurun ve dolunun bütünleştiği vadide yatağına sığmış mıdır? Frenleri patlamış, kendinden geçmiş, nereye aktığını, neye vurduğunu, neyi koynuna alıp akıntıya verdiğini unutup kendini vakte teslim edişte midir?

VAKİT, ikindi sonrasında akşama yürüyor. Eskilerin deyimiyle güneşin bulutların arasından bacaklarını yeryüzüne saldığı dakikalar…

Bulutlar, gün boyu gökyüzünü kapattığı anları yaşarken, gök gürültüsü eşliğinde peş peşe şimşeklerin alevleri ile aydınlanıyor görüntü ufkum. Bir ısınıyor, bir üşüyor... Zaman zaman, “Ben de buradayım” der gibi, mevsim normallerinde tenimizde hissettiğimiz rüzgâr, vücût terimizi alıyor.

Havadan çevre incelemesi yapıyorum. Bulutlar bulutların üzerine hücûm ediyor. Âdete kar yığınları gibi... Dondurma görüntüsü çağrışımı yapsa da anbean renk değiştiriyor. Önce gri, sonra siyahlaşıyor. Sonra bulutların savaşını izliyoruz. Çok şiddetli çarpışmalar oluyor. Çıkarılan seslerin arasından yeryüzüne şimşekler iniyor. Peş peşe olunca çoluk çocuk korkuyor. Sokakta ise eve kaçıyor. Evde ise anneye, babaanneye, dedeye, babaya koşuyor…

Arabaların üzerine kilim, halı gibi kalın örtüler seriliyor. Son zamanlarda bağları, bahçeleri, mahsulleri dolu vuruyor. Çok ciddî zararlar veriyor. Ceviz büyüklüğündeki taneler bütün canlılara ve dahi birçok cansız araç ve gereçlerde hasara yol açıyor. Dokunduğu her şeyi âdeta dövüyor, yoğun bakımlık yapıyor.  Meselâ araba kaportalarını vuran dolu önemli hasar veriyor. Bakım onarım yapılsa da izi kalıyor.

Koronavirüs günlerini geçirdiğim köyden ayrılarak Haziran ayının ilk günlerinde bir haftalığına Ankara’ya geçiyorum. Balkondayım… Gökkuşağı Caddesi üzerinde beşinci kattan Gökkuşağı Parkı, Konya yolu ve ODTÜ ormanlarını izliyorum. Özlemişim… Havadaki hareketliliği izlerken kendi eksenimde irili ufaklı anılarla gezintiye çıkıyorum. Âniden yağmur damlaları rüzgâra aldırmadan çılgınlar gibi yeryüzüne iniyor. Dikmen yamaçlarını temizleyen rahmet, Gökkuşağı Caddesi’nde birleşerek tatlı bir akıntıya dönüşüyor. Mevlana Bulvarı’ndaki (Konya yolu) araçlar her zamanki akşam yolculuğunda; Gölbaşı tarafına gidenler hızlı, şehre girenler yavaş ve nazlı…

Akşamın duâ vakti çok yakın. Caddenin ve parkın ışıkları yanıyor. Eşimle birlikte yaklaşık üç aydır çevre düzenlemesi yaptığımız, sağlı sollu girişleri çiçek ve güllerle süslediğimiz köydeki evimizi düşünüyoruz. Çilekler, fasulyeler, domatesler, biberler, salatalıklar, kabaklar, soğanlar, üzüm çubukları ne hâldedir, merak ediyoruz. Ramazan ortalarından itibaren iftar sofralarımızı süsleyen, ziyaretçilerimizin tamamına ikram ettiğimiz çilekleri toplayıp reçel yapacaktık. Fasulyeler, salatalıklar ve kabaklar yeni dökmüşlerdi. Ankara dönüşünde sofralarımızdaki yerlerini almak için hazırlıklarını tamamlamış, yola çıkmışlardı. Domatesler ve biberler çiçekte idiler…

Kuşlar ve yavruları ıslanmamıştır inşallah. Serçelerin muhabbeti, yavru kuşların anne ve babalarını özleyiş mırıltıları, kedilerin evin etrafında birkaç tur atarak miyavlayıp, “Buradayım, neyiniz varsa yemek kabıma koyun, yiyip gideceğim” der gibi ses verişlerini işitiyor gibiyim.

Bulutların güneşi sakladığı gündeyiz. En küçük boşlukları dahi değerlendiren ve “Buradayım” mesajı vermek üzere hazır bekleyen güneş, kısa aralıklarla ara boşluklardan yeryüzüne sızıyor. Kısa süreli gökkuşağı görüntüleri yansıyor görüş alanıma. Tarifinde zorlandığım üst seviye duygulu anlar yaşıyor, güneşin gecesinde uyuduğu, ufuk çizgimde daima benimle olan, ısı ve ışığıyla avuçlarımda ve yüreğimde hissettiğim yeni bir geceye hazırlanıyorum.

Gölgesinde saklandığım, dalında meyve yediğim, sabah kahvaltılarımın olmazsa olmazları bir bir ziyaret ediyor beni. Balgat’tan, köydeki varlıklara bakışım yaklaşık 420 kilometrelik alanda spor yapıyor. Saniyelik, dakikalık ve saatlerce gidip geliyor.  Bazen koşuyor, bazen deli tay ile uçuşa geçiyor, bazen arabayla yol boyu bilinen yerlere uğruyor, sohbet ve muhabbet ediyor, ihtiyaç gideriyor, bazen sörf yapıyorum…

Aklımda tek kalan ve unutmadığım o ki, orada ve buradayım. Köy ile şehir arasında hayatın önemli ve unutulmaz anlarıyla birlikteyim. Kâh balkondan yağmura ellerimi uzatıp ıslatıyorum,  kâh “Köye dolu yağdı” mesajı sonrası üzgün ve biraz da merakla gelecek tâze haberlerin, görüntülerin sessizliğindeyim. Aklım köyde. Üç aydır iğne deliğinden deveyi geçirdik. İlk kez kendimize ait bir evimiz ve bahçemiz var. Eşimle emeklilikte dinleneceğimiz günler için yaptırdık. İlk emeklerimiz… Meyveler iki yaşında... Baharı beraber karşıladığımız kiraz, dut, elma ve şeftaliler erişmek için vakte yürüyorlardı. Her meyvenin büyüme ve olgunlaşma süresi farklı olsa da barış içinde, aynı bahçede olmanın tadını ve lezzetini alıyorduk.   

Nihâyet köyden bilgi ve görüntü akışı başlıyor. Hemen incelemeye alıyorum. Araya birkaç da telefon giriyor; “Hocam” diye başlayan sohbet, köy haberleri ile tatsız bitiyor.

Ya Kelkit, ne hâldedir? Yağmurun ve dolunun bütünleştiği vadide yatağına sığmış mıdır? Frenleri patlamış, kendinden geçmiş, nereye aktığını, neye vurduğunu, neyi koynuna alıp akıntıya verdiğini unutup kendini vakte teslim edişte midir? Ya da kendini Tepekışla Barajı’nda izole durumuna mı geçmiştir? Baraj öncesi sellerin durumuna göre renk değiştirir, coşar, kontrolden çıkardı. Şimdi Tepekışla Barajı’nda önce toplanıyor, dinleniyor, sonra sınırlı açılan kapaklardan yatağına salıveriliyor.

Beynim dolu, sürekli hareket hâlinde! Vakit akşam… Ezan sesiyle balkona tekrar dönüyor, duâ vaktime hazırlık yapıyorum.

Yağmur yağışıyla başlayan kısa süreli yolculuğun kalbimle bütünleşen bir tutkunun zaman ve mekân tanımayan sevdâsının alev alev yağmur altında nasıl gökyüzüne ulaştığını anlatmak istedim.

Dışarıda ılık bir esinti var. Yağmur onca olandan sonra kendi sessizliğinde ince ince akmaya, yeryüzüne seyahatine devam ediyor.

Kısa süren Ankara günlerimde görüştüğüm dostlar ve komşulara köyü ve üç aylık çalışmalarımızı, yeşilin bütün tonlarının yüreğin damarlarında dolaşımı, sabahın tâzeliğinde bahçe gezisinde ağaçlarla, sebzelerle, gül ve çiçeklerle, kuşlarla sohbeti anlatmıştım. Yüreği dün ve bugün sürekli ıslak dostlar bilirim. Gözleri yağmur damlalarıyla sırdaş olmuş, bir gökyüzünde gezintiye çıkar, bir yeryüzünde toprağa inerler.

Kelkit gözyaşı döküyor…