Kelimeyi yok et, insan yok olsun

İnsan, ne düşünüyorsa odur. Düşünceyi oluşturansa, kullandığımız dildir. Dilin en temel unsuru, kelimedir. Dolayısıyla “Hayatımızı, kullandığımız kelimeler yönetiyor” diyebiliriz. Biz kelimeleri yönetmezsek, kelimeler bizi yönetir.

ZİHNİMİZDEN kelimeleri silsek, nasıl bir durum ortaya çıkar? Sözsüz, kelimesiz bir hayat mümkün mü? Mümkün görülse, böylesi bir yaşantının ne değeri olabilir?

Düşünüyoruz, konuşuyoruz, yorum yapıyoruz, üretiyoruz, yazıyoruz… Kelime ve söz yoksa düşünce de yoktur. Düşünce yoksa insan da yoktur. Hayatı anlamak ve anlamlandırmak, düşünmek, yorumlamak, konuşmak ve üretmek adına her ne varsa, hepsinin temelinde kelime vardır. Kelimeyi yok ettiğinizde, insan yok olur. Burada “kelime” derken, o kelimenin içini dolduran anlamı kastediyoruz elbette.

Dili oluşturan üç temel unsur vardır: Kelime, terim ve kavram… Bu üç unsur doğru anlaşılmaz ve kullanılmazsa, karmaşa olmaması âdeta imkânsızdır. Çok uzun ve ciltler dolusu sözlerle açıklanması gereken, dilin temellerini oluşturan bu üç esasın tanımlarını kısaca açıklayalım.

Kelime: Anlamı veya görevi bulunan ve tek başına kullanılabilen ses veya sesler topluluğudur. TDK kelimeyi, “Anlamlı ses veya ses birliği, söz, sözcük” olarak tanımlamaktadır. Kelimeler anlamlı veya görevli dil birlikleridir. Kelimelerin genellikle anlamları vardır. Dışarıda bir varlığı, bir nesneyi, bir hareketi karşılarlar. Kelime, düşüncenin form almış hâlidir.

Terim: Bir bilim, sanat ya da meslek dalıyla ilgili bir kavramı karşılayan kelimelere “terim” denir. Terimlerin anlamları dar ve sınırlıdır. Bir sözcüğün bilim, sanat, spor ya da meslek alanına özgü kavramları karşılığında kazandığı anlam da “terim” şeklinde tanımlanır. Bir kelime farklı alanlarda, bilim dallarında veya gündelik kullanımda farklı anlamlara sahip olabilir. Örneğin “perde” kelimesi, tiyatroda oyunun bölümlerini ifade ederken, günlük yaşamda pencerelere çekilen örtüyü ifade eder, bunun yanında müzikte farklı, tıpta farklı anlamlar ifade edebilmektedir. Bunun yüzlerce örneğini çıkartabiliriz. Bu yüzden terimleri rastgele her alanda aynı anlamada kullanamayız.

Kavram: Dünyadaki nesnelerin ortak niteliklerine dayanan, dile özgü bir genelleme, bir soyutlamadır. Ağaç, bitki, hayvan, çiçek, memeli gibi… Dünyadaki nesnelerin, biçimlerin, olgu, durum ve devinimlerin dilde anlatım buluşudur “kavram”. Bu anlatım tuz, ip, su; yüreklilik, çöpçatan, açlık; hasıraltı, tepeden inme, açıkgöz gibi değişik ses ve biçimlerle değişik yollardan gerçekleşir; “somut ve soyut” diye nitelediğimiz kavramları oluşturur. Nesnel gerçekliğin insan beyninde yansıma biçimidir. Bundan ötürüdür ki, her kavram doğrudan ya da dolaylı olarak nesnel gerçekliği içerir. Bu, örneğin ağaç gibi nesne kavramları için böyle olduğu gibi, özgürlük gibi düşünce kavramları için de böyledir. Zümrüd-ü Anka kuşu gibi tümüyle hayâl ürünü olan kavramlar bile nesnel gerçeklikten yansımıştır. Ne var ki, böyle kavramlar nesnel gerçekliğe döndürülemez, eş deyişle denenemez, doğrulanamazlar. Bunlar bilimdışı kavramlardır. Demek ki, kavramları “bilimsel ve bilimdışı kavramlar” olmak üzere de ayırmak gerekir.

Bu üç unsur tam olarak ayrılmaz, farklar ayrımlaştırılmaz ve yorumlanamazsa, anlamın oluşması ve geliştirilmesi mümkün değildir. Bu durumda anlatmak ve anlaşılmaktan da bahsedilemez.

Doğamız gereği değişik zaman ve mekânlarda kendimizle, çevremizle, sözlü ya da yazılı iletişim kurarak birbirimizi anlamaya ve anlatmaya çalışırız. Çoğu zaman hiç anlaşılmadığımızı, tam anlaşılamadığımızı düşünür ya da yeteri kadar anlatamadığımızı hissederiz. Kullandığımız kelimeler, terimler veya kavramlar sonunda yanlış ifadelerde bulunduğumuzu hissettiğimizde, çoğu zaman iş işten geçmiştir bile…

Hem günlük hayattaki konuşmalarımızda, hem de bilim, sanat, kültür, edebiyat alanlarında kullanılan kelimelerin salt bir harf ve hece topluluğundan ibaret olmanın ötesinde, sözün sihirli bir güce sahip olduğu, artık bilimsel olarak kabul edilmektedir. Sözün/kelimelerin sihirli gücü ile ilgili bugüne kadar çok sayıda araştırma yapılmış, makale ve kitaplar yazılmıştır. Bu çalışmalar devam etmektedir. Saatlerce yapılan bir konuşmanın, sayfalar dolusu yazıların yapamadığını bir çift söz yapabilmektedir. Kur’ân’da, “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle”, “Güzel söz söyleyin” meallerinde onlarca söz vardır. Buna “Sözde sihir vardır” hadisini de ilâve edebiliriz.

Kelimeleri iyi kullanan, söze hâkim ve belagati iyi olan, hitabet yeteneği gelişmiş kişilerin iş, aile ve sosyal yaşamda daha başarılı olduklarını görürüz. Sosyal ortam, iş, aile içinde kurduğumuz iletişim kalitemiz, toplumsal rollerimizdeki yerimizi belirler.

Söze hâkim olmak ve onu titiz kullanmak gerekir

Dünyanın farklı coğrafyalarında söz varlığının tespiti, korunması ve geliştirilmesi üzerine ciddî çalışmalar yapıldığını biliyoruz. “İngilizler ve Almanlar, okul öncesi çocuklarına 2 bin kelime, 7-12 yaş grubundaki çocuklarına en az 5 bin kelime öğretmeyi hedeflemektedirler. Bir insanın günlük hayatında azamî 3 bin kelime kullandığını, kültürlü bir insanın kelime dağarcığında yaklaşık olarak 22 ilâ 27 bin kelime bulundurmasının/kullanmasının gerektiğini, kendini yetiştirmiş bir insanın ise 40 bin kelime bilmesi gerektiğini tespit etmişler ve eğitimde hedef göstermişlerdir.” (Karakuş, 2000, 128)

Zihnimizden kelimeleri sildiğimizde, nefes alıp veren, yemek ve çiftleşmek için yaşayan et ve kemik yığınından başka bir şey kalmaz.

Ne kadar kelime varsa, o kadar düşünce ve ufuk vardır. Az kelime, daha az düşünce, daha az üretim, daha az varlığını gösterme, dolayısı ile daha az sorumluluk ve boş bir mutluluktur. “Düşünüyorum, öyleyse varım” demiş Descartes ve “İnsan düşünceden ibarettir” demiş Mevlâna. Peki, ne olursa olsun düşünmek midir aslolan? Yoksa güzel düşünmek, güzel yaşamak mıdır mühim olan? Mevlâna Hazretleri, “Güzel düşün, güzel yaşa! Düşüncen konuşmana, konuşman hareketine, hareketin kaderine yansır” demiştir.


Bu sözleri destekler nitelikte, Mahatma Gandhi’nin, “Söylediklerine dikkat et, düşüncelere dönüşür. Düşüncelerine dikkat et, duygularına dönüşür. Duygularına dikkat et, davranışlarına dönüşür. Davranışlarına dikkat et, alışkanlıklarına dönüşür. Alışkanlıklarına dikkat et, değerlerine dönüşür. Değerlerine dikkat et, karakterine dönüşür. Karakterine dikkat et, kaderine dönüşür!” sözünü de hatırlamakta fayda vardır. “Bir kelime kararını, bir duygu hayatını, bir insan seni değiştirebilir” der Konfüçyüs de.

“İnsan kelimelerle düşünür” dedik. Dolayısıyla kelimeler, bizim düşünme ve aynı zamanda düşündürme aletlerimizdir. Her kelime, zihin labirentinde açılmayı bekleyen düşünce kapılarını açan sihirli bir anahtar gibidir. Bunlar öyle anahtarlar ki, hangi kapıyı açacağınız, kullanacağınız kelimeye bağlıdır. Olumlu kelimeler olumlu düşünceli kapıları aralarken, olumsuz kelimeler olumsuzluk çağrıştırıcı kapıları açar. Dolayısıyla hayatımız, açtığımız kapıdan gireceğimiz algı dünyasına göre şekillenir. Mevlâna’nın dediği gibi, “Gül düşünür, gülistan olursun; diken düşünür, dikenlik olursun”.

Konuşmak, anlatmak ve anlaşmak değildir

Konuşuyoruz, ama ne konuşuyoruz? Çoğu zaman ne konuştuğumuzun veya sözün etki gücünün farkında bile değiliz. Bunun en somut örneklerinden biri, bilhassa çocuklarla iletişim kurarken kullandığımız kelimeleri onların nasıl algıladıklarına bakmaksızın sarf etmemizdir. Hareketli, yerinde duramayan veya yaramazlık yapan çocuğa, “Dur”, “Sakin ol”, “Vurma”, “Koşma”, “Otur”, “Atlama”, “Yaramazlık yapma” diyerek engel olmaya çalışır, kendimizi paralarız. Ama durum yine de değişmez. Çocuk kendi dünyasındadır ve yine bildiğini okur.

Gelişmekte olan çocuk, motor becerilerini ve fiziksel yeteneklerini geliştirmek, enerjisini boşaltmak için hareket etmeli, koşmalı, zıplamalıdır. Bu durum gayet doğal ve de gereklidir. Anne ve babanın en büyük korkusu, bunları yaparken çocuğun bedenine henüz tam olarak hâkim olamadığı için sakarlık yapıp kendisine veya çevresine istemeden de olsa zarar vermesi düşüncesinden kaynaklanır.

Sözü doğru söyleme, anlatım, ifade etme ve kullanma biçimi konusunda sayısız kitap, makale, araştırma yayımlandı. Hepsinin ortak noktalarından biri, aynı amaca ulaşmak için farklı biçimlerde kullanılan kelimelerin farklı etkiler doğurduğu gerçeğidir. Olumsuz kelime ve dil kalıpları kullanılarak amaca ulaşmanın zor olduğu gerçeği unutulmamalıdır.

Bu durumu, çocuğun algılama biçimiyle açıklayalım: Çocuklar “-me, -ma” gibi olumsuzluk anlamı veren takıları duymamak ve anlamamak eğilimi gösterirler. Şöyle ki, “Yapma!” denildiğinde “Yap”, “Koşma!” denildiğinde “Koş” olarak algılarlar. İletişim uzmanları bunun farkında oldukları için, daha çok olumlu kalıpları kullanır, “Koşma!” yerine “Yavaş yürü!”, “Düşme!” yerine “Dikkatli ol!” demeyi tercih ederler. Tehdit cümleleri yerine övgü ve destekleyici cümleler, meselâ “Bırak, yapamazsın” veya “Yine yapamadın” yerine “Bir de şöyle yapsan?”, “Şunu da dene”, “Bazen yardım alman işini kolaylaştırır” gibi söylemler kullanmak önemlidir.

Çocuklarda davranış problemleri esnasında karakterini değil, yaptığı davranışı eleştirin. “Sen ne kadar sorumsuz bir çocuksun” demek yerine, “Sen sorumlu bir çocuksun fakat bu davranış hoşuma gitmedi” denilebilir. Fazla örnekler vererek konuyu dağıtmak istemem, çocuğunuzla iletişim kurarken bu kuralları aklınıza getirebilirseniz, daha az çaba ile daha kolay bir biçimde isteğinizi iletmeniz mümkündür. Onları uyarırken hep olumlu sözcükler kullanmaya özen gösterirseniz, sizi anladıklarını ve uyarılarınızı dikkate aldıklarını fark edeceksiniz.

Her alanda kullandığımız dilin temellerini oluşturan kalıplar vardır. Bu kalıpları öğrenerek hayatımızda kullandığımızda, algı, iletişim ve dolayısı ile yaşam kalitemizin arttığını görürüz.

Kullandığımız kelimeleri incelediğimizde, anlam itibariyle kelimeler “olumlu ve olumsuz” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Konuşurken kullandığımız kelimenin olumlu veya olumsuz bir anlam içermesi, hem bizim, hem de karşımızdakilerin ruh (psikolojik) hâlini ve enerji düzeyini etkilemektedir. Konuşurken olumlu anlam içeren kelimeleri kullandığımızda, vücudumuzda derin bir rahatlama, pozitif bir enerji ve huzur hissederiz. Kullandığımız olumlu anlam içeren kelimeler bize huzur ve rahatlık verdiği gibi, konuşmamızı dinleyen karşı taraf için de huzur ve rahatlık vesilesi olmaktadır. Bu yüzden günlük hayatta yaptığımız konuşmalarımızda kullandığımız kelimelerimizde, mümkün olduğunca olumlu kelimeler kullanmamız, hem bizim açımızdan, hem de bizi dinleyenler açısından son derece önemlidir.

Olumlu anlamlar içeren kelimeler, zihnimizde ve bedenimizde pozitif etkiler oluşturmakta ve kişideki pozitif enerjiyi arttırmaktadır. Olumsuz kelimeler, sözler ve düşünceler ise, zihinde ve bedende negatif bir etki oluşturmakta ve doğrudan enerjimizin düşmesine sebebiyet vermektedir. Albert Einstein, bunu şu sözü ile çok güzel şekilde açıklıyor: “İnsanoğlu, ağzından çıkan cümleler ve beyninden çıkan düşüncelerin bütün evreni dolaşıp tekrar onlara geri döndüğünü bilse çok daha dikkatli olurdu.”

Bunu bir nevi “fizikteki etki-tepki prensibine” benzetebiliriz. Düşüncelerimiz ve kelimelerimiz de ise yaşamda karşılığını buluyor ve bize geri dönüyor. Olumlu ve yapıcı kelimler olumlu olarak, negatif ve yıkıcı kelime ve düşünceler ise olumsuzluk ve yıkıcılık olarak geri dönüyor. “Güzel düşünen güzel yaşar” hadîs-i şerîfi ise bunu ne güzel destekliyor.

Olumsuz kelimeler akrep gibidir. Önce sahibini zehirler, enerjisini düşürür, moralini bozar, düşünceyi bloke eder, üretkenliği düşürür. Olumsuz düşünceler, konuşmalar ve sözlerden kaçalım! Olumsuz düşünen ve konuşan insanlardan ve ortamlardan uzak durmak, bizim ve çevremizdekilerin sağlığı açısından son derece önemlidir.

Olumlu düşünceler, kelimeler ve konuşmaların olduğu ortamlardaki insanlar daha sakin, huzurlu ve mutludurlar. Mutlulukları ve pozitif enerjilerini her durumda görür ve hissedersiniz. Sağlıklı bireyler ve ortamlar için olumlu düşünmeye ve güzellikleri çoğaltarak yaşamaya devam!

Bazı kişiler “Hayatın gerçeklerini ve olumsuzlukları görmezlikten mi gelelim peki? Polyannacı mı olacağız? Dünya batmış, siz neyin derdindesiniz?” gibi cümlelerle sürekli karamsarlık, korku ve negatif bir ortam oluşturur kimileri. Bu tür düşünen insanların düşüncelerine saygı duyacak, gerçekleri görecek ve ona göre önlemler alarak adımlar atacağız elbette. Ama olumsuzlukların etkisinde kalmamaya, yıkıcı etkisinden etkilenmemeye özen göstereceğiz.

F. Langbridge, “Aynı pencereden dışarıya bakan iki adamdan biri sokaktaki çamuru, diğeri ise gökteki yıldızları görür. Burada önemli olan, bizim bakış açımızdır” diyor. Albert Einstein ise, “Bir adam güzel bir kızın yanında bir saat oturursa, bu ona bir dakika gibi gelir. Fakat o bir de sıcak bir sobanın üzerinde bir dakika otursun, bu ona bir saatten de daha uzun gelir. İşte izafiyet budur!” der. Kendimizi güzelliklerle beslersek, hayat anlam bulur ve yaşanılır olur. Beynin olumsuzluğu sevmediği, olumsuzluklar karşısında beyindeki seratonin hormonlarının azaldığı ve mutsuz olduğu kanıtlanmıştır. Bilinçaltındaki her şey “olumlu” olarak kodlandığından, pozitif düşünmek, pozitif konuşmak ve pozitif davranışlar sergilemek, kişi için son derece faydalı olmaktadır.

Güzel ve olumlu düşünerek bakarsak, güzellikleri ve olumlu şeyleri görürüz. Olumsuz ve karamsar bakarsak, olumsuzlukları ve karamsarlıkları görürüz.

Hangi meslekte olursak olalım, hangi işi yaparsak yapalım, öncelikle kendimizden ve yaptığımız işlerden sorumluyuz. Bu yüzden kullandığımız dil, üslûp ve kelimelere daha çok özen göstermeliyiz. Bireysel ve sosyal alandaki mutluluklarımızı inşâ etmek, pozitif enerjimizi arttırmak ve bu güzellikleri her alanda çoğaltmak adına olumlu düşünmeye özen göstererek, daha üretken ve mutlu olmak adına, konuşmalarımızda olumlu kelimeler kullanmaya özen göstermemiz son derece faydalı sonuçlar doğuracaktır.