YAPTIĞINIZ iş veya
mesleğiniz ne olursa olsun, sizi aynı yolda yürüdüğünüz diğer insanlardan ve
rakiplerinizden bir adım öne çıkaran en önemli faktörlerden biri, günlük
hayatınızda iletişimde kullandığınız kelimeler ve bunlarla kurduğunuz
cümlelerdir. Yani sözünüzün gücüdür.
Bu
öyle bir güçtür ki, sahibine özgüven verir, başarının yolunu açar.
Duygularımızı,
düşüncelerimizi, aklımızdan geçirdiklerimizi, gördüklerimizi, bildiklerimizi,
duyduklarımızı, daha doğrusu hayatımıza giren her şeyi kelimelerle anlatırız.
Her şeyimizi kelimelere dökerek ifade eder, kelimelerle konuşur, kelimelerle
anlaşırız.
Zaman
önümüzden hızla akıp giderken, gelişen ve sürekli yenilenen teknoloji
karşısında insanoğlu bir şeyi öncekilerden, benzerlerinden ya da başka
şeylerden ayıran niteliği anlatabilmek ve gösterebilmek için yeni kelimeler
üretir ve ürettiği bu yeni kelimelerin önemi iletişimde önemli bir yer tutar.
Geniş
bir kelime haznesine sahip olmak, hitabetin ve tasvirin en önemli kaynağı ve
zenginliğidir. Olayları, varlıkları, mekânları, kısaca her şeyimizi kelimelere
dökerek ifade ederiz; kelimelerle konuşur, kelimelerle anlaşırız. Eğer bu
kaynak kurursa, insan kendini ifade edemez, derdini ve meramını anlatamaz,
anlaşamaz, konuşamaz.
Konuşmak,
canlılar içinde yalnızca insanlara ait çok güçlü bir özelliktir. Dinleyeni
(muhatabı) sıkmadan, gereksiz detaylara girmeden, kısa, net ve anlaşılır bir
dille, anlatılacakları yeterli sayıda kelimeyle, yerinde ve doğru kullanarak
anlatabilmek ise daha büyük bir meziyettir.
Bu
meziyet, sahip olana elbette üstünlük ve avantaj sağlayacak, onu erdem sahibi
yapacaktır. Ancak bazı kelimeler, bazı sözcükler, bazı deyimler vardır ki, her
zaman ve her yerde telaffuz edemez, imtina eder, söyleyemezsiniz.
Aşağıda
paylaştığım (alıntı) anonim fıkra da üç beş kelimede ifade edilecek bir olayı
(kaba da olsa) ne de güzel anlatıyor. Ne dersiniz?
***
“Evladım
ne uzatıyorsun?”
Osmanlıca
meraklısı bir edebiyat öğretmeni, öğrencilerine sürekli şunu söylermiş: “Dersimde
herkes Osmanlıca konuşacak, sorduğum sorulara Osmanlıca cevap verecek, Türkçe
konuşmak yok!”
Soğuk
bir kış günü o öğretmen, sınıfın ortasındaki büyük sobaya yanaşıp, arkası
sobaya dönük vaziyette dersini anlatırken, sobadan sıçrayan bir kıvılcım
öğretmenin ceketinin arkasını tutuşturmuş.
Parmak
kaldırıp söz isteyen öğrenci, başlamış konuşmaya: “Efendim, arka cenahınızdaki
sobanın derunundaki parçe-i nardan kopan bir şerare, şahsınız istikametine
tevcihlenerek ceketinize sirayet etmiştir ve dahi mabadınıza intikal etmek
üzere revan olmaktadır…”
Öğretmen,
arka tarafında giderek artan ısının da etkisiyle olayı anlayınca, sinirlenerek
öğrenciye bağırmış: “Evladım, şuna ‘G***n yanıyor’ desene, ne uzatıyorsun?”