Kelimelerden kalbe

Zamanın herhangi bir vakti okurken ansızın durup düşündüğümüz o an... Belki bir cümle, belki de sadece bir kelime, içimizde bir şeyleri yerinden oynatır. Bizi biz yapan o küçük kırılma anlarında hep kitaplar vardır yanımızda. Öyleyse haydi okuyalım… Sadece gözlerimizle değil, kalbimizle de… Sadece kitapları değil, hayatı da…

BİR kitabın kapağını açtığımızda, sayfalarını çevirdiğimizde aslında kendi iç dünyamıza da bir kapı aralarız. Görsel algımızdan kalbimize uzanan o kıvrımlı zihinsel yolculuğa adım atmış oluruz. Okuma eylemi, gözlerin satırlarda kaymasından çok daha öte bir serüvendir.


İnsan, okudukça gelişir, derinleşir ve yeniden şekillenir. Böylece okuma, zamanla sadece gözle değil, kalple yapılan bir eyleme dönüşür. Ve bu dönüşüm, özellikle orta yaşlarda çok daha anlamlı bir hâl alır. Çünkü insan artık sadece bilgi aramaz; anlam, yön ve denge de arar. Öncelikle evladına ve tabii ki kendisinden sonraki kuşağa ne bırakacağını, hangi değerleri taşıyacağını sorgular. İşte bu nedenle, bu yaş döneminde yapılacak her bilinçli ve verimli okuma, sadece bireysel gelişim değil, aynı zamanda toplumsal bir kazanım da olacaktır.


Tamam, insan okudukça gelişir ve yeniden şekillenir fakat bu dönüşüm nasıl gerçekleşir ve okumanın büyüsü nerede saklıdır acaba? Bu yolculuğu daha keyifli ve verimli hale nasıl getirebiliriz?


Sabahın erken saatlerinde, henüz dünyanın karmaşası ve gürültüsü kuşatmamışken bir kitabın sayfalarına dokunmak ne güzel bir keyiftir. İnce belli bardaktaki çayımızın buharıyla atmosfere karışan kelimeler, günümüze çok farklı anlamlar katar. Akşamları ise, uzun günün yorgunluğunu bir romanın veya şiirin şefkatli kollarına bırakmak... Okumak, zamanın farklı dilimlerinde farklı tatlar sunar bize. Sabahın dinginliğinde kutsal kitabımızdan süzülen manalar, zihnimize ve oradan kalplerimize nüfuz eder. Dünyevî ve uhrevî algımızı açar kolaylıkla. Gecenin sessizliğinde ise şiirler ruhumuzu beslerken roman veya hikâye kitapları bizi bambaşka diyarlara götürür.


Okumanın ve anlamanın ritmini tam olarak yakalamak için belki de önce kendimize uygun bir alan açmalıyız. Bu, fiziksel bir mekân olabileceği gibi zihinsel bir ön hazırlık anlamına da gelebilir. İmkânlarımız ölçüsünde kitaplarla çevrili bir köşe, bahçede bir sandalye ya da mutfak masasının bir köşesi... Önemli olan, o anı mümkün mertebe okumaya adamaktır. Telefonlar sustuğunda, dikkatimizi toplayıp kitabımızla baş başa kaldığımızda gerçek bir okuma dünyasına adım atarız.


Türler arasında gezinti yapmak okuma deneyimimizi zenginleştirir. Bir gün bilimsel bir makale bize evrenin işleyişini anlatıp İlâhî düzeni kavramamıza yardım eder. Ertesi gün bir öykü, insan kalbinin gizemlerinde kendimizi tekrar keşfetmemize imkân sunar. Şiir ise kelimelerin o muhteşem raksıdır; bazen hızlı, bazen ağır, ama her zaman mana yüklü. Böyle bir çeşitlilik, okumanın monotonlaşmasını engelleyerek zihnimizi sürekli taze tutar ve merakımızı körüklemeye devam eder. 


Notlar almak da okumayı kalıcı kılan ve içselleştirmemizi sağlayan en güzel yöntemlerden biridir. Bir deftere yazılan uzun cümleler ya da sayfa kenarlarına düşülen küçük notlar. Önemli olan, okurken zihnimizi aydınlatan o kıvılcımı yakalayıp kaybolmasına izin vermeden kalıcı hale getirmektir. Bazen bir fikir, bir cümle öyle çarpar ki algımıza, onu kaydetmezsek içimizde bir yerde eksik kalırız sanki. Yıllar sonra o notlara dönüp baktığımızda, kendimizin nasıl değiştiğini ve geliştiğini görmek ise ayrı bir haz verir insana.


Sesli okumanın katkısı ise bambaşkadır. Sözcükler havada salınırken, kelimelerle kurduğumuz bağ güçlenir. Sesli okuma ve okuduğumuz eserleri paylaşma okumanın sosyal yönünü ortaya çıkarır. Çocuklarımıza, eşimize veya arkadaşlarımıza bir eseri sesli bir şekilde okumak hem okuyan hem de dinleyen için çök keyifli bir deneyimdir. Bazen tek başımıza okurken bile yüksek sesle bir paragrafı tekrarlamak, anlamını daha iyi kavramamızı sağlar.


Okuduklarımızı paylaşmak ise bu deneyimin belki de son durağıdır. Okuduğumuz bir eseri veya küçük bir kısmını paylaşırken yaşadığımız o duygu... Bir arkadaşla kitap üzerine yapılan sıcak bir sohbet, bir kitap kulübündeki hararetli tartışmalar ya da sosyal medyada paylaşılan alıntılar... Okumalarımız paylaşıldıkça anlam kazanır. Farklı bakış açıları, bizim göremediğimiz detayları ortaya çıkarır ve bizi tamamlar. Okudukça anlar, anladıkça haz alır, hazlarımızı paylaştıkça mutlu oluruz.


Modern dünyanın böylesi çılgın bilgi bombardımanı altında, gerçek okumanın ne olduğunu da unutmamalıyız. Sosyal medyadaki paylaşımlar, haber başlıkları, reklâm mesajları... Bunların büyük çoğunluğu bizi sonsuz bir tüketime ve onların amaçlarına hizmet eden bir düşünce yapısına yönlendirmeyi amaçlar. Oysa bilinçli bir okur olma, derin okumalar yapabilmemiz bizi bu tehlikelerden uzak tutar. Bir metin veya mesajla kurduğumuz doğru bağ, bizi pasif bir alıcı olmaktan çıkarıp aktif bir katılımcı yapar.


Okumak, zamanları ve mekânları aşan yüce bir yolculuktur. Bir kitabın kapağını her kapattığımızda, aslında ondan edindiğimiz yeni bir dünyanın kapısını aralamış oluruz.


Okumanın diğer bir güzel yanı da hepimize farklı şeyler vaat etmesidir. Kimimiz için bir kaçış, kimimiz için bir keşif, kimimiz içinse kendini bulma yolculuğudur okumak.


Zamanın herhangi bir vakti okurken ansızın durup düşündüğümüz o an... Belki bir cümle, belki de sadece bir kelime, içimizde bir şeyleri yerinden oynatır. Bizi biz yapan o küçük kırılma anlarında hep kitaplar vardır yanımızda. Öyleyse haydi okuyalım… Sadece gözlerimizle değil, kalbimizle de… Sadece kitapları değil, hayatı da…