Kelimelerdeki etkileyici güç

Dirvas lâfın altında kalmamış: “Niçin beni azarlıyorsunuz? Yaşı aklın ölçüsü mü sayıyorsunuz? Siz beni çocuk mu zannediyorsunuz? Önce bir dinlerseniz, çocuk olup olmadığımı anlarsınız. İnsaf edin de beni dinleyiniz efendim. Memnun kalmazsanız, istediğiniz an beni susturabilirsiniz.” Dirvas bakmış ki, Halîfe kendisini dinliyor, her zamanki rahat konuşmasıyla tane tane anlatmaya başlamış…

HEPİMİZ toplum içinde yaşayan kişileriz. Yaşantımızı sürdürebilmek ve ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için birçok insanla çeşitli ilişkiler kurmak zorundayız. Bu ilişkiyi kurarken ilk başvurduğumuz yol, “konuşmak” oluyor.

Dünyada her şeyin olduğu gibi konuşmanın da güzeli (başarılı yapılanı) ve kötüsü (beğenilmeyeni) mevcût. İnsanoğlu eski çağlardan beri sözün güzeline önem vermiş, bu özelliğe ve yeteneğe sahip kişileri dikkate değer bulmuştur. İyi yapılmış bir konuşmanın dinleyenler üzerindeki etkisini hepimiz biliyoruz.

Güzel konuşabilmek, bir insan için gerçekten kayda değer bir meziyettir. Özellikle günümüzde güzel konuşan insanların birçok alanda başarılı olmaları, içimizdeki bu arzuyu daha da kamçılamaktadır. Güzel konuşma yeteneği insanlara doğuştan verilmez, çeşitli çalışma yöntemleriyle sonradan kazanılır.

Güzel konuşmanın kurallarını öğrenen ve günlük yaşantısında kullanabilenler toplumda duygu, düşünce ve isteklerini açık, anlaşılır ve beğenilir biçimde ifade edebilirler. Okulda, iş yerinde ve çevrede sözleri dinlenir, amaçlarına daha kolay ulaşırlar. Sözlerindeki güzellik ve tatlılık onları bir mıknatıs gibi çekici hâle getirir.

Konuşmadaki letâfet ve zarâfet, insanların nazarında son derece etkili olmaktadır, âdeta bir sihir gibi. İfade tarzındaki berraklık ve tatlılık çoğu zaman kalpleri fethetmektedir, kilitli kapıları açan bir anahtar gibi. Çözülmesi zor gibi görülen birçok iş, sözün gücüyle kolayca çözümlenmektedir.

İnsanlarla güzel konuşmamız konusunda Cenâb-ı Hakk bizi uyarmaktadır:

“Görmedin mi Allah nasıl bir misâl getirdi? Güzel bir sözü, kökü sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti. O ağaç, Rabbinin izni ile her zaman meyvelerini verir. Allah insanlara misâller veriyor ki öğüt alsınlar. Çirkin söz ise toprağın üstünden sökülüp atılmış, kararsız, kötü bir ağaca benzer.” (İbrâhim, 26)

“Kullarıma söyle: Sözün en güzelini konuşsunlar. Sonra şeytan onları bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (İsrâ, 53)

“Varın, ona (Firavun’a) yumuşak söyleyin. Olur ki, nasihat dinler yahut korkar.” (Tâ-hâ, 44)

“İzzet ve şeref isteyen kimse bilsin ki, izzet bütünüyle Allah’ındır. Ona ancak güzel sözler yükselir. Onları da iyi ameller yükseltir.” (Fâtır, 10)

Herkesin bizden kaçtığı değil, bize doğru koştuğu, arayıp sorduğu bir insan olmak istiyorsak, dilimize sahip olmalı, onu iyi kullanmalıyız. Düşünmeden söyleyeceğimiz bir söz veya yanlış bir benzetme, bizi toplumda zor duruma düşürebilir. İstemediğimiz hâlde bir çuval inciri berbat edebiliriz. Sözlerimiz aleyhimizde delil olabilir, hakkımızda olumsuz bir kanaat oluşturabilir.

Bir âmir, emrindeki memuruna; bir usta, yanında çalıştırdığı çırağına yapacağı işleri öğretirken, dili olabildiğince iyi kullanmalı, açık ve kolay, anlaşılır şekilde ifade etmelidir.

Konuşmak, kişinin kültür seviyesini belli eder. Bir filozofun şu sözü ne kadar anlamlıdır: “Bana soru soran kişinin sorduğu sorudan, onun zekâ seviyesini anlarım.”

İnsanlarla sağlıklı diyaloglar kurmak ve geliştirmek için dili güzel kullanmak zorundayız. Bunu başarabilirsek eğer, “yanlış anlaşılma” veya “anlaşılmama” gibi olumsuz durumlarla karşılaşmayız.

Güzel konuşan bir öğrenci derslerinde başarılı olur, çünkü onda kendine güven duygusu gelişir, pısırıklıktan kurtulur. Sözlerindeki güzellik ve tutarlılık onu diğerlerinden farklı konuma getirir. Bu yeteneğe sahip bir insanın iş bulması diğerlerinden daha kolaydır. Güzel konuşan bir insan, karşısındaki kişiye güven telkin eder. İki lâfı bir araya getiremeyen, isteklerini ifade edemeyen bir kişiyi kimse tercih etmez.

Sözün özü; güzel konuşma gibi etkili bir silahtan faydalanmasını bilmeliyiz. Daha doğrusu, buna mecburuz!

Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ında “Dirvas” adlı bir şiir yer almaktadır. Kelimelerdeki etkileyici güce güzel bir örnek vermek istedim, aklıma ilk gelen metin bu oldu. “Dirvas” şiiri, tarafımca hikâyeleştirilmiştir.

Dirvas

(Bu olay, Emevîler döneminde, Hişam’ın Halîfeliği zamanında geçmiştir. Hişam, 724-743 yılları arasında başta kalmıştır.)

Şam şehri yakınlarında üç yıl süren bir kuraklık olmuş. O yıllarda, başta buğday olmak üzere, hiçbir ürün yetişmemiş. Açlık ve gıdasızlıktan ölenlerin sayısı her geçen gün artınca, çölde yaşayan aileler canlarını kurtarmanın telâşına düşmüşler.

Çöldeki kabilelerin yöneticileri bakmışlar ki durum ciddî, bu dertle başa çıkamayacaklar; hemen bir köyde toplantı düzenlemişler. Uzun konuşmalardan sonra şu kararı almışlar: “Bu derde bir çözüm yolu bulmazsak hepimiz açlıktan ölürüz. Mademki bu halkın ileri gelenleriyiz, âcil olarak bir şeyler yapmamız lâzım. Çölün ortasında böyle oturup durursak sorun kendiliğinden çözülmez. Hepimiz toplanıp Halîfe Hişam’a gidelim. Halîfemiz bu hâlimizi bilse bize merhamet eder. Bir alay aksakallı ihtiyar huzuruna çıkar da bu derdi anlatırsa elbette yardımını esirgemez. O da insan… Başımıza sultan olduysa taş kalpli olmadı ya!”

Yöneticilerin aldığı bu kararı halk da kabul etmiş; yalnız, bir tavsiyede bulunmuşlar: “Dirvas neredeyse hemen bulunsun. Daha küçüktür amma onun kadar güzel ve rahat konuşan biri yoktur aramızda. Halîfe’ye gidecek topluluğun yanında muhakkak o da olmalı!”

Kabilelerin yöneticileri, Halîfe Hişam ile görüşmek için Şam’a gitmişler. Yanlarında çocuk yaştaki Dirvas da varmış. Derhâl haber gitmiş Hişam’a: “Beş on kabile reisi geldi, sizinle görüşmek istiyorlar.” “Saraya gelsinler de görüşelim” demiş Halîfe.

Sarayda Halîfe’nin huzuruna çıkmışlar. Hâl hatır sorma faslından sonra Dirvas söze girmiş. Önce, Halîfe’nin uzun ömürlü olması için duâ etmiş, sonra asıl konuyu anlatmaya başlamış. Hiç sıkılmadan, gayet rahat konuşuyormuş. Halîfe Hişam, Dirvas’ın bu davranışını tuhaf karşılamış ve onun sözünü kesmiş: “Sen sus çocuk! Büyükler dururken küçüklerin konuşması doğru mu?”

Dirvas lâfın altında kalmamış: “Niçin beni azarlıyorsunuz? Yaşı aklın ölçüsü mü sayıyorsunuz? Siz beni çocuk mu zannediyorsunuz? Önce bir dinlerseniz, çocuk olup olmadığımı anlarsınız. İnsaf edin de beni dinleyiniz efendim. Memnun kalmazsanız, istediğiniz an beni susturabilirsiniz.”

Dirvas bakmış ki, Halîfe kendisini dinliyor, her zamanki rahat konuşmasıyla tane tane anlatmaya başlamış:

“Üç yıldır devam eden kuraklık ve benzeri görülmemiş sıcaklar ekinlerimizi kuruttu, servetimizi tüketti. Binlerce çadır kapandı. Koca çöl, ölüm meydanı hâline geldi. Eskiden şehirdekilere yardım eden kabileler öyle fakirleştiler ki şimdi köy köy gezip dileniyorlar. Zamanında cömertlerden daha cömert olan bu insanlar, bugün bir parça ekmeğe muhtaç durumdalar. Çıplakları giydirenler, giyecek bir gömlek bile bulamaz oldular.

Birçok insan açlıktan öldü, çöl baştanbaşa cesetlerle doldu. Her yandan binlerce feryat yükseldi. Gençler ihtiyar gibi oldu, ihtiyarlar ise yaşayan ölülere döndüler. Analarda çocuklarını emzirecek süt kalmadı. Sanırım Mevlâ bize dargın. Çöl halkı susuzluktan yandı, buna rağmen gökten bir damla su inmedi. Duâlarımıza bir çiğ tanesi bile düşmedi. Yani dualarımız kabul olmuyor ki bize yağmur gelmiyor. Çâresiz kaldık ve size sığınmaya geldik. Hâlimizi arz etmeye geldik.

Ey adâletli Halîfe! Zenginliğinizin ölçüsü, sınırı yok. Bunu herkes biliyor. Biz ise sefiller topluluğuyuz. Sizde çok var, bizde hiç yok. Biraz eşitlik istiyoruz.

Sorarım size ey Halîfe, nasıl böyle zengin oldunuz? Bu servet halkın mı, Allah’ın mı, senin mi? Eğer bu servet Allah’ın ise, bizler de onun kuluyuz, payımızı istemeye hakkımız vardır elbet. İnsaf sahibi olan herkes bu hakkı inkâr etmez. Şu sonsuz mal ve mülk eğer halkın ise, onu halka dağıtın. Kimsenin hakkını yemeyin! Yok, eğer bütün bu servet kendi malınız ise, bir kısmını ihtiyaç sahiplerine dağıtmanız gerekir. Bu saydıklarımdan başka, dördüncü bir ihtimâl varsa, hemen söyleyin lütfen!”

Halîfe Hişam, küçük Dirvas’ın bu sözlerinden oldukça etkilenmiş ve odadakilere şunları söylemiş: “Şu çocuğun sözlerindeki etkileyiciliğe bakın! Bunun sorularına karşılık verecek güç kuvvet yok bende. Hayret bu genç dehâya, hayret! Biz insaflı insanız, ne gerekiyorsa yapacağız.”

Halîfe Hişam hemen adamlarına emir vermiş: “Bu gelenlerin istediği şeyler hemen verilsin!”