KÜLTÜR AJANDA dergimizin sekizinci
yaşının ilk sayısından merhabalar efendim…
Dergiciliğe
gönül verenler bilir ki, bunca yılı geride bırakarak istikrarlı biçimde zor
şartlarla ve büyük emeklerle hayata süreli olarak iz bırakmak hiç kolay
değildir.
2013’ün
Ekim ayında ilk sayısını neşrettiğimiz Kültür Ajanda’mızın da her zahmetli, her
tutkulu, her ihlaslı iş gibi yazıladuran bir hikâyesi var.
Bu
satırları yazarken neşrettiğimiz 84 sayının kapağı, bir bir resmî geçit yapıyor
zihnimde. Yazarlarımızın akıllarından dikkatle, kalplerinden rikkatle süzülmüş
satırlarını bağlasak diyorum uç uca, kim bilir kaç kilometrelik bir yolculuk
geçer kayıtlara…
Bu
kadar uzun, bu kadar emek ve zaman isteyen gayretimize rağmen dergimizin ilk
sayısını neşretme heyecanımız sanki dün gibi…
Muhtemel
odur ki, sizin de başınıza gelmiştir; gayri ihtiyari kurduğunuz bir cümlenin
dua hükmüne geçişine, ettiğiniz bir duanın tez kabûlüne şahit olmuşsunuzdur.
Hani,
bir parça ütopya barındıran, şartlarınızı aşan, zaman ve mekân bağlamında biraz
muhayyel kalan arzularımız vardır. Ve hayat şartları gereği, fıtri
özelliklerimizle örtüşmeyen alanlarda meslekî olarak konumlandığımızda ruhumuz
daralır ve sesli yahut sessiz bir temenni taşar içimizden… Cümle olup dile
gelir. Ah, bir de bakarız ki, o temenni, beklenmedik bir zamanda gerçekleşivermiş.
İşte
benim de yazgıma Kültür Ajandalı yıllar yazılmadan önce böyle iç geçirişlerim
vardı. Hep aynı, hep mümkün olma ihtimali uzak temenniler şeklinde geçip
dururdu kalbimden.
Eğitim
kurumlarında örtümüzle çalışma hakkımız elimizden alındığı 28 Şubat dönemi
sonrasında ihracat yapan bir holdingin satın alma müdürlüğü teklif edilmişti.
Yaparsınız, demişlerdi…
Üç
aylık bir şirket içi eğitimden geçip görevi üstlendiğimde, dünyamda para ile
ilgili ne büyük kara delikler olduğundan bihaberdim. Hayatı kültürel kodlarla adımlama
gayretimden olsa gerek, henüz bilmiyordum 1 sentin çok değerli olduğunu…
Bir
ürünün pazarlığını yaparken esnafa kıyamayıp bir sentten vazgeçtiğim gün hissetmiştim
kapitalizmin prensiplerimiz üzerinde uyguladığı baskının ağırlığını.
“Sadece bir sent” demiştim. Yönetim
Kurulu Başkanı kükremişti: “O üründen 100
bin adet alacaksınız Nesrin Hanım!”
Olsundu…
Bir hamle daha yapmıştım. Kurumsal firmalarda aynı ürün reklâm maliyeti nedeni
ile daha pahalıydı, bu esnaf 20 çalışanlı atölyesinde gecesini gündüzüne katıp talep
ettiğimiz miktarı üretecekti, kalkınmasında payımız olacaktı, üstelik yeterince
kâr edemeyeceğini de hepimiz biliyorduk.
Hayli
büyük bir holding için bir sent bu kadar ehemmiyetliydi de küçücük bir firma
için neden ehemmiyetsizdi!? “Oo, batarız!”
demişti holdingin yöneticisi. “Oo”lar içimi üşütecek kadar çok ve uzundu. “Siz 100 bin adetle 1 senti çarpmıyorsunuz
anlaşılan!” demişti.
Çarpmıştım,
hem de iki kere... Hem 10 bin dolarlık bir kazanca çarpmıştım, hem 10 bin kere
vicdanıma…
Hemen
belirtmeliyim, ticaret ayıp ve günah değil, bilakis hak! Ancak fıtrî
kodlarınıza uygun değilse, melekeleriniz yetmiyorsa ve doğru ortamda
konumlanmamışsanız, ne kadar çok kazanırsanız kazanın, bulunduğunuz ortam ruhunuza
bir eza, varlığınıza büyük bir ceza olacaktır diye düşünüyorum.
Çocuk
dergilerinde başlayan yazma serüvenim ve fuayelerde yaşadığım sergi heyecanlarımdan,
eğitim kurumlarından sonra 1 sentin etkisi ve sair yaşadıklarımın yabancısı ve
acemisiydi ruhum. Ama işte… 1998 yılında, dindarları fişlemeyi iş edinenlerin,
kamuflajlı zihinlerin, postmodern postallıların, G3’lere şarjör süren ellerin
marifetiydi bu ahval. 2013 yılının Ekim ayına kadar da ayak sürüyecekti.
Bu
olay sonrasında daha kararlı geçiyordu kalbimden temennilerim: “Kelimeler ve renkler parayla çarpılıp kâr
marjı hesaplanmasa, çalışsam, üretsem ama ruhum köleleşmese, vereceğim her
emek, göstereceğim her gayret yaşamak tadında olsa ne güzel olurdu. Kazancı
mahremiyetim olacak, emeğim kapitalistçe değil mü’mince karşılık bulacak, haklı
haklarımı teslim ettiğimde ihanete uğramayacak insanlarla çalışsam, o iş,
ruhumu kalbime ve aklıma yabancılaştırmayacak bir mekânda olabilir miydi? Dürüst,
vicdanlı ve yine mü’mince ticarî ahlâka sahip yöneticim, ekip arkadaşlarım
olsa, bir sentin kavgasını değil hak ve hukuk esaslarıyla hep birlikte kaygısını
taşısak…”
Tam
da böyle oldu…Beklenmedik bir vakit Ankara’dan bir ses geldi… Ne ben, ne
sizler, ne ekip arkadaşlarım ve ne de dergimizin İmtiyaz Sahibi Yavuz Selim Bey
makbul olacak bir duanın eşiğinde durduğumuzu henüz bilmiyorduk.
Henüz
ortada bir dergi de yoktu. Ama olacaktı... Adı çoktan konmuştu. Bir başka
şehirde, bir başka birikime haiz, dergiciliği hobi gibi değil, profesyonelce yapan
ve sayılarını arttırmayı dileyen “Yavuz Selim” adlı bir kulun temennisi de
duaya dönüşecekti. Bir kültür dergisine ihtiyaç duyanların da…
Derginin
adı “Kültür Ajanda” olacaktı. İçinde kutlu kelimeleri ağırlayacak, her tonuyla
ışığın varlığını hatırlatan renkleriyle okuyucularına görsel şölen sunacak,
dikkate davetiye çıkaracak bir dergi olacaktı. Bizler zikreder gibi dizecektik
harfleri yan yana ve ruhumuzla, kalbimizle, aklımızla anlam yolculuğu yapacak,
kalem ehli dostlarımızla zenginleşecektik.
Ve
oldu... Bir yıllık etüt süresinden sonra Kültür Ajanda bundan 7 yıl önce hayata
gözlerini açtı. Hakk ve hukuk ortaklığımız olan, hani dedim ya mü’mince yol kat
eden, güvenen, aynı heyecan, aynı kaygı, aynı sancı ve aynı zahmete talip olup
bizlerle birlikte yorulan Yavuz Selim Bey(!), o gün hocam oldu.
Şairin,
“… Ağlamadan/ dillerim dolaşmadan/ yumruğum
çözülmeden gecenin karşısında/ şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı/ üzerime
yüreğimden başka muska takmadan/ konuşmak istiyorum…” dediği gibi
yazarlarımızla, okurlarımızla, ekip arkadaşlarımla Kültür Ajanda aracılığı ile
konuşuyorum. Çalışmıyor, yorulmuyor, yaşıyorum…
Yazgıma
“Ajanda Grup Ailesi”ni yazan, Kültür Ajanda dergisini bir armağan gibi nasip
buyuran Rabbime sınırsız şükrediyorum.
Teklifiyle,
güveniyle, bilmediklerimi öğretip verdiği emeğiyle, tatlı sert otoritesiyle,
rüzgâr olup esişiyle, ikramlıca, izzetlice ve dostça teknik ekibine rehberlik
yapan Yavuz Selim Hocama hürmetlerimi sunuyorum…
Ben
geldiğimde onlar vardı. İstişare Kurulu Üyelerimize, bana ev sahipliği yapan, ekip
arkadaşlarım Haber Ajanda Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Serhat Bıçak kardeşime, Görsel
Yönetmenimiz Aykut Koçoğlu kardeşime kalbî teşekkürlerimi sunuyorum. Dergilerimizin
her sayfasına döktükleri göz nuru ile övüncüm oluyorlar.
Yukarıda
da belirttiğim gibi, cümlelerini uç uca getirip bağlasak kilometrelerce yol
olacak, ihlasla, gayretle hakikat yolculuğunda yoldaşımız olan mümtaz
yazarlarımıza müteşekkirim. Her isim, her imza dergimiz ve şahsım adına
kıymettar bir servettir.
Ve
siz kıymetli okuyucularımız, bize ulaşan takdir ve tenkitlerinizle
güçleniyoruz. Ayları sizlerle birlikte deviriyor, yılları sizlerle ardımızda
bırakıyoruz. Sizlere daha iyiyi sunmak için gayretimize gayret ekliyoruz. İyi
ki varsınız, diyoruz…
Yavuz
Selim Hocamızı, kıymetli ekip arkadaşlarımı, mümtaz yazarlarımızı, sevgili
okurlarımızı kutluyor Kültür Ajanda’mıza nice sayılar ve yıllar diliyorum…
Hoşnut
kalınız efendim.