Kelime yansımadır

Suriyeli kardeşlerimiz için hiçbir zaman “yerinden yurdundan ayrılıp başka bir ülkeye yerleşmek için giden” mânâsına gelen “muhacir” kelimesini kullanmadık. İlk olarak “mülteci” dedik onlara, “bir yere veya kimseye sığınan” mânâsına gelen bir kelimeyi seçtik.

“MUHACİR” denildiğinde, aklınıza ilk kim veya kimler geliyor? Mekkeli müşriklerin yaptığı zulme daha fazla katlanamayıp Medîne’deki Müslüman ashabın davetini kabul ederek doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalan, Peygamber Efendimiz değil mi? Yahut ona gönül verdiği için dışlanan ve zorbalıklara uğrayan Hazreti Bilâl, Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Osman, Hazreti Ali ve onlar gibi nice sahabe efendilerimiz?

Peki, ya “mülteci” ve “sığınmacı” dediğimizde, aklınıza ilk kim veya kimler geliyor? Ülkelerindeki savaşa daha fazla dayanamayıp doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalan Suriyeli kardeşlerimiz ya da popüler tâbiriyle “Suriyeliler”… 

Geniş bir perspektiften baktığımızda Suriyeli kardeşlerimizin ve Mekke’den Medîne’ye göç eden Müslümanların durumlarında benzerlikler görürüz. Bir tarafta Müslümanlar ve müşrikler arasında olan sürtüşmeler, boykot, hak ile bâtıl konusunda bölünmüş Mekke halkı; diğer tarafta ise çatışmalar ve bombalamalar altında kalan, iç savaş nedeniyle bölünmüş Suriye halkı… İki tarafta da var olan; sonu gelmez zulüm, eziyet ve çile… İki taraf da onları karşılayacak ve kol kanat gerecek tek yere göç ettiler, hicret ettiler.

Peygamber Efendimiz “Talae’l-Bedru” ilâhisi söylenerek, ashabı ise gülücükler ve misafirperverlikle karşılandılar. Peygamber Efendimiz muhacirlerden doksan kişiyi Medîneli Müslümanlarla kardeş yaptı. “Mânâ kardeşliği” olarak devam eden bu kardeşlikle Medîne Müslümanları mal varlıklarını, evlerini, yemeklerini muhacir kardeşleriyle paylaştılar ve “ensar” oldular. Peki, biz ne olduk? “Ensar” olabildik mi? Maalesef, hayır!

Onlara karşı davranış şekillerimizi bir kenara bırakıp hitabımızı dahi düşünürsek, bu bize “ensar” olmanın ne kadar uzağında olduğumuzu gösterir.

İnsanın konuşma şekilleri ve kullandığı kelimeler, düşüncelerinin birer yansımasıdır. Biz Suriyeli kardeşlerimiz için hiçbir zaman “yerinden yurdundan ayrılıp başka bir ülkeye yerleşmek için giden” mânâsına gelen “muhacir” kelimesini kullanmadık. İlk olarak “mülteci” dedik onlara, “bir yere veya kimseye sığınan” mânâsına gelen bir kelimeyi seçtik. Sığınmalarını, bize muhtaç olduklarını, onlara baktığımızı davranışlarımızla ifade ederken, kullandığımız kelime ile daha çok hissettirdik. O kelimeyi kullandıkça davranışlarımız sertleşti.

Sonra öyle bir hâl aldı ki, “mülteci” kelimesi bile fazla gelmeye başladı. Çünkü onları mülteci olarak adlandırdığımızda barınma ve yaşadıkları ülkeye yerleşme, orada özgürce yaşama hakkı doğuyordu. Onun yerine direkt, hiçbir gocunma ve utanma göstermeden “sığınmacı” dedik. Davranışlarımız bu kelimeyle beraber daha çok sertleşti. Yüzlerine vurduk sığınmacı olduklarını, sığındıklarını, hakları olmadığını.

Hâlbuki Efendimiz ve ashabı da sığınmıştı ama Medîneli Müslümanlar onlara hiçbir zaman sert davranıp sığınmacı olduklarını hissettirmemişti. Ve bu kol kanat gerici duruşlarıyla, “Ensar dayanağımdır, sırdaşımdır” (Buhari, Menakıbu'l-Ensar 11) ve “Allah’a ve ahirete iman eden kimse ensara buğz etmesin” (Tirmizi, Menakıb, -3903-) şeklindeki hadîs-i şerifler ile övülmüşlerdi.

Bin 400 yıl önceki hicret etme nedeni ile günümüzde hicret etme nedeni arasında da pek bir fark yok. Zulüm yıllar geçse de aynı şekilde yakıyor insanların canını. İnsanlar kurtuluş için etraflarına bakınıyor ve bunun için arayışa çıkıyorlar. Rabbim ise karşılarına yalnızca “ensar” kadar övülmeyi hak edenleri çıkarıyor.

Enfâl, 74: “İman edip de hicret edenler, Allah yolunda cihad edenlerle onları bağırlarına basanlar ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır! Bağışlanma onlar için, büyük lütuf onlar içindir.”