
HAYDİ gelin Yaratıcı’yı, haydi gelin insanı tarif edelim, desem, kelimelerin gücü ve sayısı yeterli gelir mi sizce?
Yüreğinin tâ en dibinde yaşadığımız bir acıyı, bir mutluluğu, bir heyecanı, bir hissi tarif etmeye çalışsak, kaç kelime imdadımıza yetişir ki!?
Bu yazımda kelimelere çok yükleneceğim ama tabii ki onlarsız da olmaz. Kimi zaman can yoldaşımız, kimi zaman ödülümüz kimi zaman ise cezamızdır kelimeler…
İster okulda bir sınıf içinde iletişimde, ister iş yerinde, isterseniz de bir alışverişte olun, kelimeleriniz eksik, düzensiz ve iletmek istediğiniz mesaj için doğru seçilmemişler ise orada bir problem ortaya çıkar.
Doktor hastasını görmez; öğretmen öğrencisini, ebeveyn çocuğunu anlamaz; arkadaş, arkadaşını dinlemez… Suç kimde peki? Kelimeler eksik, kelimeler yetersiz, kelimeler tehlikeli, kelimeler yaz ve kış, sevgi ve nefret… İnsan kendini bilemezken ve kelimeler yetersiz kalırken söylediklerimizin ve yaptıklarımızın sorumluluğunu tam olarak nasıl almış oluyoruz ki?
Yapılacak çok fazla şey yok, bol bol okuyup yazacağız ve kendimizi daha doğru ifade edebilmek ve hayatı daha iyi anlayabilmek için okuma ve yazma işine her zamankinden daha fazla önem vereceğiz.
Özellikle bu zamanda psikolojimize çok dikkat edeceğiz. Modern hayat, insanı hem kendi iç dünyasından hem çevresinden koparmakta. Bu kopuşlar dikkate alınmadığında ve gerekli tedbirlerde yoksun kalındığında ciddi yan etkilere sebep olmakta. İç ve dış dünya arasında denge bozulmaya başladığında insanın içi daralır, rahatsız durumlar yaşar ya da sergiler. Bu süreç, uzun süreli olmaya başlarsa fiziksel rahatsızlıklara döner.
Bu aşamada kelimelerin önemi bir kez daha ortaya çıkar. Yanlış kelimelerle oluşmuş düşünceler bizi olumsuz yönde etkilerken, doğru zamanda doğru kişiden gelebilecek etkili kelimeler bizi ayağa kaldırabilir.
Kelimelerimiz düzeldikçe düşüncelerimiz, düşüncelerimiz iyileştikçe de davranışlarımız iyileşecektir
Burada şunu ifade etmek uygun olacak: İnsan olmanın çeşitli anlamları vardır. Bunların başında insanın hata yapabilecek ve yanlış davranış sergileyebilecek olması en önemlilerinden bence. Bu, şu açıdan çok önemli, maalesef dışarıya olan yargılarımız çok ağır.
İnsanları izlerken ve incelerken en ufak hata ve kusurlarını hiç kaçırmıyoruz. Sonra bu izlenimlerimizi dinimizce büyük günahlar arasında yer alan dedikodu ve iftira malzemesi olarak kullanmak suretiyle önce kendimize sonra ilgili şahsa yönelik olarak ciddi zararlar verebiliyoruz.
Kullandığımız kelimeleri seçerken biraz daha dikkatli olabiliriz. Başta kendi adıma konuşuyorum tabii ki, muhtemelen eleştirdiğimiz insanlardaki davranışların çoğunu kendimiz de sergiliyoruz. Bu anlamda kullandığımız kelimelerin bir silah olduğunu ve ateşlediğimizde dönüp dolaşıp en sonunda bizi vuracağının bilincinde olmalıyız. Evrene ve yaşama her an bir tohum ekmekteyiz, farkında olalım ya da olmayalım, bir yandan da ektiklerimizi biçiyoruz. Bu noktada böyle bir sürecin farkına varmak ve acilen ilk iş olarak kullandığımız kelimeleri iyileştirmemiz gerekiyor. Kelimelerimiz düzeldikçe düşüncelerimiz, düşüncelerimiz iyileştikçe de davranışlarımız iyileşecektir.
Kelimelerle ilgili diğer bir sıkıntı ise yazı çalışmalarında ortaya çıkıyor. Ne tür bir yazı olursa olsun doğru kelimeler ile doğru cümle sıralamasını uzun süre sağlıklı olarak ilerletmek mümkün olamıyor. Yazma işlemi de diğer sanat veya meslekler gibi emek istiyor, ustalık istiyor, sabır ve zaman istiyor. Yazma eyleminde mezuniyet yok. Ustalıkta ve çıraklıkta sınır yok, kelimelerle yapılabileceklerin sonu olmadığı gibi bu yolda ilerlemenin de sonu yok.
Kişiye, konuya, yere, çevreye ve daha nice şartlara göre kelimelerin işçiliği çok fazla çeşitlilik içerebiliyor. Bu alan, benim en sevdiğim alan. İlham denen olgu ise burada beni en etkileyen kısmı. Araştırmaya dayalı belli bir konu üzerine yapılan çalışmalardan farklı olarak çeşitli edebî türlerde ilhama dayalı eserler doğallıkları ve gizemleri ile insanları kendine daha çok çekmekte. İlham kelime olarak, genellikle bir kimsenin içine doğan ve yaratıcılık veya buluş getiren düşünce anlamında kullanılır. Arapça kökenli bir kelime olan "ilham", "esin" ya da "yüreğe düşen" gibi mânâlara gelir. İlham, aynı zamanda bir kişiye Tanrı tarafından birdenbire verilen düşünce veya his olarak da tanımlanır. Kendi ilham tanımım ise, kişinin iç dünyasının yokluk ve varlık arasında kanal olabilecek özellikleri sağlamasıdır.
Yeni bir yazıya başladığımda ilk olarak başlığı yazarım, yazı için uygun ortamı, zamanı ve malzemeyi hazırladıktan sonra çevremden ve benliğimden koparak sessizliği duymaya ve hissetmeye bırakırım kendimi. Toprağa ne tohum bırakırsanız ona göre bir bitki çıkar. Aynı şekilde başlığı bilincinizde tutup geriye yaslandığınızda bir süre sonra filizlendiğine şahit olursunuz. Yokluktan kelimeler düşmeye başlar. Bazen anlamaz, bazen şaşırır, bazense sadece yazarsınız. Çok zevkli bir şeydir bu. Yokluğun varlığa yazılışında kalemsiniz, düşünebiliyor musunuz?
Kalem olmak güzel, yokluktan varlığa yağan kar tanesi kelimelere şahit olmak harika bir duygu, lakin bir noktada kelime sıkıntısı en derinden kendini hissettirmeye başlıyor. Bir içindeki hislere bir de o hislere karşılık gelmeye çalışan kelimelere bakıyorsun, tam denk gelmiyor. Sadece işaret edebiliyor, kavraması ve kapsaması mümkün değil. Diğer yandan kendi içinde tam karşılığını bulamayan kelimeler bir başkasına iletilmeye çalışıldığında karşı tarafta neye dönüşeceğini hiç bilemiyoruz. Olumlu sözcükler için risk çok fazla olmasa da yeri, zamanı ve kişiye göre her kelime tehlikeli riskler taşıyabiliyor.
Dileğim, her alanda farkındalık kazanılması, farkındalığı yüksek yetkin kişilerin her alanda gelişimi başlatması, bizi sanal esaretten kurtarması ve doğa ile, iç dünyamız ile insanlık ile barışık ve uyum içinde bir hayatı inşâ etmesidir…
Kelimeleri çoğaltmak için okumak yetmez, kelimelerin ruhunu da doldurmak gerek
Kelime işçiliği önemli bir nokta. Bilinçli bir eylem olmayan her durum bizi yavaşlatır, geriletir ve dünü yaşatır. Konuşmalarımızın büyük bir bölümü hazır üretimdir yani kişilik yapımız ve beyin içine depolanmış bize ait verilerin mikrofon başına geçip daha önceden kullandığımız ve değiştirilmesi yönünde herhangi bir çabamız olmadığı için kalıplaşmış olarak kullanılmaya devam edilen bir ses kaydıdır. Mevcut durumumuzu fark edip geliştirmek için adım atabilirsek işte o zaman kabımız genişlemeye başlar.
Evet kelimeler hiçbir zaman yeterli gelmeyecek ama yüz kelime ile iletişim kurmak ile bin kelime iletişim kurmak arasında dünyalar kadar fark vardır. Bu cihetle bol bol okuyacağız, farkındalık anlarını çoğaltacağız, fiziksel ve zihinsel gelişimimize önem verip çeşitli alternatiflerde gelişim göstermeye çalışacağız. Kelimeleri çoğaltmak için okumak yetmez, kelimelerin ruhunu da doldurmak gerek. Örneğin bir ağaç tasviri yapacağız veya okuduk ve bunun üzerine düşüneceğiz. Burada eyleme geçmek mesafeyi oldukça kısaltacaktır. Bir park olur, ormanlık alan olur, imkân yoksa apartman önündeki o tek çam ağacı olur, ona yaklaşmak, seyretmek, farklı şeyler görmeye ve hissetmeye çalışmak ağaç kelimesinin içine oldukça geniş kapsamlı bir dünyanın yerleşmesine yardımcı olacaktır.
Buradan hareketle ağaç konulu iki ayrı paragraf yazalım. Birisi normal ve sınırlı kelimelerle yapılmış bir ağaç tanımı ve düşüncesi olsun, diğeri ise işin içine ruhun ve tanışıklığın katıldığı bir çalışma olsun. Haydi başlayalım o hâlde.
“Ağaçlar oksijen kaynağıdır. Bazıları meyveleri ile de fayda verir. Ormanlık alan azalırsa yağış az olur. Yeşile bakmak gözlere iyi gelir. Ormanlık alanlarda piknik güzel oluyor. Ağaçlar evimizde eşya da olabiliyor, elimizde kalem de. Doğayı sevelim, yeşili koruyalım…”
“Yemyeşil bir dünya, herkes birlikte nefes alıp veriyor, beraber yiyip içiyorlar. Ağaç insana, insan ağaca yaslanıyor. Toprağın altında mikro organizmasal bir dünya, üstünde makro bir âlem yaşama birlikte kucak açıyor. Birlikte neler başarmıyorlar ki, iklim dengesinden tutun da, psikolojiye olan şifasına kadar adeta yaşamın kan ve can damarı ağaçlar ve bitki dünyası. Bir ağaca yaslandığımda yaşamın o tatlı serinliğini hissedebiliyorum. Yazın yemyeşil, kışın bembeyaz ağaçlar bazen bir ressamın elinde tabloya, bazen bir çocuk için salıncağa dönüşüyor. Meyve ikram ediyor, gölge sunuyor bazense bir eve dönüşerek yuva oluyor. Emin olduğum bir şey var ise de ağaçlar hakkında ne bilirsek bilelim onlar hep bildiğimizden daha fazlası olacaklar.”
Varın gelin siz değerlendirin bu iki dünyayı. Sadece ağaçlar için hissettiğim o kadar şey var ki ama işte harf denen işaretler ve kelime denen yapılar yeterli gelmiyor. Bu ancak konuşmadan kalpten kalbe bir köprü kurup aktarılabilecek bir şey. Yine de şu an yapabileceğimiz en iyi şey kelimeleri çoğaltmak ve onları yaşayarak hissetmek. Çok okuyalım, çok yazalım ve güzel olan şeyleri çoğaltalım sevgili dostlar.
Sosyal medyanın kullanım türüne göre faydalı olduğu alanlar var. Bunlardan birisi de dilimize hâkim ve bu konudaki hatalarımızı düzeltme amaçlı videolar yapan hocalarımıza ait içeriklerdir. Buralarda edindiğim izlenime göre dilimizin zenginliğini toplumsal olarak kullanamamak bir yana, kullandığımız kelimelerinde bir kısmını doğru telaffuz edemiyor, yazamıyor ya da anlamının dışında bir yerde kullanıyoruz.
Hayatın her alanı emek ve ilgi istiyor. Bu ister yemek pişirmek olsun ister temizlik, ister fizik ve matematik olsun, isterseniz de dilimizi doğru kullanmak olsun, yaşamı araştırmak, öğrenmek ve geliştirmek gerekiyor. Yoksa diğer türlü var oluş otomatik pilotta ilerleyen kendinden habersiz bir araca dönüşüyor. Direksiyonu sıkıca kavramak, net bir rota belirlemek ve sürüş becerisini geliştirmemiz gerekiyor.
Kelimeler, ah bu kelimeler! Çok uzun zamandır bana acı çektiriyorlar. İşte hemen önümdeler, öylece bana bakıyorlar. Hani herkesin takip ettiği yazarlar vardır ve bir kitap çıkardığı an tanıtıma gerek duymadan kitapları kapış kapış gider. Bir de tarihe adını yazdırmış ünlü yazarlar vardır ki aradan kaç yüzyıl geçmiş fark etmiyor, her nesil rahatlıkla okuyabiliyor ve beğeniyor.
Teknoloji ve sanal dünyanın diğer adı: Dünyaya yakın, kendine uzak
İşte önümde o yazarlara ait birçok kitap var ve işte onların kelimeleri işte benim heybemdeki kelimeler birbirine bakıyor. Çok fazla yabancı yok aralarında ama ne yapsam o büyüyü, o etkiyi ve o ustalığı yansıtacak birleştirmeleri sağlayamıyorum. Çok okumak gerek diyorlar tamam, çok yazmak gerek diyorlar e o da tamam, farklı uğraşlar ve farklı düşünceler de deniyorum ama yok yok belli bir sınırın üstüne çıkamıyorum. Demek ki yazmak ve okumak zirve için yeterli olmuyor illâ bu yolun delisi ya da velisi olmak gerekiyor. Denemeye devam, tekrar tekrar kelimelerle kavga etmeye devam. Hani başka da çare yok, insan bir kere bir yola girip oranın tadını almaya görsün, çilesine de keyfine de razı olur ama vazgeçmek yoktur artık kitabında.
Kelimeler acı çektiriyor ama tabir yerinde olsun olmasın, bu bir aşk acısı. Elinizdeki bin tane kelime olduğunu düşünün, bu kelimelerle yapacaklarınızın sınırı yok. Yakabilir, yıkabilir, kendinden geçirebilir, zengin de eder fakir de, vezir de eder rezil de. Sırf yazarak, sırf konuşarak yani sadece kelimeleri ile zengin ve ünlü olan birçok insan var. İyi ya sendeki ve bendeki kelimelerle ne yapacağız ki onlar kadar başarılı olabilelim?
Örneği çok ama bana denk gelen birkaç söz işçiliği örneği paylaşarak yazıma devam etmek istiyorum.
“Her bildiğini söyleme, her söylediğini bil.” – Clavdius, “Büyük şeyler küçük şeylerin bir araya gelmesidir.” Van Gogh, “Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur.” Yunus Emre, “Engelsiz bir yol bulursanız, muhtemelen hiçbir yere gitmez.” Frank A. Clark, “Hayat bir bisiklete binmek gibidir. Dengenizi korumak için hareket etmeye devam etmelisiniz.” Albert Einstein, “Rüyalarını gerçekleştirmek istiyorsan uyanmalısın.”Kierkegaard, “İnsan için derinleşmek, yükselmekten önce gelir.” Anooshirvan Miandji, “Birçok kitap insanın kendi kalesinin içindeki bilinmeyen odaların anahtarları gibidir.”Franz Kafka, “Kişinin hayatı düşünün rengine boyanmıştır.” Nazan Bekiroğlu…
Sözün sonu yok dostlar. Burada dikkati çekmek istediğim nokta, kelimelerimize sahip çıkmak. Onlarla farklı şeyler yapalım. Hep başkaları konuşmasın. Zamanında bir akademisyenin iletişim konulu eğitimine katılmıştım. Sözü etkili söylüyordu, güzel sözler konuşuyordu ve beden dili ile bizleri adeta esir almıştı. Tesiri yüksek olmuştu ama eğitimden bir zaman sonra aklıma bir şey geldi. İletişim denen şey iki taraf arasında olmaz mı? Evet aralarda bizlere sorular sorulmuştu ama oradaki kimse gerçek bir konuşma deneyimi ya da topluluğun karşısına geçip kendini ifade etme deneyimi gerçekleştiremedi. Kısaca iletişim güzelliğinden ve öneminden bahsedildi lakin pek yaşatılamadı. Toplumsal olarak en çok da uygulamada sorun yaşıyoruz.
Okullar sürekli sınav ve anlatıma dayalı, uygulamalı eğitimde gün geçtikçe artıyor ama çok yavaş ve yetersiz düzeyde. Kim bilir kaç nesil dünya kadar matematik, Türkçe, fizik, biyoloji, yabancı dil, hayat bilgisi vb. ders aldı ama gerçek hayatta hiçbir işine yaramadı. İnsanı birden hayatın ağır çarkları arasına öyle bir bırakıyorlar ki ne olduğunu anlayamadan un ufak oluyorsunuz ve boynunuz bükük dolaşıyorsunuz. Ömür boyu bu tarz okullara gitsem ne değişecek ki, topluluk karşısında, bir televizyon kanalında, bir mülakatta bile güzel ve etkili bir konuşma yapamıyorsam, etrafıma ışık saçmam gerekirken kendi yolum karanlıksa, elimdeki kelimeler kırık dökükse ve ben kendimi çok yalnız hissediyorsam, herhangi bir alanda uzmanlaşma imkânı verilmemişse bu okullar ne içindir Allah aşkına!?
Size bir sorum var: Aile okulu, eğitim okulu, iş okulu ve hayat okulu bizi doğru şekilde yetiştirip desteklemez ve yönlendirmezse biz insan olmanın, kendimizle ve hayatla başa çıkabilmenin yollarını öğrenememiş olmuyor muyuz? Kimse içimizi imar etmemişse biz neyi nasıl yaşadığımızı ve neler yapmamız gerektiğini sağlıklı bir şekilde nasıl bilebileceğiz, bunun sorumluluğu kimde?
Zira ben, ne kendim ne hayat hakkında doğru dürüst bir bilgiye sahip değilim. Elimdeki kelimeleri yıllardır evirip çeviriyor ve elime geçen kitapları okuyup anlamaya çalışıyorum. Lakin şu ana kadar net bir fikre ulaşabilmiş değilim. Kızgınım, önce kendime, sonra idarecilere. Bu kadar zaman dışardan yardım beklediğim için kendime çok kızgınım, diğer yandan idarecilerin insanı asla görmemeleri onun yerine insanla ilgili olan şeylerle oyalanıp durmalarına kızgınım.
Bakın, idarecilerin ve eğitimcilerin kelimelerine bakın. Kitaplara bakın, yüzlerce yıl önce yazılmış kitaplarda mı daha zengin ifadeler var yoksa günümüzde mi? Demek ki medeniyetin görüntüde, teknolojide ve kıyafet gibi unsurlarda ilerlemesi yeterli olmuyor. Ayda bir mektupla birkaç sayfa ile iletilen o güzel metinlerin yerini her an iletişim kurabileceğiniz cihazlar almışken atılan mesajlardaki kelime sıkıntısı birçok şeyin özeti gibi… Gençlerin ve çocukların kelimeleri her geçen gün azalıyor ve basitleşiyor. Ne derseniz deyin, birkaç kelime ile bütün sorularınızı cevaplayabiliyorlar. Acaba insan neden dışarıyı imara bu kadar kafayı takmışken içine bu kadar sağır davranır ki? Gerçekten bazı güçler mi insanın kendini bulmasına ve geliştirmesine müsaade etmiyor, ne dersiniz!?
Uyuşturulduk mu, uyutulduk mu, nedir bizi köklerimizden, dilimizden, sanattan ve gelişime ve güzel olana dair yürüyüşten uzaklaştıran? Cebimize yuva yapmış bu teknoloji bizi nereye çekiyor? Teknoloji ve sanal dünyanın diğer adı: Dünyaya yakın, kendine uzak…
Dileğim, her alanda farkındalık kazanılması, farkındalığı yüksek yetkin kişilerin her alanda gelişimi başlatması, bizi sanal esaretten kurtarması ve doğa ile, iç dünyamız ile insanlık ile barışık ve uyum içinde bir hayatı inşâ etmesidir…