
“KEÇİBOYNUZU,
baklagiller familyasından Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz havzasında yetişen 6-10
metre boyunda, kışın yaprak dökmeyen bir ağaç ve onun meyvesidir. Yaprakları
oval şekilde, kenarları düz, açık yeşil renkte, ortada ana damar ve ondan sağlı
solu ayrılan yan damarlar mevcûttur. Yaprakları 4-5 santimetre büyüklüğünde,
parlak, alt yüzeyi kırmızımsı esmer renkte ve çok kısa saplıdır. Çiçekleri
yeşilimtıraktır. Meyvesi (keçiboynuzu); 10-20 santimetre boyunda, yassı, etli,
açılmayan ve koyu renklidir.
Vatanı Doğu Akdeniz ülkeleri olup, buradan
önce Hindistan, Brezilya, Arjantin, Avusturalya, ABD, Doğu ve Güney Afrika
ülkelerinde yetiştirilmeye başlanmıştır. Türkiye’nin ise Akdeniz ve Ege
bölgesinin sahil şeridinde yabânî olarak yetişir.
İngilizcesi
her ne kadar ‘carob’ ise de, genelde ‘St. Johns Bread’ olarak bilinir.
Almancası da ‘Johannisbrot’ dur. Her iki lîsanda da ‘Yakup Peygamber’in ekmeği’ anlamına gelir. Yakup Peygamber’in çölde ekmek
yerine tükettiği bir meyvedir. Yaklaşık beş binyıldan beri bilinen bir meyvedir.
Birkaç yüzyıl öncesine kadar yapılan tatlılarda ağırlıklı olarak harnup
kullanılırdı veya şeker yerine yenilirdi. Günümüzde beyaz şeker üretiminin
başlamasıyla bu kültür ve sağlıklı beslenme yapısı yok olmuştur.
1930’lu
yıllarda İspanya’daki savaş esnasında çocukların sağlıklarını
koruyabilmelerinde keçiboynuzu tüketiminin önemi çok büyük olmuştur. İkinci
Dünya Savaşı’nda Almanların işgali sırasında Yunanistan adalarında yaşayan halk,
açlık tehlikesini keçiboynuzu sayesinde aşmıştır.
Keçiboynuzu
(harnup) ağacı, ilk on beş yıl hiç meyve vermeyen bir ağaçtır. Yetişkin bir
ağaç, 1 tona kadar meyve verebilmektedir. Keçiboynuzunun içerdiği çekirdeklerin
her biri 0,2 gram gelir. Bu çekirdeklerin ebatlarına bakılmaksızın her biri
aynı ağırlıktadır. Yani tek bir harnup çekirdeği, ‘0,2 gram’ ağırlığındadır. ‘Bu
ağırlık neden bu kadar mühim?’ diye soracak olursanız, cevabı eski çağlara
kadar dayanır.
Antik Çağ’da
ve daha öncesinde altın ve kıymetli taşları hassas olarak tartabilmek için
keçiboynuzunun çekirdekleri kullanılmıştır. Günümüzde de 0,2 gramın karşılığı ‘1
karat’ olarak kullanılmaktadır. Kıymetli taş veya metal satanların
kullandıkları ‘karat’ birimi buradan gelmektedir. ‘Karat’ kelimesi,
keçiboynuzunun (harnup) Lâtince adı olan ‘ceratonia’ ifadesinden türetilmiştir.
Beş tane keçiboynuzu çekirdeği, 1 gram ağırlığındadır.
Unutulan
keçiboynuzu
Yıllar
içerisinde insanlar harnubun beslenmedeki önemini unuttular. Hâlbuki harnup, kakaonun yerine
kullanılabilen en mükemmel çözüm olmuştur. Kakaoda bulunan kafenoidleri
içermez. Örneğin, keçiboynuzunda theobromin yoktur. Kakaoda yüksek miktarda
bulunan yağ, harnupta sadece yüzde 1 oranındadır. Kakaoda bulunan birkaç tane
etkin madde, migreni tetikleme özelliğine sahiptir. Harnup için bu durum söz
konusu değildir.
Faydaları
da şunlardır: Migren şikâyeti olanlar genelde çikolataya karşı açlık duymaya
başladıklarında migren ağrılarının başlama devresine girmişler demektir.
Unutmayınız ki, çikolatanın temel maddesi kakaodur. Harnup, kakaoya karşı
alerjisi olanlara ideal bir alternatif çözüm getirmektedir. Eğer kakaoya karşı
alerjiniz varsa, keçiboynuzunu rahatlıkla tercih edebilirsiniz. Unutmayınız ki,
kakao, vücûdumuzda alerjiye neden olan antikor üretimine sebep olmaktadır. Bu
nedenle alerjiye yatkınlığı olanların veya alerjik reaksiyonları olanların
kakao tüketiminde ölçülü olmalarını tavsiye ederim.
Özellikle
okul çağındaki çocukların severek tükettikleri kakaolu süt ve ürünlerinde
dikkatli olunuz. Eğer çocuğunuzda alerjik şikâyetler varsa ve alerjiye bağlı
diğer rahatsızlıklar söz konusuysa (örneğin astım gibi), kakaolu besinlere karşı
ölçülü olmakta büyük fayda vardır. Kakaoya karşı alerjisi olan (alerji tipi-IgE)
çocuklar için keçiboynuzu mükemmel bir alternatiftir. Keçiboynuzunun kakao
karşısındaki diğer avantajı da oksalik
asit içermemesidir.
Ayrıca, çocukların
ve yetişkinlerin ishallerinin durdurulmasında keçiboynuzu ideal bir
destekleyicidir. Keçiboynuzunun içeriğindeki lignin ve pectin miktarları öyle
ilginç bir dengeyle kuruludur ki mesleği gereği veya çalışma ortamlarından
dolayı ağır-metal ya da radyoaktif madde alımına maruz kalanların veya ağır
sanayi bölgesinde yaşayanların keçiboynuzu tüketimine mutlaka önem vermeleri
gerekmektedir. Çünkü keçiboynuzu, vücûttan ağır metallerin atılmasında oldukça
etkilidir.
Batı Akdeniz
bölgesinde kısaca ‘boynuz’ da denilmektedir bu meyveye. Keçiboynuzunun en büyük
özelliği, nefes darlığına karşı
oldukça etkili olmasıdır. Keçiboynuzunun nefes darlığına karşı etkili olan
etkin maddesi, hemen hemen başka hiçbir bitkide bulunmamaktadır. Bu etkin madde,
aynı zamanda bazı alerjik astım
rahatsızlıklarında öyle etkilidir ki kullanmaya başladıktan hemen sonra sonuç
almak mümkün olabilmektedir.
Ayrıca,
alerjinin neden olduğu nefes darlığı problemlerinde büyük bir başarıyla
uygulanabilir. Akciğer ödemine karşı
keçiboynuzunun desteği bulunmaz bir imkândır. Akciğerlerde oluşan ödeme karşı
spesifik olarak etkilidir. Balgam
söktürücü ve astıma karşı tedavi edici gücü çok fazladır.
Sigara
içenler keçiboynuzu kürüne başladıktan birkaç gün sonra nasıl balgam
çıkardıklarını hayretle gözleyebileceklerdir. Keçiboynuzunun, insanlığın
korkulu rüyası olan akciğer kanserini
önlediği görülmüştür. Evet, keçiboynuzu, akciğer kanserini önleyen
mükemmel bir meyvedir. Ancak akciğer kanserine yakalanmış olanlar için tedavi
etme gücü çok zayıftır.
Keçiboynuzu
aynı zamanda hareketli sperm sayısını arttıran özelliğe de sahiptir. Aktif
sperm sayısı az olan ve az sperm sayısından dolayı çocuğu olmama riski yüksek
baba adaylarının kullanmasında çok büyük fayda vardır. Kısaca, sperm sayısı az
olanlar için ideal bir bitkisel çözümdür.
İktidarsızlığa
karşı âdeta mucize çözümdür keçiboynuzu. İktidarsızlığı tedavi ederek uzun bir
zaman dilimi içerisinde kalıcı çözüm getirmektedir. Dönem dönem uygulanacak
kürle de iktidarsızlığı ortadan kaldırabilmektedir. Bu kür, iktidarsızlık çeken
erkeklerin hiç çekinmeden kullanabilecekleri bir kürdür. Herhangi bir yan
tesiri olmayan bu uygulama, ideal bir yardımcıdır.
Etkin
maddelerin vücûdumuzda depolandıktan sonra etkilerini göstermeye başlamaları,
hemen hemen bütün bitkisel kürler için geçerlidir. Kürün uygulanması esnasında
etkin maddelerin önce vücûdumuzda depolanması gerektiğinden, genel olarak tüm
bitkisel kürlerin sonuca ulaşması (etki edebilmesi) zaman almaktadır. Bu
nedenle bitkisel kürleri uygularken sabırlı olmak gerekir.
Keçiboynuzu
kürünü uygulamaya karar verirseniz ya da keçiboynuzunu çiğneyerek tüketirseniz,
kan şekerinizin yükselmeyeceğini biliniz. Şeker hastalarının birçoğu,
keçiboynuzunun kan şekerlerini yükselteceğini düşünürler; hâlbuki bu, yanlış
bir düşüncedir. Kan şekerini yükselten, keçiboynuzunun pekmezidir. Bu nedenle
şeker hastalarının keçiboynuzu pekmezini tüketirken dikkatli olmaları ve
hekimlerine danışmaları gerekir.
Çok
sık karşılaşılan bir soru da şudur: ‘Keçiboynuzu
fruktoz, glikoz ve sakaroz gibi şeker çeşitlerini bol miktarda içerdiği hâlde,
çiğ olarak tüketildiğinde veya haşlama suyu içildiğinde nasıl oluyor da kan
şekerini yükseltmiyor?’ Bu sorunun cevabı, keçiboynuzunun aynı zamanda
şeker dengeleyici etkin maddelere sahip olmasında yatmaktadır. Keçiboynuzu
pekmezi hazırlanırken, şeker dengeleyici bu etkin maddeler büyük oranda yok
olduğundan, pekmez, kan şekerini yükseltmektedir.
İyi
huylu prostat büyümesi (benigne prostate hyperplazy) şikâyeti olanların zaman
zaman keçiboynuzunu çiğ olarak tüketmeleri çok faydalıdır. Çünkü keçiboynuzu,
iyi huylu prostat büyümesine neden olduğu bilinen 5-alpha-reductase enziminin aktivitesini düşüren (inhibe eden) beş
tane etkin maddeye sahiptir.”1
Keçiboynuzunun
içeriği
Uzmanlar,
keçiboynuzunun enerji değeri yüksek bir gıda olduğunu belirtirken, potasyum ve
kalsiyum içermesi sebebiyle çocukların zekâ ve kemik gelişimine katkıda bulunduğunu
da vurguluyor. 1 kilogram pekmezde 8 bin 69 miligram potasyum; 698 miligram
kalsiyum; 565 miligram fosfor; 147 miligram sodyum; 383 miligram magnezyum;
35,4 miligram demir; 2,4 miligram bakır; 3,2 miligram çinko ve 3,9 miligram
mangan bulunur. Kalsiyum bakımından çok zengindir (sütün 3 katı).
İçindeki E
vitamini sayesinde öksürük, grip, kemik erimesi ve kansızlık durumlarında vücûda
yardımcıdır. Balgam söktürmeye, göğsü yumuşatmaya, bronşları açmada etkilidir.
Mide ve bağırsak gazlarını dışarı atarak mide şişkinliğini giderir. Bağırsak
kurdu, tenya, solucan gibi bağırsak parazitlerini temizler, mideye kuvvet
verir. Yüksek mineral ve vitamin içeriği ile diş ve diş etleri üzerinde çok
olumlu etkileri bulunur. Yüksek tabiî şekerler, zengin mineraller (özellikle
çinko) ve vitamin (A, B, B2, B3, D) içeriği dolayısıyla doğal güç ve besin
kaynağıdır. Yüksek sodyum ve potasyum içeriği sayesinde tansiyon, karaciğer ve
akciğer rahatsızlıklarında vücûda yardımcı olur. Kandaki zehirli maddeleri
temizler. Kalp rahatsızlıklarında tabiî destekleyici bir üründür.
Uzmanlara
göre keçiboynuzu, tabiî bir dopingdir. Keçiboynuzunun herhangi bir yan tesiri
bulunmuyor. Dengeli ve sağlıklı beslenme için herkes kullanabilir.
Keçiboynuzunda kolestrol bulunmaması da ayrı bir avantajdır. Kolestrol ve total kolestrolü düşürmeye yardımcı
olduğundan, hiperlipideminin azalmasını sağlayan keçiboynuzunun, kanı temizleme
özelliği olduğu ve damar tıkanıklığı riskini azalttığı gözlenmiştir.
Sağlığa yararlı bitkilerden
keçiboynuzunun içeriğinde bulunan çözünmez posa, bağırsak ve sindirim sistemine
de olumlu etkiler sağlıyor. Vücûttaki suyun tutulmasını sağlayarak bağırsak
içinde besinlerin hareketini etmesine yardımcı olan keçiboynuzu, sindirilemez
bir özelliği olması nedeniyle bağırsakların süpürgesi görevini görüyor, dışkıya
yumuşaklık ve hacim kazandırarak kabızlığı önlüyor. Sütün üç katı
kalsiyum içerdiği için kemik erimesine karşı da faydası vardır.
Keçiboynuzu
ile ilgili ilginç bir rivâyet ise şöyledir: Lokman Hekim, günlerden birinde,
Anadolu’nun güneyindeki insanların dertleriyle ilgilenmek üzere yola çıkar.
Toros dağlarından aşağıya inip Akdeniz’e doğru ilerlerken limon ağaçlarını
görür. Orada yaşayan insanların daha sağlıklı olabileceğini düşünerek
ilerlerken, yolunun sağının solunun keçiboynuzu ağaçlarıyla örtülü olduğunu
görür. Orada durup yanındakilere, “Buranın insanlarının bana ihtiyacı olmaz”
deyip geri döner. Bu rivâyet de bizlere, keçiboynuzunun sağlığa faydaları
konusunda ipucu vermektedir.
Kısırlığın ülkemizde yüzde 20’lere dayandığı bir dönemde, kısırlığın en güzel çârelerinden olan keçiboynuzuna ayrı bir önem verilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Keçiboynuzu
üretimi hakkında şüphe!
Gelelim
bu yazıyı yazmamızın sebebine…
Bundan
yedi ya da sekiz yıl önce, Antalya’daki bir dostumdan keçiboynuzu istemiştim. O
zaman ucuzdu. Beş çuval keçiboynuzu bulup gönderdi; hem biz, hem komşularımız
bolca yedik. Hâsılıkelâm, o dönem bahçesinden getirttiğimiz keçiboynuzunun hâlâ
tadı damağımızda!
Keçiboynuzunun
şekli, rengi, tadı, lezzeti ve kokusu ile ilgili bütün ayrıntılar ayne’l-yakîn
yaşadığımız için, hâfızamızdaki tazeliğini bugün gibi koruyor. Elime bir keçiboynuzu
meyvesi aldığımda, mihenk taşına vurmuş gibi, fark, bâriz bir şekilde ortaya
çıkıyor. Antalya’da bahçesi olan vatandaştan getirttiğimiz keçiboynuzunu üreten
vatandaşımız Hakk’ın rahmetine kavuşunca, bir daha keçiboynuzu getirtme
imkânımız olmadı. Daha sonra Ankara’dan temin etmeye denedimse de o
keçiboynuzunun tadını, kokusunu ve lezzetini bir daha bulamadım.
Keçiboynuzu
meyvesi alırken dikkat edilmesi gereken hususlar şunlar:
Öncelikle keçiboynuzu, birkaç ay geçince iyice
kurur ve sertleşir. Piyasada satılan keçiboynuzları, ne hikmetse 12 ay 4 mevsim
yumuşak kalıyor. Keçiboynuzunun kokusu, insanı rahatsız etmeyen güzel bir
kokudur ve keskin değildir. Kurudukça kokusunu pek alamazsınız. Piyasadaki
keçiboynuzlarında ağır bir koku var ve bu koku durdukça daha da ağırlaşıyor,
keskinleşip tahammül edilemez bir hâle geliyor. Oda sıcaklığında bıraktığınızda
ise kokusu çok daha vahim bir hâl alıyor.
Keçiboynuzunun
dışı koyu kahverengi, iç kısmı ise sütlü kahve gibi kirli beyaz, açık kahve bir
renktedir. Ve hiçbir zaman dışının koyu kahverengi, iç kısmına bulaşmaz, karışmaz.
Nasıl ki karpuzun dışı yeşil de iç kısmı beyaz ve yenen kısmı da kırmızı ise
öyle… Ancak piyasadaki keçiboynuzlarının neredeyse içi siyaha yakın koyu
kahverengi dışının rengi, içine de karışmış. Kırdığınız zaman içi ile dışının
rengi birbirinden ayırt edilemeyecek şekilde ve her kırdığınız keçiboynuzunun
rengi ise birbirinden çok farklı renkte.
Bir
de piyasada satılan keçiboynuzlarının üstü cilâlanmış gibi… Bahçeden
koparılanın üzeri mat olur. Tespit edebildiğim kadarıyla bir diğer özelliği ise,
bombeli kısımlarında “keçiboynuzunun balı” dediğimiz kısım… Bu da önceleri
güzel bir kıvamda çok kurudukça kristalleşen yapıda… İlk zamanlarda hafifçe
uzayan bir baldan bahsediyoruz. Aroması ve kıvamı çok güzeldir. Piyasadaki
keçiboynuzlarına bakarsak bu ballı kısmı hiçbirinde bulamıyorsunuz.
Belki
benim fark edemediğim başka farklı özellikleri de vardır ama bahçeden toplanan
keçiboynuzu meyvesi ile piyasadan satın aldığınız keçiboynuzu meyvesi arasında
dağlar kadar fark var. Biri tadı, kokusu, lezzeti ve rengi ile çok özel ve çok güzelken,
diğeri ise perişan olmuş ucûbe (garabet) bir meyve. Bu da piyasada satılan keçiboynuzlarına
bir işlem uygulandığı izleniminin oluşmasına sebep oluyor. Ancak ne tür işlem
uygulandığını bilme imkânına sahip değiliz. Bu kadar garip bir durumla karşı
karşıyayız.
Ankara’da
yaygın olarak satılan iki keçiboynuzu üretici firmasının irtibat numaralarını
arayıp sorma ihtiyacını hissettiğimde, iki firmadan da aşağı yukarı aynı
tepkiyi aldım. Telefonun başında olan insanlar ısrarla bana bir yetkiliyi
bağlamak istemediler ve sorduğum hiçbir soruya cevap da vermediler. Kaçamak
cevaplarla beni başlarından savdılar. Ne kadar uğraştımsa yetkililerle görüştürmediler.
Taktikleri aynı, cevapları aşağı yukarı aynıydı. Gizlilik hâkim ve ne
gizliyorlarsa bilemedim. Bir tanıdığıma yine bu şikâyetlerimi söyleyince, “Bizim
Mersin’de bir baharatçı arkadaşımız var, onlarda öyle bir sorun olmaz” dedi. Ben
de istedim. Gelen keçiboynuzu, Ankara’da satılanın aynısıydı ve aradım, ürünü
hemen iade ettim.
Baharatçı
arkadaşım itiraz etti “Yeni mahsul ürün gönderdim, sen öyle söylüyorsun”
diyerek. Bense, “Bu ürünü sana satanla beni görüştür, telefonun ahizesini aç ve
söyleyeceklerime şâhit ol” dedim. “Tamam” dedi ve beklemeye koyulduk. Aradan bir
buçuk yıl geçti, ne arayan var, ne soran. Ben de başka çârem kalmayınca, “Keçiboynuzu
meyvesine bir işlem uygulandığından şüpheleniyorum ve araştırılmasınız
istiyorum” diyerek 2017 yılının Nisan ayında yazılı şikâyet yolu ile Tarım
Bakanlığı’na müracaatta bulundum.
Tarım
Bakanlığı’ndaki memurlar, keçiboynuzu ile ilgili böyle bir taleple ilk defa
karşılaştıklarını söyleyerek hayretlerini belirttiler. Şikâyet yolu ile
yaptığım müracaata istinaden, Tarım Bakanlığı da işleyişin bütün safhalarında
tarafıma yazılı bilgi vererek nihâî cevabını Temmuz 2017’de verdi. “Alınan
numûnenin Ankara Gıda Kontrol Laboratuvar Müdürlüğü ve İstanbul Gıda Kontrol Laboratuvar
Müdürlüğü’nde yapılan şâhit numûne analizleri sonucunda Türk Gıda Koteksi’ne
uygun olduğu görülmüştür” ibaresi ile tarafıma bildirdi.
Biliyorsunuz
cola ve benzeri asitli diğer içecekler de gıda koteksine uygun olarak üretiliyorlar.
Ancak bu ürünlerin sağlıklı ürünler olduklarını kim iddia edebilir? Ben, “Keçiboynuzuna
bir işlem uygulandığından şüpheleniyorum” diye şikâyet etmeme rağmen, onlar
bana sadece üstü kapalı bir cevap verdiler. Bu yazı üzerine Tarım Bakanlığı’na tekraren
bir yazı yazarak, Bilgi Edinme Kanunu’na göre laboratuvar sonuçlarını talep
ettim. Tarım Bakanlığı, “Analiz sonuçları hakkında üretici işletmeye bilgilendirme
yapılmıştır. Tarafınıza da denetimin her aşamasında bilgilendirme yapılmıştır”
diyerek talebimi reddetti. Gıda koteksinin neleri kapsayıp kapsamadığını bilme imkânına
da sahip değilim.
Bu
yıl yine ihtiyaç hâsıl oldu. 86 yaşındaki babam çok hâlsizleşti. Biraz gücünü
toparlayalım diye keçiboynuzu kürünü uygulamak için arayış içine girdim. Yine
Ankara’da, aradığım tat ve lezzette keçiboynuzu meyvesi bulamayınca, Ankara’dan
emekli olup Akdeniz sahillerinde bir ilde pazarcılık yapan bir kardeşimizden istedim.
O da “Buldum” diyerek gönderdiyse de yine hüsranla iade ettim.
Keçiboynuzunu
bizim arkadaşa satan satıcı, ona, “Keçiboynuzlarını pekmez yapacaktık, onun
için yıkadık, dışının rengi iç kısmına karışmış olabilir” demiş. “Bir de ben
görüşeyim bakalım, bana ne diyecek?” deyince, beni satıcı ile görüştürdü. Satıcıyı
biraz zorlayınca, “Bunların aşısı farklı, onun için bunlar böyle” diyerek, ona
başka, bana başka bir cevap vermiş oldu. Anlayacağınız, nereye müracaat ettiysem,
açık ve doyurucu bir cevap alamadım. Takdiri sizlere bırakıyorum. Sanki her şey
bir sis perdesinin arkasında ve araştırdığınızda, ulaştığınız her kapı bir
şekilde yüzünüze kapanıyor. Cevap alamıyorsunuz. Müthiş bir şekilde rahatsız
oldum.
Endişelerimi,
başımdan geçen bir başka ürün ile ilgili olayı anlatarak derdimi anlatmaya
çalışayım. On yıl kadar önce tatil için gittiğim Akdeniz sahilindeki bir ilde,
saf kekik yağı almak istediğimi söyleyince, beni bir köyde eski usûlle kekik
yağı üreten bir köylüye gönderdiler. Köylü vatandaş, kapısının önünde eski usûlle
kekik yağı çıkarıyordu. İhtiyacımızı satın alırken dikkatimi çeken bir durumu
vatandaşa şöyle sordum: “Yağını aldığınız bu kekikleri gördüm, kurutuyorsunuz.
Bu kuruttuğunuz yağı alınmış kekikleri ne yapacaksınız?” Cevap çok ilginçti: “Kekik
olarak satacağım.” “Bunlar artık bir işe yaramaz” dedimse de, o bildiği yolda
yürümeye devam etti…
Yıllarca
aklımdan çıkaramadığım bu örnekle ilgili 9 Ekim 2019 tarihinde, basında şöyle
bir habere rastladım ve yeniden 10 sene öncesine döndüm: “Yağı ve suyu
arıtma yöntemiyle alınan kekiklerin posasının, piyasada ‘gerçek kekik’ olarak
satıldığı belirlendi. Bilim insanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada, ‘Uçucu yağı alınıp
posası kalan kekiğin hiçbir faydası yok, bize cesetleri satıyorlar’” dedi.”
Acaba
keçiboynuzu meyvesinin başına da bu veya buna benzer başka bir durum mu geliyor?
Biz de bu durum karşısında şüpheleniyoruz. Tarım Bakanlığı ve Sağlık
Bakanlığı’nın bu konuyu enine boyuna acilen araştırmaları ve insanlarımızı
doğru bilgi ile aydınlatmaları gerektiğini düşünüyoruz.
Keçiboynuzunun
insan hayatına olumlu katkılarını bizâtihi yaşayanlardan duyduğum iki örnek
olayı da sizlere anlatarak yazımı tamamlaya çalışayım…
Çok
sevdiğim bir dostum, aylarca doktorlara gidip geldiğini, belirli bir
rahatsızlık bulamadıklarını, ancak değişik tedaviler görmesine rağmen çok hâlsiz
olduğunu, evden çıkamadığını, doktorların da yapacakları bir şeylerinin
kalmadığını söylediğini, oturduğu yerde ayağını bir kez bile kaldırmaktan âciz
olduğunu, iki koltuk değneği ve yardımcılarla birlikte acil ihtiyaçlarını
görmeye çalıştığını, çok zor durumda olduğunu söylemişti. Bir dostu ona, -faydası
olabileceğini tahmin ederek- keçiboynuzu kürünü tavsiye etmiş. Arkadaşımız da
düzenli bir şekilde aşağı yukarı 45 günlük bir uygulama sonucunda iki koltuk
değneğinden kurtulduğunu, ayağa kalktığını ve kendi ihtiyaçlarını görmeye
başladığını, işine geri döndüğünü, hayatına kaldığı yerden devam ettiğini bana
anlatmıştı.
İkinci
örnek şöyle: Kas erimesi rahatsızlığı ile başı dertte olan bir diğer arkadaşıma,
“Bir faydası dokunabilir” diyerek keçiboynuzu kürünü tavsiye etmişler. O da
bulabildiği az bir miktardaki keçiboynuzunu kür olarak kullanmış. Aylar sonra
sorduğumda, “Az da olsa faydasını gördüm, ancak daha sonra bahçeden yeniden
keçiboynuzu getirtemediğim için tavsiye edilen küre devam edemedim” dedi.
Bunlar
yaşanan iki olay; bu ve benzeri olaylar iyice araştırılıp sonuçlarını bulmak,
sağlık alanında araştırma yapacak olan şahıs ve kurumlara düşüyor.
Allah
(cc) hepimize sağlıklı bir ömür nasip etsin!
1Prof.
Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu