
MÜRDÜMÜN şavkından duyulmaz sesim, bir babayaniyim, görüyorum…
Kültür,
tabiatın canlı ile şekillenmiş, süslenmiş, tavır almış hâlidir. Eskilerin
kırmızı ve mavi kimliği, yenilerin imzası hâlindedir. Kültür, geçmişten günümüze
yaşantımızın yansıması, ruh hâlimizin ve hayatımızın merkez üssüdür.
Giyim,
önceleri insanların tabiatın olumsuz koşullarından dolayı tercih ettiği bir
zorunluluk da olsa, şimdilerin vazgeçilmez bir ürünü, olmazsa olmaz bir yaşam
anlayışı hâline gelmiştir. Giyim, doğal-toplumsal-yargısal ve etik değerlerin
etkisiyle değişmiş ve şekillenmiştir. Geleneğin insanlara, hattâ canlılara
sunduğu yaşam biçimi anlayışıdır. Giyim, yemek, içmek ve barınmak kadar gerekli
bir yaşayış tarzıdır.
Etnolojik
kökenlerimizden toplumsal değerlerimize değin birçok topluluğun kültürünü,
zevkini, anlayışını, tarzını ve tarihini gözler önüne sermektedir giyim. Önceleri
bitki ve hayvan postları ile başlayan giyim serüveni, yüzyılların gelişmişliği
ile şekillenmiş ve şimdilerde tüketimi özendiren bir alan olmuştur.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla yeni
inkılâpların baş göstermesi, tekke ve zâviyeden şapkaya, kara çarşaftan
paltoya, peçeden eldivene değin birçok yenilik ile başkalaşan Türkiye
Cumhuriyeti, modern çağa ayak uydurmuştur. Batılılaşma hareketi her alanda
olduğu gibi giyim kuşam kültürümüzü de derinden etkilemiştir.
Devletin
en önemli göstergelerinden biri de giyim kuşam zenginliğidir. Takım elbiseler,
iş ve düğün elbiseleri modanın kaprisine boyun eğerek sürekli değişse de, yerel
kıyafetlerimiz özlerini geçmişten günümüze hiç kaybetmemiştir. Aslında “Türkiye’nin
yerel kıyafetleri” ifadesi yersizdir, yanlıştır. Çünkü Türkiye çok uluslu etnik
bir yapıya sahip bir millettir. Ve Karadeniz’den Akdeniz’e kadar birçok yörenin
birçok farklı yerel kıyafeti vardır. Bu da “Türkiye’nin yerel kıyafeti” tanımının
ardını boş bırakır.
Moda
ve giyim kuşam, kişiliği yansıtan bir aynadır. Giyim tarzımızın yansıması,
kişiliklerimizin birer analizidir. Ağır başlı ve ciddî insanların kravat ve
kalem eteğe olan hayranlığı, melankolik insanların rahatlık ve renge olan
tutkuları birer cilve-i akistir. Renk ise giyim kültürünün en temel taşıdır.
Cıvıl cıvıl yerellikten iki rengin asilliğine geçiş, yüzyılları almıştır.
Matemin rengi ise her daim siyah kalmıştır. Yeni bir sayfanın adı ise hep “beyaz”
olmuştur. Burjuvadan reayaya değin renklerin giyimdeki yeri hep aynıdır.
Gençlik
dikkat çeken, özen isteyen, isyankâr fakat yaratıcı amma cüretkâr bir dönemdir.
İnsan doğar, büyür ve ölür. Bu ömür içerisinde çocukluk, gençlik, yetişkinlik
ve yaşlılık süreçlerinden geçer. Ve bu süreçlerde kişiliği, tarzı, konuşmayı,
bakış açılarını ve giyimi değişir, şekillenir ve oturur. En oturaklı süreç
yetişkinlikken, en deli dolu süreç ise gençliktir. Ve bu deli dolu ruh hâli,
her alanda olduğu gibi modanın da kapısını çalmış, ayak uydurmuş yahut karşı
çıkıp kendince şekil almış ve şekil vermiştir.
Yirmili
yaşların kaygısızlığı kırmızının kapısını çalarken, kırklı yaşların olgunluğu,
toprak renginin asilliğini taşır omuzlarında.
İçtimaî
değerlerin şilteleri zail olmuşken, yeni değer yargılarının evhamlığı peyda
olmuştur vakar gönüllere. Ve bu çakışan gönüllerin bağı düşmüştür geleceğin
pervasız kucağına.
Hazan
yelinin yağmurluğu, kara kışın paltosu, güneşin kısa kolu, baharın yazması…
Siyahın hüznü, beyazın sevinci, kırmızının coşkusu… Yüzyıllar
da geçse üstümüzden, yağmurlarımız daim olacak bu elzem kültüre ve asırlar
boyunca duyulacak bu zenginliğin gürültüsü…