Kazan kaynıyor, hararet yüksek

Kemal Bey, başında bulunduğu partinin iç işlerine karışılmasından şikâyetçi. Haksız da sayılmaz. Bir değil, iki değil. Kaç olduğunu sayan varsa bildirsin. Kendi partisinin içinde tam hâkimiyet sağlayamayışını örtmeye, “Bizde her görüş bulunur, herkes fikrini açıkça söyler, biz demokrat bir partiyiz, en demokrat biziz” diye tevil etmeye çalışanlar, başka partilerin içine el sokup karıştırmayı normal görme ve gösterme gayretinde.

HAÇLI seferi düzenlenmiş. Kiliselerin çanları eli silah tutanları sefere çağırmaktaymış bangır bangır. Büyük hayâller, büyük vaatler… Doğuya gidilecek, Müslüman ordusu, karşı çıkan çıkmayan halkıyla beraber kılıçtan geçirilerek zafer kazanılacak, altınlara zümrütlere el konulacak. Sürülerine, topraklarına…

Cazip görenler, evini barkını bırakıp yola düşüyor.

Müslümanlardan hiç hoşlanmayan, onların zenginliklerine sahip olmak isteyenlerden biri, atını, zırhını ve kılıç kalkanını hazırlamış. Yola çıkmadan önce en güvendiği arkadaşını çağırmış, ona küçük bir anahtar uzatmış.

Demiş ki, “Ben dini bütün bir Hıristiyan olarak, doğu seferine çıkanlara katılacağım. Bu defa çok güçlü bir ordumuz var. Neredeyse bütün Avrupa birleşmiş durumda. Kesin yeneceğiz. Bir seneye kalmaz, çuvallar dolusu altınla döner geliriz. Yine de belli olmaz tabiî, savaş durumu. Al şu anahtarı, sakla. Bakarsın, dönenlerin arasında değil, dönemeyenlerin arasında yer alırım. Şayet gelemezsem, bu anahtarı karıma verirsin, kemerini açar. Ömür boyu kilitli kalmasın”.

Atına atlamış, yola koyulmuş.

Geniş arazide daha yarım saat bile gitmeden, arkasından tozu dumana katarak bir atlının dörtnala geldiğini görmüş. Hem atı çatlatacak gibi koşturuyor, hem bağırıyor.

Bakmış ki, arkadan kan ter içinde at koşturan kişi, az önce vedalaştığı arkadaşı.

Yanına kadar gelince, soluk soluğa olmasına rağmen derdini bir çırpıda söyleyivermiş:

“Yahu ne dalgın adamsın! Yanlış anahtar vermişsin!”

*

Haçlı seferleri bir görüşe göre bitti.

Gerçekte ise biten sadece kılıç kalkan, ok ve mızrakla yapılan türü.

Seferler başka şekilde devam ediyor esasen. Göremeyen, gözlüğünü yenilesin.

Araçlar değişti, fikir ve eylemler özünde aynı.

Saldırılar yine peş peşe.

Bu zamanda karısına bekâret kemeri takan yok ama güvendiği arkadaşı tarafından ihanete uğrayanlar, birbiri peşinden koşturup dalgınlık eleştirisi yapanlar, büyük hayâller kurup hülyaya dalanlar az değil.

Her birinin payı, nasibince, gayretince, çapınca.

*

Kendi ülkemizin gündemine bakalım. Kimin aday olacağı aylardır tartışılıyor, şu gün itibariyle sonuç sıfır. Havanda su dövmek bunun yanında daha anlamlı.

Adı geçenler birbirine yan bakmaktan öte de gidemiyorlar. Kimsenin diğerini elemeye gücü yetmez durumda.

Kemal Bey çok istekli. Kendi adaylığında diretirse de gönüller ferahlamayacak görünüşe göre.

Meral Hanım baştan beri “Seçilecek adayla girmeliyiz” görüşünü tekrarlıyor.

Bu söz, elbette Kemal Bey’in seçimi kazanamayacak biri olduğuna işaret etmekte.

Kemal Bey “En büyük parti bizimki, dolayısıyla aday olmak benim hakkım” diye baskı yaparsa, o zaman da yoğun eleştiri gelir.

“Madem bizi yok sayacaktın, niye ittifak kurduk, bunca zamandır toplanıp duruyoruz?” derler.

Vaziyet her durumda kritik.

*

Kemal Bey, başında bulunduğu partinin iç işlerine karışılmasından şikâyetçi.

Haksız da sayılmaz.

Bir değil, iki değil. Kaç olduğunu sayan varsa bildirsin.

Kendi partisinin içinde tam hâkimiyet sağlayamayışını örtmeye, “Bizde her görüş bulunur, herkes fikrini açıkça söyler, biz demokrat bir partiyiz, en demokrat biziz” diye tevil etmeye çalışanlar, başka partilerin içine el sokup karıştırmayı normal görme ve gösterme gayretinde.

Ahlâk bir kenarda dursun, hiç de etik olmadığını belirtelim.

Sahte nezaket…

İçten gelmeyen tevazu…

Beş kuruş etmez. Hiçbir değeri yoktur.

Gerçeği tersyüz etmek ondan da kötü.

Siyasetçilerin eylem ve söylemlerini değerlendirirken, “Ne yapalım, siyaset böyle” diye bakanları haklı çıkarmak hiç de hoş değil.

*

Kemal Bey bugüne kadar on defadan fazla açıklama yaptı ki belediye başkanları görevlerine devam edecek. Kararı bu yönde.

Genel Başkan böyle söyledikten sonra başka türlüsü düşünülemez. Zira kendisi aday olmayı kafaya koymuş. Her şekilde aday olacağını belli etti. Belki kırk defa neler yapacağına dair açıklamalar yaptı.

Buna rağmen başka bir partinin başındaki kişi, (o parti İyi Parti, o kişi Meral Hanım) ille belediye başkanı aday olsun diye çırpınıyor.

Hesapta muhalefet adayının kim olacağına, Altılı Masa’daki liderler karar verecek.

Fakat söylenen başka, eylemler başka.

Dön dolaş, aynı yere geliyor konu. Başladığı yerde bitiyor. İttifaktaki küçük partilerin sesi çıkmıyor.

Başrolü ittifaktaki iki büyük partinin liderleri paylaşmakta.

*

Saraçhane’deki coşkulu kalabalık önünde Meral Hanım, boynundaki atkıyı Ekrem Bey’e verdi, şefkatle boynuna doladı.

Bir sarıldılar, bir sarıldılar. Sırtlarına pıt pıt pıt, pat pat pat diye vurdular. Kırk yıldır görüşmemişler de ilk defa karşılaşıyorlar ve hasret gideriyorlar sanki.

Meral Hanım az daha cebinden partisinin rozetini çıkarıp Ekrem Bey’in yakasına takacak gibiydi. Neyse ki takmadı.

*

Baştaki konuya dönelim ve bağlantı kurarak düşünelim.

Arkadaşının eşini ayartmak mı daha kötüdür, ortağı olduğu partinin genel başkanı tarafından alınan kararların tersine bir gayret içine -yüksek hararetle- girmek mi?

En sade yorumla “İkisi birbirinden beter” deyip işin içinden çıkabiliriz.