TÜM gayret ve
sıhhatini; gençliğin ve hırsın verdiği azimle, gücün cezbeden karanlık
yollarına erişebilmede hesapsızca harcar ve önüne gelen bütün mânilerde
hakkaniyet hudutlarını hiçe sayarcasına yükselmek arzusuna düşersen…
Sana bahşedilmiş “ömür”
denilen zamanın içinde zevk ve rahat etmek emeliyle bütün zorlu gördüğün ibadet
ve hayırları erteleye erteleye, sanki dünya sadece senin çıkarına hizmet eden
bir yaşam alanıymışçasına yaşam sürersen…
Canın
yanmadıkça “Yandım” diyenin, için sızlamadıkça eyvah edenin, evsiz kalmadıkça
taşta yatanın, susuz değilsin diye kuru dillerin, yarsız kalmadın diye tenha
olanın, işin gücün iyiyken aşsız gezenin, derde tutulmadıkça dertle yatanın, özleme
düşmedikçe hasret çekenin ve dahi karnın tokken lokmasızların ihtiyacını
görmeden yürür geçersen…
“Karıncaların evi,
yerkürenin kıymeti, şehitlerin hikmeti, böceklerin serveti, devletinin hizmeti,
yürüyenin zahmeti, her canlının kısmeti, Yaradan’ın rahmeti vardır” demeden,
şükür ve saygıdan yoksun bir pervasızlıkla yoldan geçip gidersen…
Annenin
duâsını, babanın rızâsını, Peygamber sevdâsını, hak yolun Mevlâ’sını yok sayar
da kasanın parasını, kötünün saygısını, eşyanın markasını, kazancın arkasını
önceleyip, bunları put edinip “Baş tâcım” dersen…
Güneş doğuyor
diye, dünya dönüyor diye, gece oluyor diye, çiçek büyüyor diye, kalbin atıyor
diye, aklın alıyor diye, rûhun seviyor diye beş vakit seccâdende şükretmez de
her vakit zevk-sefânın peşinde emeklersen…
Bir
gün kabre girmenin, son nefesi vermenin, hesap kitap vaktinin, dünyayı terk
etmenin, âlemden göç etmenin, herkesten ayrılmanın, tek başına kalmanın, Münker
ile Nekir’in gerçekliğinden uzak, “Vermeden de alınır, görmeden de yaşanır,
haksız da kazanılır, ibadetsiz de olur” diyenlerdensen…
Zekâtsız geçen
yılın, sadakasız cüzdanın, faizle artan malın, tefeci saltanatın, ter dökmeden
kazancın, besmelesiz sofranın, hileyle satılanın, rızâsız alınanın, çok alıp
saklananın günahını takmadan, Allah rızâsı için helâle meyletmezsen…
Kalp
kırıp ah ettirir, incitip yaş aktırır, kızdırıp dert söyletir, feryat-figân
ettirir, “İllallah” dedirtirsen…
Bir benlik
duygusunda, rûhunun ve fıtratının en büyük düşmanı olan ve seni bu âlemde rezil
edecek kadar talepkâr nefsinin emirlerine itaatte kusur etmez; “Git” dedikçe
gider, “İç” dedikçe içer, “Yap” dedikçe yapar, “Yık” dedikçe yıkar, “Ver”
dedikçe verirsen…
Uslanmayan
benlikten, hüzünlenmeyen kalpten, utanmayan çehreden, “Yeter” demeyen nefsten,
ürpermeyen gönülden, tövbe bilmeyen dilden, secde görmeyen serden medet umar da
bu hiçlik diyarında Allah’a kul olmanın, yetime el olmanın, secdeye yol
olmanın, düşene dal olmanın, susuza sel olmanın o huzur diyarında
gölgelemezsen…
“Bir kusur vardır”
diye durmadan-düşünmeden, bilmeden-öğrenmeden, sormadan-anlamadan, hiç empati
kurmadan, söz hakkı da vermeden suçlarsan, anlatırsan, yayarsan ve söversen…
Rızkı
Hakk’tan bilerek, “Sahip O’dur” diyerek, kanaat getirerek, azken de hamd
ederek, çok varken bölüşerek, “Er-Rezzak var” diyerek yediğine, içtiğine,
aldığına, giydiğine, “Evimdir” dediğine, iş diye gittiğine, aş diye tuttuğuna
hürmetle eğilmezsen…
Her ânın birer
birer yitirildiğini, her zevkin en nihâyet hiç olup bittiğini, milyarlarca
nefesin olsa tükendiğini, gençliğin de elinden kayarak gittiğini idrak etmezsen…
“Gençlikte
zaman yitmez, dünya zevki eksilmez, nefes zaten tükenmez, cebimde param bitmez,
sağlığım elden gitmez” sanıp tövbe etmezsen…
Uykusuz kalmayan
anne, helâl getirmeyen baba, vefâ göstermeyen evlât, gönülde taht kurmayan eş, vergi
vermeyen vatandaş, hakkı gözetmeyen komşu, dürüstlük bilmeyen esnaf, taşı
kaldırmayan yolcu, kuşu doyurmayan çiftçi, alnı terlemeyen işçi, beli
bükülmeyen sultan ve secdeye gitmeyen kul olarak ahirete göçersen…
“Biz”i
egoizmle, cinsi feminizmle, dini hümanizmle, Hakk’ı paganizmle, Tek’i düalizmle,
rûhu realizmle ezip geçersen…
“Suçumu bir
affeden, ekmeğimi lütfeden, tüm şerleri defeden, kötülüğü refeden ve hayatı
bahşeden Mâlik’im, Sahibim Allah” demeden “Ben” dersen, “Benim” dersen,
“Benden” ve “Bana” dersen…
Kaybedersin!