
“BOYUMUZU birkaç kat aştığı
zamanlarda gölgemize sığınmak” desem? Veya güneşli bir günde yalnızca bizi
çevreleyen bir sisin içine hapsolmak? Yine boyumuzu aşan bir balonun içinde
yaşamak? Mavinin gözlerimize küs, kırmızının kalbimize sus olduğu zamanlarda grinin
girdabında kaybolmak? Hayata grinin cidarından bakmak?
Her
varlık gibi insan da kendi barınacağı yeri kendisi yapar. Barınağın nitelik ve
kalitesinin iyi olması, kişiyi dış dünyaya dair daha korunaklı, daha konforlu
ve daha sağlıklı kılar. Buna mukabil, insanın iç dünyasında huzurun ihdası ve
devamı için iç âlemindeki kalelerinin hassasiyetle korunmasına ihtiyaç vardır.
Dış âlem, yani kâinat, zahirî anlamda âlem-i kübrâ -büyük âlem- iken, insan ise
âlem-i suğrâdır.
Ancak
batınî anlamda dış görünüşünün aksine kâinat âlem-i suğrâ -küçük âlem- iken, insan
ise âlem-i kübrâdır. Kişinin iç dünyası ve dahası hayatının merkezi, onun
kalbidir. Merkezinde kalp olan iç âlem, başta dış dünyaya ait uyarıcıların
tesirindedir. Dış dünyadan alınanlarla başlayan uyarılma süreci, iç dünyanın
kendi içindeki algılanma/tekabül süreci ile devam eder. Ancak -içinde birçok dünyayı
barındıran- insanın duygu veya düşünce dünyasındaki anî değişimlerin/süreçlerin
rotasını kaybetmesi, kişinin bütün bir ahvâlinin değişimine yol açabilir. Bu
durum, söz konusu değişimin derecesiyle orantılı olarak kişinin ahvâlini ve
hayata bakışını olumsuz olarak etkiler.
Evet,
insan kalbîdir, kavlî değil. “Kavil”, yani söz… Peki, bu noktada iç âlemdeki kavil
nasıl tezahür eder? Gerek duygu, gerek düşünce dünyamız, kendi içinde bazen
düzene, bazen düzensizliğe tekabül eden sayılamayacak ahvâli içerir. Bu
süreçler yaşanırken tezahür eden “kavlin kaynağı” bazen duyguya, bazen düşünceye
dayanır. Bunun yanında duygu dünyası ile düşünce dünyasının birbiri arasındaki
geçiş ve söz konusu geçişin insanın kalbinde ve dimağındaki yansımaları da çok
hızlı gerçekleşir. Bu yansıma/etki, insanın bütün bir ahvâline -olumsuz olarak-
galebe ettiğinde ise insanı yolundan alıkoyabilir, tabiri caizse bir mayın
tarlasına sürükleyebilir. O tarlaya sürüklenen insanın –sadece- geriye dönmesi
veya ileriye gitmesi de bu durumda yetmeyebilir. Doğru adımlarla, kendisine ve
çevresine zarar vermeden bu tehlikeli alandan kurtulması gerekir.
Söz
konusu tehlikeli alana kişiyi hapseden bu duruma, “olmayan veya olması muhtemel”
bir konu için üzülmek veya endişe etmek diyebiliriz. Bu noktada daha doğru bir tabir
olarak “vehim”den bahsetmek gerekir. Vehmetmek, kuşku ve kuruntuya kapılmaktır.
Vehim, insanı olmuş olandan veya olması kuvvetli ihtimalden –reel zeminden- uzaklaştırarak,
onun olacak veya olmuş olabilecek –muhayyel bir zemine- bir ihtimale
odaklanması veya kilitlenmesine neden olur. Bu noktada tamamen “muhtemel
olumsuz durum”a veya olumsuz olduğuna kanaat getirdiği duruma odaklanan kişi,
kendisinde -bilincine galebe ettiğinden- bir eyleme yönelme ihtiyacı hisseder.
Bu süreçte gerçekleştireceği eylemlerle kişi, mayın tarlasında yolunu kaybeder
bir vaziyetin içerisine girebilir.
Kaygının
amansız hastalıklarından biridir “vehim”. Kapısının hep kilitli kalması lazım
gelen bu his, günlük hayatta “evham” olarak daha çok çoğul haliyle bilinir ve
kullanılır. Kelimenin çoğul halini tercih ederek dört harften beş harfe
çıkarmanın bilinçaltına indiğimizde ise “kavli çoğaltmaya olan isteği”
sezinleyebiliriz. Harflerini çoğalttığımız vehmin kendisini azaltmak için, onu evvela
kavramsal olarak ve pratikte doğru algılamamız, daha sonra da onun içimizdeki
tesirini kırmamız gerekmektedir.
Şeytanın
aklımıza üfleyerek bizi, büyüttüğü balonun içinde bir yaşama hapsetmesine, kulağımıza
üfleyerek içimizdeki kavli çoğaltmasına tanıyacağımız fırsat, özümüze yabancı
tehlikeli alana –mayınlı tarlaya- girmeyi kabul ettiğimiz manasını taşır. Diğer
ifadeyle her lahza, kilitlenilen alandan gönlümüzle kenetleneceğimiz değerler
alanına göçmemiz icap etmektedir.
Bazen
hissedemesek de en küçük rüzgârdan bile etkilenen nahif güle misaldir kalp. O
vakit buyurun, içimizde çoğaltacağımız kavlin/vehmin kalbimize düşüreceği
gölgeye müsaade etmeyelim!
Grinin
cidarından hayata bakarken maviyle barışmak, kırmızıyla konuşmak dileğiyle…