Kavlin kalbe düşen gölgesi: Vehim

Bazen hissedemesek de en küçük rüzgârdan bile etkilenen nahif güle misaldir kalp. O vakit buyurun, içimizde çoğaltacağımız kavlin/vehmin kalbimize düşüreceği gölgeye müsaade etmeyelim!

“BOYUMUZU birkaç kat aştığı zamanlarda gölgemize sığınmak” desem? Veya güneşli bir günde yalnızca bizi çevreleyen bir sisin içine hapsolmak? Yine boyumuzu aşan bir balonun içinde yaşamak? Mavinin gözlerimize küs, kırmızının kalbimize sus olduğu zamanlarda grinin girdabında kaybolmak? Hayata grinin cidarından bakmak?

Her varlık gibi insan da kendi barınacağı yeri kendisi yapar. Barınağın nitelik ve kalitesinin iyi olması, kişiyi dış dünyaya dair daha korunaklı, daha konforlu ve daha sağlıklı kılar. Buna mukabil, insanın iç dünyasında huzurun ihdası ve devamı için iç âlemindeki kalelerinin hassasiyetle korunmasına ihtiyaç vardır. Dış âlem, yani kâinat, zahirî anlamda âlem-i kübrâ -büyük âlem- iken, insan ise âlem-i suğrâdır.

Ancak batınî anlamda dış görünüşünün aksine kâinat âlem-i suğrâ -küçük âlem- iken, insan ise âlem-i kübrâdır. Kişinin iç dünyası ve dahası hayatının merkezi, onun kalbidir. Merkezinde kalp olan iç âlem, başta dış dünyaya ait uyarıcıların tesirindedir. Dış dünyadan alınanlarla başlayan uyarılma süreci, iç dünyanın kendi içindeki algılanma/tekabül süreci ile devam eder. Ancak -içinde birçok dünyayı barındıran- insanın duygu veya düşünce dünyasındaki anî değişimlerin/süreçlerin rotasını kaybetmesi, kişinin bütün bir ahvâlinin değişimine yol açabilir. Bu durum, söz konusu değişimin derecesiyle orantılı olarak kişinin ahvâlini ve hayata bakışını olumsuz olarak etkiler.

Evet, insan kalbîdir, kavlî değil. “Kavil”, yani söz… Peki, bu noktada iç âlemdeki kavil nasıl tezahür eder? Gerek duygu, gerek düşünce dünyamız, kendi içinde bazen düzene, bazen düzensizliğe tekabül eden sayılamayacak ahvâli içerir. Bu süreçler yaşanırken tezahür eden “kavlin kaynağı” bazen duyguya, bazen düşünceye dayanır. Bunun yanında duygu dünyası ile düşünce dünyasının birbiri arasındaki geçiş ve söz konusu geçişin insanın kalbinde ve dimağındaki yansımaları da çok hızlı gerçekleşir. Bu yansıma/etki, insanın bütün bir ahvâline -olumsuz olarak- galebe ettiğinde ise insanı yolundan alıkoyabilir, tabiri caizse bir mayın tarlasına sürükleyebilir. O tarlaya sürüklenen insanın –sadece- geriye dönmesi veya ileriye gitmesi de bu durumda yetmeyebilir. Doğru adımlarla, kendisine ve çevresine zarar vermeden bu tehlikeli alandan kurtulması gerekir.

Söz konusu tehlikeli alana kişiyi hapseden bu duruma, “olmayan veya olması muhtemel” bir konu için üzülmek veya endişe etmek diyebiliriz. Bu noktada daha doğru bir tabir olarak “vehim”den bahsetmek gerekir. Vehmetmek, kuşku ve kuruntuya kapılmaktır. Vehim, insanı olmuş olandan veya olması kuvvetli ihtimalden –reel zeminden- uzaklaştırarak, onun olacak veya olmuş olabilecek –muhayyel bir zemine- bir ihtimale odaklanması veya kilitlenmesine neden olur. Bu noktada tamamen “muhtemel olumsuz durum”a veya olumsuz olduğuna kanaat getirdiği duruma odaklanan kişi, kendisinde -bilincine galebe ettiğinden- bir eyleme yönelme ihtiyacı hisseder. Bu süreçte gerçekleştireceği eylemlerle kişi, mayın tarlasında yolunu kaybeder bir vaziyetin içerisine girebilir.

Kaygının amansız hastalıklarından biridir “vehim”. Kapısının hep kilitli kalması lazım gelen bu his, günlük hayatta “evham” olarak daha çok çoğul haliyle bilinir ve kullanılır. Kelimenin çoğul halini tercih ederek dört harften beş harfe çıkarmanın bilinçaltına indiğimizde ise “kavli çoğaltmaya olan isteği” sezinleyebiliriz. Harflerini çoğalttığımız vehmin kendisini azaltmak için, onu evvela kavramsal olarak ve pratikte doğru algılamamız, daha sonra da onun içimizdeki tesirini kırmamız gerekmektedir.

Şeytanın aklımıza üfleyerek bizi, büyüttüğü balonun içinde bir yaşama hapsetmesine, kulağımıza üfleyerek içimizdeki kavli çoğaltmasına tanıyacağımız fırsat, özümüze yabancı tehlikeli alana –mayınlı tarlaya- girmeyi kabul ettiğimiz manasını taşır. Diğer ifadeyle her lahza, kilitlenilen alandan gönlümüzle kenetleneceğimiz değerler alanına göçmemiz icap etmektedir.  

Bazen hissedemesek de en küçük rüzgârdan bile etkilenen nahif güle misaldir kalp. O vakit buyurun, içimizde çoğaltacağımız kavlin/vehmin kalbimize düşüreceği gölgeye müsaade etmeyelim!

Grinin cidarından hayata bakarken maviyle barışmak, kırmızıyla konuşmak dileğiyle…