
“KALBİN kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığın için sana teşekkür ederim…” Bu sözlerle başlardı veda cümleleri… Çiçek kokulu defterler arasından bir yaprak seçilir, ayrılık öncesi hatıra olarak son sözler yazılırdı. Rengârenk düşler boyarmış gibi her sayfasını. Pastel tonların arasında tükenmez kalemin bırakacağı yanlış bir çiziğe dahi kıyamazdık. En kolayından bir kalp çizmek, sevginin masum bir ifadesine kâfi gelirdi. İçimizin çiziklerini saymaz, travma nedir bilmezdik. Gülünce toz bulutu gibi dağılır zannederdik hepsini. Bazen bir gül yaprağı konurdu defterin arasına, kuruyup giden ömür misali. Bazen de dalından düşmüş taze bir yaprak, yeşerecek yarınlar için… Anı biriktirme sanatı yara bandı olurdu hüzünlü vedalara.
Hatıra defterleri sadece yazılanlardan ve vedalardan ibaret değildi. Bir de vefa defterleri vardı, gönüllerde mahrem. Yazılmayanlar ince bir sızı gibi orada kalırdı. Sözcüklere sığmayan sevgi bağları dallanıp budaklanır, orada çoğalırdı. Sessiz bir kütüphane gibiydi insanın vefa defteri. Açılınca kapıları gönül yurduna bahar gelirdi. Göğünde kanat çırpan hayâllere kuşlar eşlik ederdi. Her gün kendini yenileyen ırmaklar nasıl saf ve temiz kalırsa, vefa defteri de öyle akardı kalbin derinliğine. Kederi soluyan yokuşlarına umut inşâ edilir, dostluğun gizli hazinesine halel sürülmezdi. Çeşitli film sahnelerinin özeti gibi; bazı cümleler hiç silinmez, bazı sesler hiç eskimez, bazı hisler hiç geçmezdi…
Tarih öğretmenimin vefat haberi üzerine yol aldı bu duygular içimde. Zira içsel yolculuklar da tıpkı vefa gibi insanın kalbinden doğar, gözlerinden taşardı. İmam Hatip Lisesi’nde ortaokul ve lise olmak üzere yedi yıl boyunca ders aldığım öğretmenimizin bizde bıraktığı yarenliğe dönüp baktım. Ve yine o yıllarda şahsiyet inşâsında birlikte rol aldığımız arkadaşlıklara. Hatıra defterlerini çıkarıp yazılanları ve yazılmayanları okuduğumda çokça özlem ve biraz da ruhumun üşüdüğünü hissettim. Kulağımdan silinmeyen birkaç söz canlandı zihnimde; gözlerim doldu. “Siz hazırlığınızı yapın” diyerek bütün sınıfı arkasına alıp, en ön sıraya geçen, yüzünü tahtaya vererek oturan ve dersini öylece anlatan öğretmenimizin sözleri… 28 Şubat sürecinden geçtiğimiz o yıllarda yaşadığımız kırgınlığa ve mahcubiyete bir karanfil narinliğinde yakınlık sunan, ağrıyan kalbimize bir üfleme serinliği veren kıymetli öğretmenimizin bizi neşelendirmeye çalışan hâlleri yankılandı geçti içimden. Yine bir tören macerasından kaçmak için, boş dondurma dolabına girmeye çalışan arkadaşlarımın tarih öğretmenimize yakalanması ve günlerce bu trajikomik duruma acı acı gülüşümüz geçti gözümün önünden…
Bir sis perdesinin arkasından seyretmek gibiydi dünyayı o günler; bilmeden, anlamadan… Kulaklarıma dolan rüzgârın acısıydı benim derdim. Saçma sapan kuralları olan oyunlar çocuklara göre değildi. Kimse bilmezdi sessiz ve sakin duran o çocukların içinde çöl mü var, tufan mı, yangın mı? Dingin adımların ardında kaç çetin mücadele saklı? Tecrübe edilen odur ki, herkesin ortak bir derdi olunca arkadaşlıklara atılan imzalar daha sağlam kalıyordu. Yıllar geçse de üstünden, birlikte üniversiteyi okuduğumuz, birlikte atanmayı beklediğimiz, birlikte aynı ümide, aynı hak dâvâya adandığımız arkadaşlarımızla hâlen tebessümle kucaklaşır, bütün hocalarımızı muhabbetle, ahirete intikal edenleri rahmetle anarız. Bazen de yıllar sonra yeni dostluk duygularıyla dolar taşarız, tıpkı Nesrin Çaylı Atölye’sinde kalbi kıbleye doğru yönelen, kalemi kılıç gibi yüklenen, kelamı aba gibi bürünen, nezahet sahibi, yanılgıdan uzak, hakikati özünde bulan arkadaşlıklar gibi…
Ruhumuzun sükûnet bulduğu her yer gönül sırrına erenlerin yeridir. Herkese açılmayan tertemiz hatıra defterleri gibi, özeldir. Görmesi güzel, konuşması güzel, vefası güzel olana açıktır ancak. Edebî yâd ile duygu ve düşünce yolculuğunun sıralarında dirsek çürütmek, zihin yormak ortak bir derdin sesiyle kabildi. Öyle diyordu ya, Yedi Güzel Adam’ın zarif insanı; bir duruşu olmalı insanın, bir bakışı, bir anlayışı, bir aşkı, bir dâvâsı… Bir de vefası. İnsan vefa ile yaşatır dostluğu. Hangi yaşta olursa olsun. Vefa ile çıkılır hodbinliğin kuyularından. Vefa ile aşılır gönül surları. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında kurulan bağlar vefa ile kavileşir. Vefa, modernleşme sarmalı içerisinde harcanan ömrümüze değer katan manevî bir borç, izzet ve ikram sofrasında korunması gereken mücerret bir kaledir. Ailenin temelinde, fedakârlığın merkezinde, arkadaşlığın sadakatinde, aşkın odağında hep vefa vardır. Uzakta olsa bile derdiyle dertlenip, sevinciyle sevinen arkadaşlıklar Asr-ı Saadet çemberiyle donanmıştır. İyiliği ve güzelliği kendi menfaatinin dışında tutabilmek vefanın nişanesi ve sevgilerin en hasıdır. Kumaşı yiğitlikten gelir. Vefa, sözünün eri olmak, yapılan iyilikleri unutmamaktır. Allah insanı iman ve amel noktasında ahde vefa gösterebilecek fıtratta yaratmıştır. İyi bir Müslüman, gölgesinde dinlendiği ağacı, meyvesinden yediği dalı, suyundan içtiği çeşmeyi unutmaz. Hata dahi yapsa dostunu yalnız bırakmaz. Bir dua mesafesi kadardır ancak kalbinin uzaklığı…
Vefa, ruha giydirilen bir elbisedir. Toplumsal yaşama sürecinde bu elbise zaman zaman lekelenebilir, rengi solabilir ve hatta yırtılabilir. Bu o kişiyi vefasız kılar mı, ince düşünülmesi gereken bir konudur.
Zira insan, bir boyutlu değildir. Her ne kadar vefa, ahlâkî, iktisadî, içtimaî hayatı, tevhidi, adaleti inşâ eden bir kavram olarak Kur’ân’da yer almış olsa da sosyal yaşamın diğer bileşenleri Kur’ânî işleyişten uzak ise sadece vefanın, vefa olarak salt hâliyle kalmasını beklemek ve ilgili kişiden hep o davranış üzere olmasını istemek çelişki olmaz mı? Vefa kavramı her türlü tefeciliği, her ölçüde ve tartıda hileyi, her türlü haydutluğu, zulmü, hırsızlığı, yalanı, rüşveti, asiliği, inatçılığı, bozgunculuğu bertaraf etmeyi, adaletle tastamam yaşamayı öneren bir kavramdır. Muhataplarımız bu kavramlardan uzaklaşmış iseler biz hâlâ geçmişin vefa şarkısını söyleyemeyiz, bu durum o asil kavramların ruhunu incitir.
Diğer bir ifadeyle bir zamanlar vefa duygusuyla muhatap aldıklarımız yukarıda sayılan noksanlıklara haiz iseler vefa duygusunun yönelimi, hâliyle değişecektir. Zira o derin bir duygudur ve yeni muhataplar edinebilir. Vefa, dünya hayatını tamamlamayı, emaneti sahibine tamamen teslim etmeyi de içermektedir. Hayatımızı daraltmaya başlayanlar, emaneti koruyamayanlar vefa duygusunu hak edemezler asla.
Vefa kelimesi bir taraftan elest bezminde verilen söze sadakati hatırlatırken, diğer taraftan yetimin malının korunmasında, ticarette, ahitleşmede, ilâhî emri ve nehiylere uyumda adaletten ve hakkaniyetten ayrılmamayı ifade etmektedir. Çünkü vefa, Hz. Muhammed’in Risâlet’ine ve Kur’ân’ın nüzulüne ilişkin alınan ahde vefa göstermeyi de ihtiva etmektedir. Toplumu saran ateist ve deist akımlara bulaşan, bunları hoş görebilen kişi, aileden de olsa vefayı hak edemez.
Dolayısıyla tüm bunların tamamını en mükemmel ve eksiksiz bir şekilde tastamam yerine getirmeyi, hayır adına icra edilen her şeyi eksiksiz ifâ etmeyi ve şer adına uzaklaşılan her şeyden tamamen kaçınmayı tavsiye edenler için vefa duygusu bir haktır. Hakkı teslim edemiyor, şu veya bu nedenle sadece kalbi incinmesin diye derin duygular besleniyorsa bu da duygusal kişiliksizlik olur.
Kısaca vefa ve onun türevleri, etimolojik ve semantik bileşenler ile tamamlanmış, kemâle ermiş, eksiksiz; yapılan her şeyi ve her işi tam, bütün, tastamam, yerine getirmeyi ifade etmektedir.
Emanete riayet edenlerden, ahde vefa gösterenlerden ve sözüne sadık kalanlardan olma duasıyla… Her dem baki…