Kâtiller sürüsü ve biz

Kimi ve neyi yazmalıydım? İsrail başta olmak üzere ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve bunlara arka çıkan diğer Avrupalı kâtiller sürüsünü mü, yoksa zulüm ve haksızlık karşısında susan, hatta İsrail ve zikredilen devletlere direkt veya dolaylı yollardan destek veren sözüm ona Müslüman Arap devletlerinin ihânet içinde olan yöneticilerini mi?

GÜNLERDİR elim kaleme gitmedi. Bir taraftan yazmak istiyordum ama diğer taraftan da hiç içimden gelmiyordu yazmak. Çok hüzünlüydüm, çünkü Gazze yanıyordu…

Ancak susmayıp yazmak gerekiyordu. Çünkü “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandı”.

Lâkin kimi ve neyi yazmalıydım? 

İsrail başta olmak üzere ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve bunlara arka çıkan diğer Avrupalı kâtiller sürüsünü mü, yoksa zulüm ve haksızlık karşısında susan, hatta İsrail ve zikredilen devletlere direkt veya dolaylı yollardan destek veren sözüm ona Müslüman Arap devletlerinin ihânet içinde olan yöneticilerini mi?

Ya da dînî, siyâsî, ideolojik çekişmelerden paramparça olmuş, mezhepçilik ve meşrepçilik yapan Müslüman dünyanın darmadağınık hâllerini mi?

Veya akıllarını kullanmayarak bilim ve teknoloji üretemeyen, dolayısıyla bu rezil ve zelil durumlara düşen Müslüman halkların ahmaklıklarını mı?

Mâmâfih yüzlerce senedir “bir lokma, bir hırka” felsefesine râm olmuş, tarikatlar elinde beyinleri uyuşturulmuş, yıkanmış, mankurtlaştırılmış, meyyitleştirilmiş, “Akıl ve bilim de neymiş?” diyebilen ve böyle bir din anlayışına sahip olan skolastik kafalı “ruhban sınıfı” ve müritlerini mi? “İslâmî aydınlanma”ya karşı çıkan ve çağın gerisine düşen tutucu yobazları mı? Bazı “İslâmî gruplar”ın Orta Çağ’ın Hıristiyan dünyasında “meleklerin cinsiyeti”ne dair yapılan tartışmalara benzer tartışmaları hararetli bir şekilde yaparak bin dört yüz senedir çözülemeyen dînî meseleleri ısıtıp ısıtıp bu devirde hâlâ gündeme getirmelerini mi?

İslâm dünyasında yaşayan hemen hemen tüm Müslümanların Allah’ın Kitabını mânâ, maksat, murad ve hikmet bağlamında okumaktan vazgeçerek ve dahi Kur’ân’ı mehcûr bırakarak (kendi hâline terk ederek) sadece yüzünden okumayı mârifet sayan ve bunu da sayılara indirgeyen bir anlayışla içine düştükleri acınası durumlarını mı?

Buna karşılık Katolik ruhban sınıfının ya da akıl ve bilim düşmanı Kilise ve kardinallerin sultasından kurtularak Rönesans, Reform, Aydınlanma Çağı ve Sanâyi İnkılâbı’nı gerçekleştiren ve bugünkü bilim ve teknoloji düzeyine ulaşan Batı dünyasının Müslümanlara kök söktürmelerini mi?

Hangisini, hangisini yazayım?

“Uluslararası hukuk” diye bir şeyin olmadığını mı? “Temel insan hakları” söyleminin sadece bir güzelleme olduğunu mu?

“Demokrasi” denilen şeyin aldatmacadan ibaret sahte bir rejim olduğunu mu?

Birleşmiş Milletler Teşkilâtı (BM), Lahey Adâlet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi uluslararası kuruluşların aslında balon kuruluşlar olduğunu mu?

NATO denilen örgütün “eşittir ABD” olduğunu mu?

“Hak”, “hukuk”, “adâlet” denilen kavramların içlerinin nasıl boşaltıldığını mı? Aslında yeryüzünde geçer akçenin güce dayalı orman kanunu olduğunu mu?

Arap Birliği ve İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nın hiçbir işe yaramaz ve Müslüman halkların sorunlarını çözemez kof birer örgüt olduklarını mı?

Arap ve İslâm ülkeleri çoğu yöneticilerinin saraylarında saltanat süren birer despot ve diktatör olduklarını mı? Müslümanların dertleriyle hemhâl olmayıp gerçekte ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail gibi ülkelere hizmet ettiklerini ve onlara nasıl bağımlı olduklarını mı?

Müslümanların güya kardeş olduğunu ama gerçekte Yahudi ve Hıristiyanların kardeş olduğunu ve haksız oldukları hâlde birbirlerinin yardımına hemen nasıl koştuklarını şu son Gazze olaylarında net bir şekilde gördüğümüzü mü?

Müslüman halkların Gazze’deki vahşete karşı en fazla yaptıkları şeyin dua, beddua, salâ okuma, gıyâbî cenaze namazı kılma, slogan atma, hamâsî nutuklar çekme ve nümayişlerden ibâret olduğunu mu? Fakat bunların da neticede bir işe yaramadığını yıllardır gözlemleyerek nasıl şahit olduğumuzu mu?

Asıl şeyin kavlî duadan önce fiilî dua olduğunu yâni aklımızı kullanarak bilim ve teknoloji üretmenin elzem olduğunu mu? Böyle yapsaydık tüm bu zulümlerin başımıza gelmeyeceğini mi?

ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve İsrail başta olmak üzere tüm zâlimler ve kâtiller sürüsüne yıllarca beddua ettiğimiz hâlde hiçbir işe yaramadığını mı? Üstelik adamların bırakın dünyayı, uzaya dahi hükmettiklerini mi? Buradan hareketle “İlâhî adâlet” gereği Allah’ın çalışana ve emek verene hakkını vereceğini, tembel tembel, hımbıl hımbıl yatana da hiçbir şey vermeyeceğini mi?

Müslümanlar “armudun sapı, üzümün çöpü” diyerek sarık sakal, cübbe kıl, kutup gavs, şeyh kerâmet, menkıbe, hikâye, masal, rüyâ ve günde beş bin kez tesbih çekme işleriyle uğraşırken, atı alanın Üsküdar’ı nasıl geçtiğini mi?

Çuvaldızı önce kendimize, sonra da başkalarına batırmamız gerektiğini mi?

Söyleyin bana, hangisini, hangisini yazayım?