Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden Akdeniz’e

Osmanlı yöneticilerinin gafleti ile Navarin’de hezîmete uğramıştı Donanmamız. Yoksa üç devletin donanması böyle bir sonuca hiçbir zaman alamazdı. Üç devlet, kahpe bir plânla bu sonucu almıştı. Şu anda karşımızda duranların hepsi bu rûhu taşıyor.

ON yıllar öncesinden plânlarını yapıp zamanı gelince hayata geçiren Siyonist aileler ve onların uygulayıcıları olan Birleşmiş Milletler’deki beşli daimî çete, Türkiye’ye yapmak istediklerini gerçekleştirmek için şu an sanki tamamlanmış senaryoları uygulama aşamasına geçmek üzereler.

Amerika ve İran, çok iyi bildiğiniz üzere Suriye’de sıkışınca Rusya’yı devreye sokarak milyonlarca Sünnî Müslümanın ölümüne sebep oldular ve buna devam ediyorlar. Gerçekçi olalım ki, şu an durum çok vahim!

Bu çete, Türkiye bir NATO ülkesi olduğu için rahat edebilmek ve haklı görünebilmek için diğer bir NATO ülkesi olan Yunanistan’ı üzerimize tacizlerle sürüyor bir hatâ yapmamızı isteyerek. Maazallah, içimizde hainin hâddi hesabı yok, istemeyeceğimiz sayıda ve her yerdeler. Suriye’de Rusya’nın uçağını düşürdüğümüz gibi, Akdeniz veya Ege’de de ilk kurşunu gereksiz bir şekilde veya hatâ yahut içimizdeki hainler vâsıtasıyla atarsak, ellerine yıllardır bekledikleri kozu veririz ve üzerimize her taraftan gelirler.

12 Eylül Darbesi öncesi lise hayatımda yaşadığım bir olayı anlatarak, Türkiye’nin durumunu anlamak istemeyen insanlara aktarabilmek ümidiyle basit ve sade bir örnekten yola çıkıp tarif etmeye çalışayım… 

Bizim lisenin yüzde 20-25’i Ülkücü, yüzde 75-80’i Solcu idi. Ben ve bir kişi daha, toplam iki kişi Selâmetçiydik. Solcular o kadar duruma hâkimlerdi ki hâkimiyet kurmak için bazen Maocu, Leninci diye birbirleri ile çatışırlardı. Böyle bir ortamda, ders arasında bir Solcu arkadaşla, aramızda incir çekirdeğini doldurmayan bir konuda tartışma çıktı. Okuldaki güçlerini bildiği için, en son, “Herkes sınıfta gülebilir, ancak sen gülmeyeceksin” gibi çok garip bir müdahalede bulundu bana. Ben bunu kabul etmeyince, “Teneffüste seninle görüşürüz” diyerek beni tehdit etti ve teneffüse çıkınca, bir saniye bile tereddüt etmeden üzerime saldırdı.

Bir yumruk attı, kestim. Sonra bir tekme attığında ise ayağından tuttuğum gibi sıranın üstüne sırtüstü yatırdım. Ve herkes araya girince birbirimize bir yumruk dahi vurmadan ayrıldık. Esas senaryo bundan sonra ortaya çıktı!

Buraya kadar her şey doğaçlama idi, kendiliğinden gelişmişti. Bundan sonra ise tam bir plânlı saldırı ile karşılaştım. Elbette Allah’ın plânı bütün plânların üzerindedir…

Öğle arasında diğer Selâmetçi arkadaşımla, inşaatı yeni başlayan oklumuzun altında sohbet ederken, baktım ki tartıştığımız arkadaş, arkasında iri yarı, boksör bir arkadaşımızın ittirmesi ile tekrar üzerime saldırmak istedi. O benim üzerime yürüdü, ben onun üzerine yürüdüm. Bu bir müddet sürdü ve okuldaki arkadaşlar yine aramıza girdiler. Karşılıklı birbirimize hücûm ettik. Arkadaşım beni tutmaya çalışıyor ve bir taraftan da bana, “Bizi burada parçalarlar, sen ne yapmaya çalışıyorsun?” diye ikaz ediyordu. Birkaç arkadaşla beni tutmaya çalışırken, diğer bazı arkadaşlar da o arkadaşı tutmaya çalıştılar. Bir müddet itişmenin ardından yine birbirimize bir yumruk dahi vurmadan ayrıldık. Eğer birbirimize vurmuş olsaydık, büyük ihtimâlle o boksör arkadaş ile yanında gelen diğerleri devreye girecekti. Allah’ın yardımı ile hiçbir bir zayiat almadan o itişmeden çıkmak nasip oldu.

Sonrasında ne mi oldu? Allah, çocuğun yüreğine öyle bir korku verdi ki o olaydan sonra benden hep uzak durdu, hiç bana yaklaşmadı.

Günümüzde devletler bazındaki iteleme ile sahte kabadayılık rolü verilen Yunanistan, bize saldırmak için hazır bekliyor. Şu anda Yunanistan’ın arkasında, o boksör arkadaşın tartıştığımız arkadaşı üzerime sürmesi gibi Fransa ve diğer çete ülkeleri bulunuyor. Bir kavga çıkarsa, aşağıdan Suriye’de Rusya ve İran’ın yardımı ile Esed rejimi, ABD’nin yardımı ile PYD, yine İran ve Rusya’nın yardımı ile Ermenistan, Libya’da ABD, Rusya, Fransa ve İsrail’in yardımı ile Mısır’ın Sisi’si ve Hafter, üzerimize saldırmak için sıra bekliyor. Bu “paralı asker” görüntüsü veren devletler, belli zorlama ve vaatlerle başkaları adına vekâleten bize saldıracaklar.

Böyle bir durum vaki olursa, Amerika, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri ellerimizi tutmaya çalışacak. Diğer saydığım ülkeler de bize saldıracaklar. Peki, yanımızda kim durur?

Türk cumhuriyetlerinin hiçbiri Rusya’dan tam bağımsızlığını alabilmiş değil. Yıllar önce Ermenistan Azerbaycan’a saldırdığında biz nasıl Azerbaycan’a yardım etmeye cesaret edemediysek, Türk cumhuriyetlerinin yönetimlerinin çoğu da bize yardım etmeye cesaret edemezler. İçimizdeki hainleri de sayarsak, durum ortada!

İran hiçbir zaman bize yardım etmeyecek. Irak’tan da bize yardım gelmeyeceğini düşünüyorum. Yani çevre ülkelerden hiçbiri bize yardımcı olamayabilir. Sonuç olarak çevremizin kuşatıldığı aşikâr. Peki, bundan korkalım mı? Hayır! Sürekli dik durmak zorundayız. Allah’ın yardımı ile haklı olup dik durarak dâvâmızı savunmalıyız. Buna rağmen onlar bize saldırırsa, deli gibi, her noktadan üzerlerine saldırmak zorundayız. Birilerinin bize yardım etmesi için bekleyerek değil, Allah’ın yardımı ile düşmana saldırmak zorundayız.

Navarin Baskını’nı unutma!

Bu noktada, 1827 yılında kahpece yapılan Navarin Baskını’nı hiç unutmamamız gerekiyor. Yunan tarihi ile Osmanlı denizcilik tarihinin en önemli çakışma noktalarından biri olan bu baskın, Yunanistan’ın Navarin Limanı’nda bulunan Osmanlı Donanmasının, 1827 yılında İngiliz, Fransız ve Rus Donanmalarının ortak harekâtıyla beklenmedik bir biçimde baskına uğratılarak yok edilmesiyle sonuçlanmıştı.

Osmanlı Donanması, 1821 yılında başlayan Yunan bağımsızlık hareketini bastırmak amacıyla Navarin’de bulunuyordu. Gerçekte Yunan bağımsızlık hareketini bastırmaya çalışan asıl kuvvetler, Osmanlı Kara Kuvvetleriydi. Fakat her zaman olduğu gibi Osmanlı Donanması kara harekâtına destek oluyor, asker ve silah sevkiyatı yapıyordu. Ancak onun bu işlevi de çok belirleyiciydi. Çünkü bu nakil işlemlerinin kuzeyden kara yoluyla yapılması, ulaşımın uzunluğu ve güvensizliği nedeniyle çok zordu.

Navarin Baskını öncesinde İngiltere, Fransa ve Rusya, Yunanistan’ın bağımsızlığı konusunda anlaşmışlardı. Hattâ bu doğrultudaki önerilerini Osmanlı yöneticilerine açık olarak belirtmişlerdi. Üç ülkenin elçileri 11 Eylül 1827’de, Reisülküttap (Dışişleri Bakanı) Mehmet Sait Pertev Efendi’ye, Ege Denizi’nde güvenliğin kalmadığını, Avrupa ticâretinin de bundan zarar gördüğünü, ayrı bir Yunan devletinin kurulmasıyla savaşa son verilmesinin gerekli olduğunu söylediler. Osmanlı yönetiminin bu önerilere cevabı sert oldu ve bu soruna karışmamalarını istedi.

Ancak diplomatik baskılarla yetinmediler ve donanmalarını Navarin Limanı açıklarına demirlediler. 20 Ekim 1827 günü, hiç beklenmedik bir anda, Navarin Limanı’nda bulunmakta olan Osmanlı-Mısır Donanmasını bir baskınla yok ettiler. Osmanlı-Mısır Donanmasından 60 kadar gemi, dört saat içinde yok olmuştu. 6 bin kadar Türk ve Mısırlı asker şehit olurken, 4 bin kadarı da yaralandı. 12 İngiliz, 8 Rus ve 7 Fransız gemisinden oluşan ve bin 298 topu, 17 bin 500 askeri bulunan üç devletin asker kaybı ise sadece birkaç yüz civarındaydı ve gemi kayıpları yoktu.

Osmanlı Donanmasının böyle bir baskın karşısında hazırlıksız yakalanmasının temel nedeni, Osmanlı Devleti’nin üç devlet ile de savaş hâlinde olmadığından, yöneticilerin bu tür bir baskın ihtimâlini hesaba katmamış olmalarıydı. Nitekim bu yüzden Osmanlı Donanması, tarafsız bir denizde müttefik donanmasına geçiş yeri bırakmak amacıyla limanın sadece bir tarafına yığılmıştı. Böylece gerçekte çok kolay ve açık bir hedef hâline gelmişti. Limanın çıkışında üç devletin donanması durduğu hâlde, onlara karşı hiçbir çatışma düşüncesi ve hazırlığı içinde değildi Osmanlı. Başkomutan İbrahim Paşa da Navarin’deki karargâhını terk ederek Peleponez’deki ordularını denetlemeye gitmişti.

Osmanlı yöneticilerinin gafleti ile Navarin’de hezîmete uğramıştı Donanmamız. Yoksa üç devletin donanması böyle bir sonuca hiçbir zaman alamazdı. Üç devlet, kahpe bir plânla bu sonucu almıştı. Şu anda karşımızda duranların hepsi bu rûhu taşıyor. Erkekçe karşımıza çıkmayacak, yine kırk bin türlü kahpelikle bizi alt etmeye çalışacaklardır. Allah göstermesin!

Bugün Akdeniz’de bir savaş olsa, emin olun, bu sadece deniz ve sadece askerî hedeflerle sınırlı kalmaz. Sadece Navarin’deki gibi donanmayı batırmakla kalmaz konu ve her yönü ile Türkiye’yi taş devrine döndürme hesabıyla davranırlar. Bütün Suriye’yi yıkanların, bunun daha kötüsünü bizim için plânladıklarından hiç şüpheniz olmasın.

Avrupa ülkeleri ve Rusya, tarihte genellikle kahpece hareketlerle yol almış, başarı elde etmiş ve bizdeki hain ve gafiller sayesinde çok şey kazanmışlardır.  Şu anki durum da buna benziyor. Biz Yunanistan’la sürtüşme hâlindeyiz, ancak bütün Avrupa, Amerika ve Rus Donanmaları Akdeniz’de bize karşı ayan beyan ortada. Gaflete düşüp ama yeni bir Navarin’e yakalanmayalım! Akdeniz’deki bütün savaş gemilerinden her an saldıracaklarmış gibi pozisyon alıp, ona göre tedbirli olmamız gerekir.

Peki, bunca girizgâhın ardından başlığa taşıdığımız Kasım Süleymani konusunun bu durumla nasıl bir ilgisi var?

Süleymani Suikastı: Büyük tezgâhın ilk adımı

Belli ki Kasım Süleymani’nin füze ile öldürülmesi öncesinde ABD ile Rusya, aralarında ABD’nin İran, Rusya’nın da Türkiye’nin boynunu bükmesi yönünde anlaşmışlar. Bildiğiniz gibi ABD, füze ile İran’ın o sahadaki en büyük komutanı olan Kasım Süleymani’yi öldürdü. İran buna karşılık öteye beriye göz boyamak için boş füzeler atarak yenilgiyi kabul edip geriye çekilerek yerine oturdu. Sıra Rusya’ya gelince, Esed rejimi eliyle Türkiye’ye saldırıp Esed askerlerine hava koruması sağlayarak ve büyük ihtimâlle Esed’in uçaklarını da Rus pilotlarca kaldırarak Şubat ayında o alçak saldırı gerçekleştirildi.

Ancak işler istenildiği gibi gitmedi. Türkiye, hava savunma sistemlerine rağmen Esed rejimine çok büyük zayiat verdirince, Rusya, Türkiye ile mutabakat imzalamak zorunda kaldı. Bu kuyruk acısı sonrası Rusya, Libya’da bize bunu ödetmek istedi. Yine olmadı. Ermenistan vâsıtasıyla Azerbaycan’daki Türk ekonomik alanlarını hedef aldı, Türkiye’nin devreye girmesi ile şimdilik orada da bir başarı sağlayamadı. Şimdi önümüzde Akdeniz var. Allah bize yardım etsin!

Allah’ın (cc) yardım ettiği kimsenin boynunu hiç kimse bükemez. Rusya her an, her yerde, başta İdlib olmak üzere yeni tacizlerle karşımıza çıkabilir. Çünkü dünya ölçeğinde kuyruk acısını çıkaramamış bir durumda. Rusya bunu hiçbir zaman aklından çıkarmayacaktır.

Bu olaylar cereyan ederken, ABD, Rusya, AB ülkeleri ve İsrail, Türkiye’nin savaş kabiliyetini ve kararlılığını da bu vesîle ile test ediyorlar. Bu ülkelerin bir ikisi bu işi başaramaz. Hepsi bu işe hazır ve ona göre hareket edecekler. Biz Akdeniz veya Ege’de bir çatışmaya girdiğimizde, bütün şer güçlerle doğrudan veya dolaylı olarak savaşmak zorunda kalacağız. Böyle bir savaşta diğer argümanları da devreye sokacaklarını tahmin ediyorum. Bunlardan biri “HAARP” adlı deprem, sel baskını, tufan gibi büyük afet teknolojisi...

Marmara ve özellikle İstanbul’da bir yapay depreme başvuracaklarını düşünüyorum. Çünkü yıllardır insanlarımızı buna hazırladılar. Böyle bir şey olursa, kimse bunu yabancı güçlerden bilmez. Neden mi bu bölge? Büyük bir yıkım hedefledikleri için… Ayrıca Türkiye’nin ekonomisinin büyük yoğunluğu ve büyük üretim tesislerinin çoğunluğu bu alan içinde bulunuyor.

Diğer bir problem de Elon Musk eli ile küresel güçlerin hamleleri… Dünyanın her noktasını 24 saat gözetlemek ve istedikleri noktaya istedikleri anda bedava internet ulaştırmak ve yine bu uydular vâsıtasıyla istedikleri her noktadan operasyon yapmak isteyeceklerdir. Elon Musk, herhâlde babasının hayrına 42 bin uyduyu tepemize dizmiyordur? Aklınıza gelen ve gelmeyen her konuda üzerimize gelecekleri aşikâr! Olur veya olmaz, bilemem, ancak Akdeniz’de sıkıntı başlayınca, Ankara’da Koronavirüs patlama yaptı, ne dersiniz?

Şer güçler, yüzyıllar boyunca birlikte hareket etmelerine rağmen Haçlı savaşlarından çok ciddî başarılar elde edememişlerdir. Bundan dolayı erkekçe karşımıza çıkmaktansa, her türlü kahpeliği deneyeceklerdir. İçimizdeki hainlerse kendilerine iktidar olma imkânı çıkacağı umuduyla onlara yardım edeceklerdir. Fakat Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin aklı, askerî olarak Ege’de ve Akdeniz’de her türlü hazırlığı yapmıştır, yapmaya devam etmektedir.

Bitirirken, şu iki âyeti sizlerle paylaşmak isterim -ki bizde millet olarak, aralıksız şekilde Devletimiz ve milletimiz için bir sıkıntı çıkmadan önce Rabbimize yalvarmayı unutmayalım-:

“(Ey Muhammed!) Nûh’u da hatırla! Hani o daha önce bize yalvarmış, biz de onun duâsını kabul etmiştik. Sonunda hem kendisini, hem de iman eden ailesini o çok büyük felâketten (Tufan’dan) kurtarmıştık. Âyetlerimizi yalanlayan topluluğa karşı ona yardım edip intikamını aldık. Gerçekten onlar çok kötü bir topluluktu. Bu yüzden biz de onların hepsini suda boğuverdik.” (Enbiyâ, 76-77)

İnşallah hepsinin Akdeniz’in sularına gömüldüğünü görürüz!