Kaş ile Göz (9)-ABD’nin Afganistan macerasının sonu: Fiyasko!

ABD’nin, savaş bölgesinde, 2001-2021 tarihleri arasında yaptığı operasyonlarının tahminî bedelinin 2 trilyon dolar olduğu belirtilmektedir. İngiltere 30, Almanya da 19 milyar dolar harcadı. ABD’nin yirmi yıl sonra edindiği tecrübe, kendisine pahalıya mâl oldu. Ağır malî kaybının yanında daha önemlisini, “itibarını” yitirdi! Bu, Vietnam bozgunundan da ileri prestij kaybıydı.

TALİBAN’ı dize getirmek için Afganistan’a giren ABD, yirmi yıl sonra arzusunu gerçekleştirmeden çekilmek zorunda kaldı. Hem de ne çekilme! Kaçarken arkasını sağlama almak için Taliban’la anlaştı. Yardımına mukabil, milyarlarca dolar değerinde silah araç ve gereçlerini düşmanına bıraktı. ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley, “Taliban’ın eline geçen askerî teçhizatı isteseydik imha edebilirdik” şeklinde demeçler verdi. Bu yüzden bir kısım yazarlar ABD’nin taktik icabı silahları bıraktığına dair komplolar geliştirdiler.

Silahları beraberinde götürmek zor ve zahmetli ise, ABD hepsini imha edebilirdi. Geri götürmek olacak iş değil zaten. Çünkü küresel silah şirketleri, tüketilsin diye harpler icat ediyorlar. Ancak imha etmek de faydasızdı. Emniyet içinde kaçabilmek için düşmanlarına harp ganimeti bırakmalıydılar. Anlaşmadan memnun kalan Taliban, iktidara yürümek için hem savaşmak zorunda kalmıyor, hem de bir devleti donatacak miktarda silah ve ekipmana sahip oluyordu. İlişikteki tablo incelendiğinde, söylediklerimizin ciddiyeti ortaya çıkar.

 

Silah mühimmatı bir yana, helikopter ve uçak gibi ağır araçlar da Taliban’a bırakılmıştır. Bunlar hâricinde, bir oda dolusu doların da verildiği basında yayınlandı.

Bu silah ve mühimmatı üreten küresel sermaye çetesi için savaşı kimin kazandığı veya kaybettiği önemli değil. Onlar için önemli olan, harcanan silahların ve mühimmatın yerine yenilerini imâl ederek kârlarını arttırmalarıdır. Ölenler, yaralananlar, sakat kalanlar, acı ve ıstırap çekenler hiç umurlarında değildir. Kim kazanmış, kim kaybetmiş; boş işler! Her millette kiralık adamları olduğundan, devletler arasında ihtilaflar çıkarmak çok kolay. “Gözünün üstünde kaşın var” kabilinden basit sebeplerle…

Küresel sermaye çetesinin tek derdi, yeni ihtilaflarla yeni savaşlar plânlayarak, hangi silahların ve bombaların ne miktar imâl edilebileceğidir. Bu bakımdan yeryüzünün herhangi bir yerinde beklenmeyen bir çatışma olursa, savaşın gerçek galibi küresel sermaye çetesidir!

“İkiz Kulelerin vurulması” bahanesiyle müsebbibi gördüğü Taliban ve El-Kaide’yi yok etmek için Afganistan, ABD tarafından işgal edilmişti. Hâlbuki Taliban’ı ve içindeki El-Kaide grubunu Ruslara karşı örgütleyen kendisiydi. ABD hem silah ve teçhizat yardımı yaptı, hem de askerî destek verdi. Ruslar yenilip çekildikten sonra meydan boş kaldı. Afganistan gibi Orta Asya’nın en stratejik bölgesini almayı hedefleyen Amerika’nın işgal için geçerli sebepler ve yeni düşmanlar üretmesi gerekiyordu. “Pearl Harbor”da olduğu gibi, Kulelerin vurulmasına da göz yumdu. Mazlum (!) ABD hazırdı artık: Düşman Taliban ve El-Kaide, hedef ise Afganistan...

“Dünyayı teröristlerden kurtarmak” mesajı dört bir yanda yankılandı. 11 Eylül Hâdisesi’nden sonra “terörle mücadele” sloganıyla Afganistan’ı işgal eden ABD, Taliban’ı bitireceğini söylüyordu. Bunun mümkün olmadığını kısa zamanda anlayan Coniler, hedeflerine ulaşmak için iş başına getirdikleri Kâbil hükûmetini kullanmaya karar verdiler. Yetkililerin açıklamalarına göre Afgan hükûmetinin güvenlik güçlerinin eğitim ve teçhizatına yirmi yılda 83 milyar dolar harcandı. Yaklaşık 300 bin kişilik bir ordu teçhiz edildi. Edildi de ne oldu? İlerlemekte olan 70 bin kişilik Taliban kuvveti karşısında mücadeleden imtina edip dağıldılar. Bu da Amerikalıların eğitiminin kalitesi hakkında gösterge oldu.

Taliban’ın (Afgan hak taliplerinin) az sayılabilecek bir kuvvetle yurt genelinde söz sahibi olabilmesi, bir halk hareketinin temsilcisi olduklarının ispatıdır. Emperyal niyetlerle vatanlarını işgal edenlere karşı kıyasıya savaşmışlar ve sonunda muzaffer olmuşlardır. Hangi inanca, hangi ideolojiye sahip olursa olsunlar, bu mücadeleleri takdirle karşılanmalıdır.

Orta Asya’nın coğrafî stratejik konumunda olan Afganistan, emperyal devletlerin göz diktiği bölge olmuştur hep. Önce İngilizler, sonra da Ruslar şanslarını denediler. Bunların ağır yenilgilerinden ders almamış görünen ABD, kendinden emin ve kararlı şekilde içeri daldı.

Anadolu Ajansı’nın haberine göre ABD’nin, savaş bölgesinde, 2001-2021 tarihleri arasında yaptığı operasyonlarının tahminî bedelinin 2 trilyon dolar olduğu belirtilmektedir. İngiltere 30 milyar dolar, Almanya da 19 milyar dolar harcadı. ABD’nin yirmi yıl sonra edindiği tecrübe, kendisine pahalıya mâl oldu. Ağır malî kaybının yanında daha önemlisini, “itibarını” yitirdi! Bu, Vietnam bozgunundan da ileri prestij kaybıydı. Kulakları düşmüş, kuyrukları kısılmış vaziyette eve dönen Coniler, sağ kaldıkları için yine de mutluydular.


Yirmi yıllık işgaldeki insan kayıpları

Associated Press, 31 Ağustos’ta tahliyelerin tamamlanmasıyla geçen yirmi yıllık süre zarfında yaşanan kayıplar hakkında bilgi verdi. Buna göre 2 bin 448 Amerikan askeri hayatını kaybetti. ABD’nin yanında yer alarak Taliban’a karşı savaşan Afgan hükûmetinin asker kaybı ise 66 bin civarında. Afganistan’da NATO bünyesinde görev yapan muhtelif ülkelerin kaybı ise bin 144 asker.

Rakiplerine karşı mücadele veren Taliban mücahitleri (ki ABD, Ruslarla savaşırken bunları “Mücahit” olarak anarken, durum tersine döndüğünde adları “terörist” olmuştu) 51 bin 191 savaşçısını yitirdi. Savaşta en fazla etkilenense -her savaş bölgesinde olduğu gibi- Afgan sivillerdir. Bildirilen rakam 47 bin 225 Afgan vatandaşı ise de gerçek sayının bunun çok çok üstünde olduğu bir gerçektir. Anadolu Ajansı’na göre 71 bini sivil olmak üzere 241 bin kişi hayatını kaybetmiştir.

Sarp dağlarda Afgan savaşçılarıyla yüz yüze savaşı göze alamayan ABD ve NATO kuvvetleri, daha çok hava taarruzlarıyla bombalamayı yeğliyorlardı. Çünkü Mücahitlerin hava gücü yoktu. Karşı duracak silahları da… Havadan bombalama kolaydı ve risk taşımıyordu. Yerde görülen her kalabalık, savaşçı olup olmadıklarına aldırış edilmeden imha edilmekteydi. Kayıtlara “Terörist öldürüldü” diye geçilmesi yeterliydi. Birleşmiş Milletler’in Afganistan temsilcilik bürosu UNAMA, 2008 yılındaki Amerikan hava saldırıları sonucunda 828 Afgan sivilin öldürüldüğünü raporunda bildirmiştir.

Afganistan eski Cumhurbaşkanı Hamid Karzai döneminde, Amerika ile Afganistan arasında imzalanan askerî anlaşma gereğince Amerikan Hava Kuvvetleri’nin gece operasyon yapamayacağı kararının yanı sıra ayrıca evlere baskın olmayacağına dair karar alınmasına rağmen, yasaklar hep ihlâle uğramıştır.

Meselâ 3 Ekim 2015 tarihinde, Afganistan’daki Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) teşkilâtına ait Kunduz şehrindeki bir hastane, bir saat boyunca hedef alınmış ve hastaların da aralarında bulunduğu 42 kişi hayatını kaybetmiş, 65 kişi de yaralanmıştı. Amerika Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM), hastanenin “vurulmayacak yerler” listesinde olduğunu bildirirken, mazeretleri art arda sıralamıştı: “Askerlerin bu listeye ulaşımı olmadığı, bazı askerlerin angajman kurallarına uymadıkları, insan hatası ve ekipmanların arızalanması nedeniyle bu katliamın savaş suçu kapsamına girmeyeceği” gibi sudan bahaneler…

Şubat 2012 tarihinde NATO’nun Begram Üssü’nde Kur’ân-ı Kerim’in yakılması haberini duyan Afgan halkı, yurt genelinde protesto gösterileri yaparak tepkisini dile getirmişti. NATO askerlerinin halkı dağıtmak için açtıkları ateş sonucu otuz Afgan da bu olaylarda şehit olmuştu.

11 Mart 2012’de Amerikalı asker Robert Bales, Kandahar’daki birliğinden ayrılarak çevredeki Pençvai köyüne gidip evlere baskın yapmış, dokuzu çocuk olmak üzere 17 sivili öldürmüştü. Öldürmekle yetinmemiş, cesetleri yakarak imha etmişti. Batılı medya, hâdiseyi hafifletmek için askerin cinnet geçirdiğine dair yazılar yazdı. Karzai hükûmeti, askerin Afganistan’da mahkeme edilmesini istese de Amerikan askerî yetkililer askerin Afganistan’da sorgulanamayacağını söyleyerek önce Kuveyt’e, ardından da Amerika’ya kaçırdılar. Köy halkı, mütecaviz askerin yalnız olmadığını, en az 15 sarhoş   

Amerikalı askerin köye baskın yaparak evleri ateşe verdiğini, sağa sola kurşun yağdırdıklarını söylemişse de Amerikalı yetkililer şahitlerin ifadelerini kâle almadılar. Suç bir askerin üzerine kaldı ama onu da bulana aşk olsun!

Yirmi yıllık süre zarfında Afganistan’da bunlara benzer birçok baskın, tecavüz ve katliam hâdisesi yaşandı. Çoğunun üzeri örtüldü, kamuya yansımadı. Afgan dağlarındaki uzak köylerde vuku bulan vahşetlerin duyulmasının imkânı yoktu zaten.

Amerikalı askerlerin, bombardımanlarda kimyasal nitelikli silah kullandıkları da vahşetin bir başka boyutu. Radyoaktif maddelerin solunmasıyla iç organların bozulduğu, insan DNA’sının menfi yönde etkilenerek genetik bozukluklara yol açtığı uzmanlarca belirtilmektedir. Afgan fen âlimi Dr. Muhammed Davut Mirki, “Demokrasi Sonrası Afganistan” adlı kitabında, Amerikalıların uranyumlu bomba ve roket kullandıklarının tespit edildiğini, insanlarda genetik bozuklukların görüldüğünü, birçok bebeğin sakat doğduğunu, kanserlerin çoğaldığını, uranyum parçacığı soluyan kuşların ağaç dallarında eridiğini, suların ve çevrenin uzun müddet kalıcı şekilde kirletildiğini yazmaktadır.

Şimdi haklı olarak soruyoruz: Ey Amerika ve ey Batılı müttefikleri, övüne övüne bitiremediğiniz, geri kalmışlıkla suçlayarak üçüncü dünya ülkelerine getirmeye çalıştığınız demokrasi bu mu?

Tarihin tekrarı mı?

2001’de Afganistan’daki senaryonun benzeri, Suriye’de tezgâhlandı. Ay’ı fetheden astronotların çekimini yapan “Hollywood”, bu sefer DAEŞ militanlarının “kafa kesme” sahnelerini imâl ediyordu. Orta Doğu’yu vahşi DAEŞ teröristlerinden kurtarmak işi de fedakâr (!) ABD’ye düşüyordu. Amaç, “Siyonizm”in derin plânlarına hizmetti. Amaç, Irak ve Suriye’de küçük küçük devletçikler oluşturularak, bu iki ülkeyi ileride yutulması kolay lokmalar hâline getirmekti. Böylelikle Nil’den Fırat’a kadar “Arz-ı Mev’ud” hikâyesi de gerçekleşecekti.

Her fırsatta terörizmden hiç hoşlanmadıklarını beyan eden ABD başkanları, diğer bir terörist örgüt olan YPG’ye dört elle sarıldılar. Güya DAEŞ terörünü bitirmek için YPG’den yararlanıyorlardı. Siyonizm’in küresel silah şirketlerinin fabrikaları yoğun faaliyetteydi. 2018 yılına gelindiğinde 22 bin tır dolusu silah ve mühimmat YPG’ye aktarılmıştı.

Anglosakson kafalar, işlerinde genellikle maşa kullanmayı severler. Güneşi batmayan imparatorluğun devlet adamları, Osmanlı güneşinin batmak üzere olduğu demlerde menfur plânlarını tatbikata koyuyorlardı. Yunanistan’ı çeşitli vaatler ve yardımlarla Anadolu’ya saldırttılar. Avrupa’nın şımarık veletlerinin de “Megola İdea” hikâyesi vardı. “Hasta adam” olarak nitelenen Türk milletine son darbeyi vurmak için Ege sahillerine akın ettiler. Ankara’nın bozkırlarına doğru ilerlerken, sergiledikleri vahşetlerle, Yunan medeniyetinin ne menem bir şey olduğunu ispatlıyorlardı. Güya kendileri Helen hümanizmasının temsilcileri, bizlerse barbardık. Hiç düşünmediler mi ki, dört yüz küsur sene idaremiz altında refah yaşadılar da, eğer isteseydik, bir tekinin bile o gün hayatta kalma şansı olmazdı. Ama onlar nasıl davrandılar? Osmanlı Devleti’nin zafiyetinden istifade ederek Avrupalıların kışkırtmasıyla… 1821’de Mora’da isyan çıkararak, bir günde on binlerce Türk sivili kanlı şekilde katlettiler. Kim medenî? Kim barbar?

“Mahvoldu” sandıkları Türk milleti, ayağa kalkıyor ve Yunan zalimlerini gerisin geriye, Ege sahillerine kadar kovalıyordu. Sağ kalanları, İngiliz gemilerinin sayesinde soluğu Atina’da aldılar.

Tarih tekerrür mü ediyor, ne? Yunanistan Cumhurbaşkanı, 13 Eylül 2020 tarihinde, Antalya’nın Kaş ilçesine bir atımlık mesafede olan “Göz” (Meis) adasına geldi. Adadaki askerlerini ziyaretiyle bir şeyler ima ediyordu. Aynı gün, Millî Savunma Bakanımız Hulusi Akar, “Kaş” ilçesine hareket etti. Topçu subayımız Mustafa Ertuğrul’un kabrini ziyareti ise anlamlı mesajlar içeriyordu. Mustafa Ertuğrul, 1893, Girit adası doğumlu ve 1961 yılında da Antalya’da vefat etmiş bir isimdir. Dört adet 7.7’lik top bataryası bulunan birliğiyle 9 Ocak 1917 tarihinde, Kaş’ta yaptığı atışla İngiliz uçak gemisini (Ben My Chree) vuran ve batıran bir Türk subayıdır Mustafa Ertuğrul. Dünya tarihine, “ilk uçak gemisini batıran Türk subayı” olarak adını yazdırmıştır. Daha sonraları yine karadan yaptığı atışlarla Fransız “Paris2” ve “Alexandra” adlı savaş gemilerini de deniz dibine boylatmıştır. (Geniş malûmat için Haber Ajanda dergimizin 169’uncu sayısındaki “Kaş ile Göz-2: Örtülen Zaferler” başlıklı yazımızı lütfen okuyunuz.)

Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayiinde yapmış olduğu atılımlardan endişe duyan ve panikleyen Yunanistan, AB ve ABD’ye SOS sinyalleri yollamıştı. Fırsatı kaçırmayan ABD ise Girit’e, Stefanovic’e, Larisa’ya, Selânik’e ve Dedeağaç’a yeni üsler kurdu. Güney Kıbrıs’ı ve Yunanistan’ı silahlandırmaya başladı. Ekonomisi dibe vuran, AB’ye olan borcunu ağlamaklı dille ödeyemeyeceğini söyleyen Yunanistan da Fransa’dan gemi ve uçaklar satın alarak borçlanmış, ABD’den ise F-35 için talepte bulunmuştu. Sırtını sağlama aldığını sandı, eline yeni silahlar geçti ya, “Palikaryalığı” tuttu. Türkiye’ye meydan okur demeçler verme cüretinde ve gafletinde bulunmaya ise devam ediyor.

Tarihten ders almak lâzım. Hafızası zayıf milletler, tarihin tekrarına neden olurlar. Türk milleti, tarihten ders almayanlara yeni dersler vermeye her zaman hazırdır!