
BATI Anadolu’yu kuzeyden güneye çevreleyen adalar, arazi
alanı hüviyetinden ziyâde stratejik öneme haizdir. Anadolu’nun güvenliğiyle
yakın alâkalıdır. Lozan’a göre, Batı Anadolu ile Ege Denizi’nde Yunanistan’a
bırakılan adaları ayıran sınır çizgisini çizmek bile hayli zor. Göz (Meis)
adası Kaş sahiline âdeta yapışmış gibi. Sınır çizilemiyor (Şekil-1).
Şekil-1: Ege Denizi’ndeki adaları Anadolu’dan ayıran sınır hattı…
Ne yazık ki, Lozan’daki murahhaslarımızın adaları mâlî
değeri fazla olmayan, idarî mâliyeti külfetli birer toprak parçası olarak
değerlendirdikleri anlaşılıyor. İkinci murahhas Dr. Rıza Nur hatıratında bu
konudan bahisle, “Birinci komisyonun diğer bir işi de Adalar meselesidir. Bunların
bir kısmı Yunanlıların, bir kısmı İtalyanların elinde… Türkiye’nin onları ne
almak, ne de sonra muhafaza etme kuvveti var. Deniz aşırı… Muhafazaları büyük
masraflar ister. Yalnız Çanakkale Boğazı’nın ağzını tıkayan bir iki adayı
almalıyız. Alabilirsek kâr. Öbür tarafı
uğraşmaya değmez. Yunan veya İtalya; bizde olmayınca kimde olursa olsun… Bize
Meis adası sahilimize pek yakın olduğundan verilmesini Rauf (Başvekil Rauf Orbay),
hükûmet namına ısrar ile yazdı. Fakat bir
ufak ve kayalık yermiş, neye yarayacak?” der (Hayat ve Hatıralarım, sh. 1013).
Aman Yâ Rabbi! Bir milleti temsil edenlerin iktisadî
ve siyâsî görüşüne bakın! “Muhafazası masraflı olur” diye Adalara sahip olmaya
tenezzül etmiyorlar. Bir de, “Bizde olmayınca kimin olursa olsun” demesine
bakın! Sizinle harp etmiş, Batı Anadolu’da gözü olan düşmanınızın burnunuzun
dibinde olmasının hiç mi önemi yok? Ya Ankara Hükûmeti’nin tutumuna ne demeli? Yalnız
Meis adasını almakta ısrar ediyor. “Adalardan vazgeçtik de bâri “Göz (Meis)”
adasını isteyin” deniliyor. Neden “Göz” adası? Çünkü sahilimize çok yakın. Diğer
milletlere karşı ayıp olur diye düşünüyorlar.
Peki, “Göz” adasını alabilirler mi? Alamazlar. Çünkü
Dr. Rıza tenezzül etmiyor. “Hem ufak, hem kayalık yermiş, neye yarayacak?” diyor.
Baştan kaybettik! Çünkü heyette lîsana hâkim bir o var. İsmet Paşa başmurahhas
ise de, lîsanı olmadığından, Dr. Rıza, söyleyeceklerini kâğıda yazıp eline
tutuşturuyor. Kulağı da pekiyi işitmiyor zâhir...
25 Kasım 1922 tarihinde Lozan’da yapılan toplantıda
heyetimiz, Adalar hakkındaki taleplerini iki madde olarak ortaya koymuştur.
Özetle: (1) Çanakkale Boğazı’na yakın İmroz, Bozcaada, Semâdirek adalarının
istenmesi. (2) Diğer adaların askerlikten tecrit edilmeleri.
Görüldüğü gibi 12 Adalar talep listesinde yoktur. Bu
tür anlaşmalar icabıdır ki, siz makul göreceğiniz miktardan birkaç misli
fazlasını istersiniz de karşı tarafı arzu ettiğiniz seviyeye ikna edebilesiniz…
Baş murahhas İsmet Paşa ise baştan Adaları sahiplenmemiş, askerlikten
arındırılmasını kâfi görmüştür. İsteselerdi de vermeselerdi. O zaman “Uğraştık,
didindik ama alamadık” diyecek mazeretleri olabilirdi. Ama talep edilmemiştir.
Büyük hatâ!
Müzakereler sonunda Boğaz kıyısındaki İmroz, Bozcaada,
Limni ve Tavşan adalarının bize bırakılması kabul edildi. Limni ve Tavşan
adalarının bizim listede yeri yoktu. Neden verdiler? On İki Adaları “mâlî
külfetten” dolayı istemediğimizi öğrenen muarrızlarımız, “Mâlî giderlerini daha
da ağırlaştıralım da günlerini görsünler!” diye vermiş olabilirler mi? Fakat
Limni adası zapta geçmemiş. Yetkililer alt komisyon askerî müşavirimiz Tevfik
Bıyıklıoğlu’nun bunu yazmayı unuttuğunu söylüyorlar. Tutanaklara geçmediği için
koskoca ada elden çıkarılarak Yunanlılara kaptırılmıştır. Durumu öğrenen Lord
Curzon, “Türklerin adaya ihtiyacı yok ki… Verdiğimiz hâlde almadılar” şeklinde
alay etmiştir. Bıyıklıoğlu’nun günahına girmeyelim, belki de unutmadı
adamcağız. Mâlî bütçemiz kabarmasın diye yazmamış da olabilir.
Neyse… Netîceye yine de şükredelim. Neden mi? Bu heyet, Marmara Denizi’mizdeki adalarımızı da kaptırabilirdi de ondan!
“Biz çocuklarımıza Lozan Muahedenâmesi’ni alkışlatırız ama onlara bunun içinde ne olduğunu öğretmeyiz. İstikbâlde Türk çocuklarının Lozan Muahedenâmesi’ni reddedecekleri muhakkaktır.” (Hasan Tahsin Banguoğlu, CHP Edirne Senatörü, 1965, Meclis konuşmasından)
Türkiye-Libya Anlaşması
Lozan’daki murahhaslarımız adaların önemini lâyıkı ile
idrak edememişlerse de, bugün hayatî önem arz ettiği, cümlenin malûmudur. Hele
“ufak, işe yaramaz kayalık yer” olarak nitelenen Göz (Meis) adası, devletlerarası
anlaşmaları etkileyecek düzeyde öneme haiz olmuştur.
Son zamanlarda Doğu Akdeniz havzası, enerji potansiyelinin
neden olduğu münhasır ekonomik bölge sınırlamalarıyla dünya siyâsî gündemine
damgasını vurdu. Peki, havza içerisindeki devletlerin yakından ilgilendiği, zaman
zaman birbirlerine düştüğü enerji stokunun kapasitesi ne? Amerikan Jeolojik
Araştırma Merkezi’nin (USGS) yaptığı ve 2010 yılında yayınladığı rapora göre Kıbrıs,
Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan, adına “Levant Havzası” denilen bölgede
1.7 milyar varillik iki petrol rezervi bulunuyor. Doğal gaz zenginliği ise daha
iştah kabartıcı! Tahmin edilen rezerv, 3.45 trilyon metreküptür.
Ayrıca Kıbrıs adasının çevresinde, Nil delta
havzasında, Girit adasının güneyinde “Heredot” olarak adlandırılan bölgede de
zengin hidrokarbon yataklarının bulunduğu tespit edilmiştir. Bunların yaklaşık
toplam değerinin 1.5 trilyon dolar olan 30 milyar varil petrole eş değer olduğu
hesaplanmaktadır. Buna göre bu miktarın, Türkiye’nin 572 yıllık gaz ihtiyacını,
Avrupa’nın ise 30 yıllık gaz ihtiyacını karşılayabileceği söyleniyor. Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığının (TPAO) tespitlerine göre, Türkiye’nin Doğu
Akdeniz’deki, Antalya Körfezi ve civarı dâhil olmak üzere, deniz yetki
alanlarında zengin gaz hidrat yatakları vardır. Seksen bin kilometrekarelik bir
alanı kapladığı tahmin ediliyor.
Levant havzasına kıyıdaş devletlerin 2010 yılından
itibâren münhasır ekonomik bölge sınırlaması yaptığı biliniyor. Biz de 2011
yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile kıta sahanlığı sınırlandırma
anlaşması yaptık. İkinci olarak 27 Kasım 2019’da Türkiye ile Libya arasında
deniz yetki alanlarını sınırlandırılmasına dair mütabakat, Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan ile Libya Ulusal Hükûmeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al-Sarraj
arasında İstanbul’da imzalandı (Şekil-2).
Şekil-2: Türkiye-Libya Deniz Alanları Hattı…
Libya ile söz konusu mutabakat girişimlerinin aslında
çok daha önceden başladığı biliniyor. Devrik lider Muammer Kaddafi zamanında
görüşmeler yapılıyordu. Yapılan anlaşmaya göre Türkiye’nin Antalya ilinin Kaş
sahillerinden başlayan hat, 30 kilometre sınır çizgisiyle Libya’ya uzanıyor.
Türkiye’nin yapmış olduğu anlaşmaya itiraz eden
Yunanistan, adalarının deniz yetki alanlarının ihlâl edildiği iddiasında. Ona
göre Meis (Göz) adası bu hatta engel teşkil etmekte. Yunan tezi baz alındığında
yani adaların deniz yetki alanları kabulünde Türkiye’nin hiçbir denizde alan hâkimiyeti
kalmıyor. Bir Türk denizcisi balık avlamak için Ege ve Akdeniz’e açıldığında,
Yunanistan’dan izin almak zorunda kalacak. Bu tezin kaynağı, Batı Anadolu’nun
kıta sahanlığında kalan, Anadolu’muzun deniz altındaki devamıyla ilintili ihmakârlığımızın
ve hileli oyunlar sebebiyle Yunanistan’a kaptırılan burnumuzun dibindeki
adalar.
Akdeniz’e en uzun kara sınırı olan Türkiye’den, sahil
kenarında olta ile balık tutmasıyla yetinilmesi istenmekte. Bu, aslan ağzından
lokma almak gibi bir şey. Asla kabul edilemez!
Dışişleri Bakanlığı’mızın Yunan tezine verdiği cevap, “Türkiye’nin,
Doğu Akdeniz’in en uzun anakara kıyısına sahip olduğu ve kıyı projeksiyonun
adalarla kesilemeyeceği” şeklindedir.
Adaların karasuları dışında deniz yetki alanı
oluşturamayacağını ve deniz yetki alanları hesaplaması yapılırken kıyıların
uzunluklarının ve yönlerinin hesaba katıldığının Yunanistan dâhil herkesçe bilindiğini
kaydeden Dışişleri Bakanlığımız, bu açıklamayla örneğin Meis adası gibi Yunan
adalarının Türkiye ile Libya arasındaki deniz yetki alanlarını bölemeyeceğini
açıkça bildirdi. Mevzu dönüp dolaştı, yine Göz (Meis) adasına geldi.
Lozan’daki murahhasımız Dr. Rıza Nur yattığı yerden
kalksa da, “Bir ufacık kayalık yer, neye yarayacak?” dediği Göz (Meis) adasının
başımıza ne dertler açtığını görse! Ayak altında dolaşmaz, utancından tekrar
geldiği yere döner herhâlde…
27 Kasım 2019’da imzalanan Türkiye-Libya Anlaşması’nın
Birleşmiş Milletler’de onayı için 11 Aralık 2019 tarihinde başvuruldu. İki
ülkenin Akdeniz’deki yetki alanlarını belirleyen anlaşma, 30 Eylül 2020
tarihinde tescil edildi (Belge-1).
Belge 1: Türkiye-Libya Deniz Yetki Alanı Anlaşması’nın Birleşmiş Milletler’deki tescil belgesi…
Tescil metninde şu ifadeler bulunuyor: “Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 102’nci Maddesine
göre aşağıdaki uluslararası anlaşmanın sekreterliğe kaydedildiğini kabul eder.”
(Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Twitter hesabından,
“Birleşmiş Milletler anlaşmayı tescil etti” ifadeleriyle bu haberi duyurmuştur.)
Yunanistan-Mısır Anlaşması
Türkiye’nin Libya ile yapmış olduğu anlaşmadan oldukça
telâşlanan Yunanistan, ittifak arayışlarına girişti. 6 Temmuz 2020 tarihinde
Mısır ile deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması imzaladı. Mısır
Dışişleri Bakanı Samih Şükri ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikas Dendias,
başkent Kahire’de toplantı düzenledi (Şekil-3).
Şekil-3: Türkiye-Libya Anlaşması (diagonal paralel çizgiler)//
Mısır-Yunanistan Anlaşması (koyu renkteki dik paralel çizgiler)…
Yaptığı açıklamada Şükri, söz konusu anlaşmanın Yunanistan
ile ekonomik işbirliği konusunda yeni ufuklar açtığını söyledi. Ankara, Almanya’nın
aracılığıyla Türkiye ile Yunanistan arasında müzakerelerin başlatılacağının
duyurulacağı resmî açıklamalardan bir gün önce, Bakan Dendias’ın âniden Mısır’a
giderek anlaşma imzalamasına atfen, “Türk-Yunan müzakerelerini daha başlamadan
torpillemek için yapıldığını” ifade etti.
Meis (Göz) adasının güneyindeki Rodos adasından güneye,
Mısır’a dik inen Yunan-Mısır hattı, Kaş kıyılarından Libya’ya uzanan Türkiye-Libya
hattı ile kesişiyor. Dolayısıyla her iki hat, Doğu Akdeniz’de ortak bölgeler
ihtiva ediyor. Yunanistan, Türkiye ile Libya arasındaki anlaşmanın hukuk dışı
olduğunu iddia ederken, Çavuşoğlu ise Yunanistan’ın Mısır ile yaptığı
anlaşmanın yok hükmünde olduğunu, Libya ile yapılan anlaşmanın ise
“uluslararası hukuk ve deniz hukuku kurallarına uygun” olduğunu belirtti. Birleşmiş
Milletler (BM) tarafından tanınmış meşru hükûmetle yapılan anlaşmada yer alan
koordinatların BM’ye bildirilmesiyle, anlaşma uluslararası kayıtlara geçmiş
olmakta. Böylece Yunanistan’ın yapmış olduğu hareket meşru bir anlaşmayı
sabotaj mâhiyeti taşıdığından “yok hükmünde” tanınmaktadır (Şekil-4).
Şekil-4
Beri yandan Yunanistan ile yapmış olduğu anlaşma,
Mısır açısından Doğu Akdeniz’de önemli ölçüde alan kaybına yol açmaktadır. Bu
bakımdan Mısırlı muhalif partilerin itirazları var. Bina ve Kalkınma Partisi
eski Başkanı Tarık ez-Zumur ve Ulusal Konsey eski üyesi Üsame Rüşdi’nin de
aralarında bulunduğu Mısırlı muhaliflerin yaptıkları ortak yazılı açıklamada, Yunanistan
ile imzalanan sözde deniz yetki alanlarını belirleyen anlaşmaya karşı oldukları
ifade edildi. Mısır’ın stratejik çıkarlarının, tarihî haklarının ve doğal
kaynaklarının kayba uğradığına dikkat çeken muhalifler, Mısır rejiminin
“anlaşmanın uluslararası deniz hukukuna uygun olduğu” ifadesinin kabul edilemez
ve mantıksız olduğunu belirttiler.
Deniz yetki alanlarının belirlenmesine yönelik anlaşma, Mısır’ın münhasır ekonomik bölgesinden, yüz milyarlarca dolardan ve bu bölgedeki tabiî kaynaklardan feragat etmesiyle birlikte aynı zamanda gelecekte diğer bölgelerdeki kaynaklardan istifade etme hakkını da ortadan kaldırdı. Bu nedenle “Yunanistan-Mısır Deniz Anlaşması’nın yok hükmünde” olduğu açıklandı.
Dışişleri
Bakanlığı’mızın Yunan tezine verdiği cevap, “Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’in
en uzun anakara kıyısına sahip olduğu ve kıyı projeksiyonun adalarla
kesilemeyeceği” şeklindedir.
Yunanistan-İtalya Anlaşması
Türkiye’nin Libya Hükûmeti ile yapmış olduğu
anlaşmadan oldukça rahatsız olan Yunan tarafı, yeni arayışlar peşinde koşuyor. İtalya
ile münhasır ekonomik bölge anlaşması imzaladılar bu sebeple. Yunan Dışişleri Bakanlığı,
yaptığı açıklamada, iki ülke arasındaki anlaşmanın aslında Yunanistan ile
İtalya arasındaki kıta sahanlığı ile ilgili 1977 tarihinde imzalanan anlaşmanın
devamı olduğunu belirtti. İtalyan yetkilileri bununla Kıbrıs, İsrail, Mısır ve Yunanistan’dan
İtalya’ya uzanan “Eastmed Boru Hattı” projesinin Roma tarafından aktive
edildiğini söylediler. Atina ile Roma arasındaki bu anlaşma, anakara sahilleri
esas alınarak yapıldı. İki ülke arasında bulunan İyon Denizi’nde Yunanistan’a
ait Zakintas, Kefalonya, Lefkada, Korfu ve Diapontia adaları bulunuyor.
Terör ve güvenlik uzmanı Abdullah Ağar, deniz yetki
alanları anlaşması ile Yunanistan’ın kendi ayağına sıktığını ifade ederek şöyle
bir yorumda bulunmuştur: “Türkiye’ye karşı adaları kullanan, sadece Meis
adasının 4 bin katı deniz alanı isteyen Yunanistan, İyon Denizi’ndeki anlaşma
ile bu iddiasından vazgeçmiş görünüyor!”
İtalya ile Yunanistan, aralarındaki denizi, ortadan geçen bir hatla paylaşmaktadır (Şekil-5).
Şekil-5
Adaların kıyı uzunlukları Yunanistan
lehine ek bir kazanım getirmemiştir. Durumun önemine değinen Dışişleri
Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, “Bu anlaşma, esâsen gerçekleri görme bakımından çok
anlamlı bir anlaşmadır. Yunanistan bugüne kadar adaların, hattâ kayaların
anakara gibi kabul edilmesini istiyordu” açıklamasında bulunmuştur.
Atalarımız, “Öfke ile kalkan, zararla oturur” diye
boşuna söylememişler. Ege’de hakkımızı yemek isteyen Yunanistan, İyon Denizi’nde
bunu ispatlamıştır.
Senaryo önceden mi yazıldı?
Şartlara havi olmadığı hÂlde Yunanistan’ın ve Güney
Kıbrıs’ın AB’ye alınması düşündürücüdür. Hele Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile olan ihtilâfını hâlletmeden adayı temsilen kabul
edilmesi ve de Kıbrıs’ın Avrupa kıtasına olan uzaklığına ve adanın Avrupa ile
bir kara bağlantısı olmamasına rağmen AB’ye alınması... Altmışlı yıllarda üyelik
müracaatında bulunan Türkiye “Şunu yap, bunu yerine getir” diyerek oyalanırken…
Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon rezervlerinin
mevcûdiyeti 2000’li yıllarda dünya gündemine geldi. ABD ve AB bunu çok önceden
biliyordu. Uzayda tur atan uydulardan, litosferde bulunan madenlerin tespitinin
günümüz tekniğiyle mümkün olduğu biliniyor. Havzadaki zenginliğin tespitinden
sonra sıra, buradan Avrupa’ya uzanan “Eastmed Boru Hattı Projesi”nin
plânlamasına gelmişti. Ne var ki, arada Türkiye gibi bir engel var!
Türkiye’nin Mısır veya Libya ile deniz yetki
alanlarını sınırlandırmasına dair anlaşma yaptığı takdirde bu proje akâmete
uğrayacaktı. Bunun için Ancak Mısır ve Libya devletlerinin zapt u rap altına
alınmaları gerekliydi. Kaddafi ile Devletimiz bu mevzuda görüşmeler yapıyordu. Mısır’da
ilk defa yapılan serbest seçimle Muhammed Mursi’nin lideri olduğu “Özgürlük ve
Adâlet Partisi” seçimi kazanarak Firavun Hüsnü’nün diktatörlük devrini
sonlandırıyordu. İmanlı ve millî kimliğiyle Cumhurbaşkanı Mursi’nin iş başında
olması, Batılıların keyfini kaçırmıştı.
2011 yılının Şubat ayında bir de baktık ki, Libya’da
ortalık karıştı. AB’nin bilfiil desteklediği isyancılar, Ağustos ayına
gelindiğinde Trablus’u ele geçirerek 42 yıl süren Kaddafi iktidarına son
verdiler. 30 Temmuz 2012’de yemin ederek görevine başlayan Mursi ise iktidarda
bir yıl kalmadan Sisi tarafından ihtilâlle devrildi. Diktatörü kabul etmeyerek
meydanlara çıkan halk ise kurşun yağmurları altında yere serilerek sindirildi.
Sözde özgürlük kumkuması Avrupa liderlerinden ve Orta Doğu’ya demokrasi
getirmekten dem vuran ABD’den tıs yoktu, hâlâ yok. Adâletten, insan haklarından,
demokrasiden yana nutuklar atarak mangalda kül bırakmayan ey Batı, neredesin? Halktan
binlercesi meydanlarda öldürülürken, binlercesi zindanlarda işkencelerle can
verirken neredeydin? Zulüm görenler ve
öldürülenler Müslüman oldukları için mi insan sınıfına konulmadılar? Ondan mı sesiniz çıkmadı?
Hakkımızı
almaya çalışırız ama ya engel olmaya kalkışırlarsa? Onun da cevabı var.
Reisicumhurumuz devamla şöyle diyor: “Muhataplarımızı kendilerine çekidüzen
vermeye, mahvolmalarına yol açacak yanlışlıktan uzak durmaya davet ediyoruz.
Türkiye’nin artık sabrı sınanacak, kararlılığı, imkânları ve cesâreti test
edilecek bir ülke olmadığını herkesin görmesini istiyoruz… ‘Yaparız’ diyorsak
yaparız ve bedelini de ödetiriz. Varsa bedel ödeme pahasına karşımıza çıkmak
isteyen, buyursun, gelsin!”
Libya ve Mısır hizaya getirilince, “Eastmed Hattı”
güvenli hâle gelmiş olacaktı. Ne var ki Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler’in tanıdığı
Libya Ulusal Hükûmeti ile anlaşması, AB’nin beklemediği bir hamle idi, tüm
Batı’yı şoke etti. Hemen adamları Hafter’e sinyal çakarak harekete geçirdiler.
Yapılan her tür destekle Hafter’in zafere ulaşacağını zannediyorlardı ki onun
sert bir engele tosladığına şâhit oldular: Türk
Gücü’ne…
İçimizde olup kafasını kuma gömmüş devekuşları soruyorlar:
-Bizim Libya’da ne işimiz var?
Doğu Akdeniz’deki enerji politikalarından, Mavi Vatan’dan,
millî kazanımlarımızdan dersler alınca bu sefer de diyorlar:
-Mısır’a neden yanaşılmıyor, Sisi ile neden
anlaşılmıyor?
Yahu, Sisi’yi bunun için iktidara getirdiler! İsrail
ile ikili anlaşmaları iptal eden, Türkiye ile yakınlaşacağı bilinen Mursi’yi
bunun için devirttiler. İptal edilen anlaşmaları gündeme getiren, Libya’da
aleyhimize politikalar izleyen Sisi, bize yanaşabilir mi? İstese bile bunu
yapabilir mi?
Ne yapmalıyız?
Libya ve Mısır’da iktidar değişikliği yaptıran Batı,
Türkiye’de de eski senaryoları 15 Temmuz’da teşebbüse soktu. Fakat Devletimiz
ve Milletimiz, 60, 70 ve 80’li yıllardaki gibi değil! 15 Temmuz gecesi “Erdoğan
gitti” diye bayram yapan Batılılar, sabah uyandıklarında sükût-u hayâle
uğradılar. Milletimiz, dişleri dökülmekte olan canavarlara ve yerli uşaklarına
(biiznillah) “Dur!” dedi. O gece, hayatlarını hiçe sayarak hain kurşunların ve
bombaların önünde duran vatan evlâtları, Dünya tarihinde görülmedik bir destan
yazdılar!
Cumhur İttifakı’nın iktidarlığında Devletimiz, vatanımızı
bölmek ve hakkımızı gasp etmek isteyenlere karşı Irak’ta, Suriye’de, Libya’da
ve Azerbeycan’da mücadele ediyor.
Muhalif partiler soruyor:
-Irak’a niye girdik?
-Suriye’de niçin savaşıyoruz?
-Libya’da ne işimiz var?
-Azerbeycan’dan bize ne?
Bunlar muhalif olmayı iktidarın her icraatına karşı durmak olarak anlıyorlar. Milletin âli menfaatlerini hesap eden yok. Onlara göre yurtdışına adım atmak riskli ve tehlikeli.
Siyâsetle iştigal edenler bir adımla bir asır arasını
görmek zorundadırlar. Ufku ancak gözüne görünenle sınırlı olanlar, bu istidâdı
ne anlar, ne de ona kavuşurlar. Emanetin ehline verilmesi emrolunmuştur. Ehil olmayanların
mevki işgal etmesiyle çok çile çekti milletimiz, aradığını bulduğu için de 18
yıldır tuttuğunu bırakmıyor. Bölgemizdeki devlerle ancak iktidara getirdiğinin baş
edebileceğini biliyor. Muhalefettekiler kazâyla iş başında olsalar başına
gelecekleri ise mâziyle görüyor. Tasavvuru bile ürpertici!
Cumhur İttifakı’nın iş başında olması, Rabbimizin bize
sunduğu bir nimet! Her ferdimizin, siyâsî duruşu, yeri ve mevkii ne olursa
olsun, elinden geldiğince desteklemesi, nimetin şükrü ile eş anlamlı. Hâlimizin
ve emelimizin yansımasıdır bugünkü iktidar. Bunun için Cumhurreisimizin
yanındayız, yanında duracağız!
Cumhur İttifakı’nın diğer paydaşı, gerçek devlet adamı
Bahçeli’yi de anmak durumundayız. Şahsî menfaatleri bir kenara iten, devleti ve
milleti için hayırlı olanı tatbik eden muhterem Devlet Bey’i istikbâlde
tarihimiz hayırla yâd edecektir.
Türkiye gelişiyor, büyüyor, ilerliyor. Hızımızı kesen
engeller var. Bütçe giderlerinin önemli kısmını enerji girdileri teşkil ediyor.
Ekonomisi kısır ve yetersiz devletlerden tam bağımsız hareket etmeleri beklenemez.
Yeni enerji kaynakları üretmek zorundayız. Bunun için yüksek masraflarla
araştırma ve sondaj gemileri satın aldık. Mavi Vatan’da mevcût rezervleri faaliyete
geçirmeliyiz. Başta komşumuz olmak üzere, (sözde) müttefiklerimiz ve stratejik
ortaklarımız karşı durmamalı buna. Karşı olanlara ise Türk milletinin temsil
mâkâmı olan Cumhurreisimizin açıklamalarına kulak vermelerini salık veririz:
“Anadolu’yu perişan bir şekilde terk etmek zorunda kalanların şimdi Ege’de
sahte kabadayılık peşinde koşması, mezarlıkta ıslık çalma psikolojisinin tezâhüründen
başka bir şey değildir. Korkunun ecele faydası yoktur; Türkiye, Akdeniz’de de, Ege’de
de, Karadeniz’de de hakkı olanı alacaktır!”
Hakkımızı almaya çalışırız ama ya engel olmaya
kalkışırlarsa? Onun da cevabı var. Reisicumhurumuz devamla şöyle diyor: “Muhataplarımızı
kendilerine çekidüzen vermeye, mahvolmalarına yol açacak yanlışlıktan uzak
durmaya davet ediyoruz. Türkiye’nin artık sabrı sınanacak, kararlılığı,
imkânları ve cesâreti test edilecek bir ülke olmadığını herkesin görmesini
istiyoruz… ‘Yaparız’ diyorsak yaparız ve bedelini de ödetiriz. Varsa bedel
ödeme pahasına karşımıza çıkmak isteyen, buyursun, gelsin!”
Hodri meydan!
(Devam edecek…)