Kaş ile Göz (3): Akdeniz kimindir?

Son zamanlarda Doğu Akdeniz havzası, enerji potansiyelinin neden olduğu münhasır ekonomik bölge sınırlamalarıyla dünya siyâsî gündemine damgasını vurdu. Peki, havza içerisindeki devletlerin yakından ilgilendiği, zaman zaman birbirlerine düştüğü enerji stokunun kapasitesi ne? Amerikan Jeolojik Araştırma Merkezi’nin (USGS) yaptığı ve 2010 yılında yayınladığı rapora göre Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan, adına “Levant Havzası” denilen bölgede 1.7 milyar varillik iki petrol rezervi bulunuyor. Doğal gaz zenginliği ise daha iştah kabartıcı!

BATI Anadolu’yu kuzeyden güneye çevreleyen adalar, arazi alanı hüviyetinden ziyâde stratejik öneme haizdir. Anadolu’nun güvenliğiyle yakın alâkalıdır. Lozan’a göre, Batı Anadolu ile Ege Denizi’nde Yunanistan’a bırakılan adaları ayıran sınır çizgisini çizmek bile hayli zor. Göz (Meis) adası Kaş sahiline âdeta yapışmış gibi. Sınır çizilemiyor (Şekil-1).

 

Şekil-1: Ege Denizi’ndeki adaları Anadolu’dan ayıran sınır hattı…

Ne yazık ki, Lozan’daki murahhaslarımızın adaları mâlî değeri fazla olmayan, idarî mâliyeti külfetli birer toprak parçası olarak değerlendirdikleri anlaşılıyor. İkinci murahhas Dr. Rıza Nur hatıratında bu konudan bahisle, “Birinci komisyonun diğer bir işi de Adalar meselesidir. Bunların bir kısmı Yunanlıların, bir kısmı İtalyanların elinde… Türkiye’nin onları ne almak, ne de sonra muhafaza etme kuvveti var. Deniz aşırı… Muhafazaları büyük masraflar ister. Yalnız Çanakkale Boğazı’nın ağzını tıkayan bir iki adayı almalıyız. Alabilirsek kâr. Öbür tarafı uğraşmaya değmez. Yunan veya İtalya; bizde olmayınca kimde olursa olsun… Bize Meis adası sahilimize pek yakın olduğundan verilmesini Rauf (Başvekil Rauf Orbay), hükûmet namına ısrar ile yazdı. Fakat bir ufak ve kayalık yermiş, neye yarayacak?” der (Hayat ve Hatıralarım, sh. 1013).

Aman Yâ Rabbi! Bir milleti temsil edenlerin iktisadî ve siyâsî görüşüne bakın! “Muhafazası masraflı olur” diye Adalara sahip olmaya tenezzül etmiyorlar. Bir de, “Bizde olmayınca kimin olursa olsun” demesine bakın! Sizinle harp etmiş, Batı Anadolu’da gözü olan düşmanınızın burnunuzun dibinde olmasının hiç mi önemi yok? Ya Ankara Hükûmeti’nin tutumuna ne demeli? Yalnız Meis adasını almakta ısrar ediyor. “Adalardan vazgeçtik de bâri “Göz (Meis)” adasını isteyin” deniliyor. Neden “Göz” adası? Çünkü sahilimize çok yakın. Diğer milletlere karşı ayıp olur diye düşünüyorlar.

Peki, “Göz” adasını alabilirler mi? Alamazlar. Çünkü Dr. Rıza tenezzül etmiyor. “Hem ufak, hem kayalık yermiş, neye yarayacak?” diyor. Baştan kaybettik! Çünkü heyette lîsana hâkim bir o var. İsmet Paşa başmurahhas ise de, lîsanı olmadığından, Dr. Rıza, söyleyeceklerini kâğıda yazıp eline tutuşturuyor. Kulağı da pekiyi işitmiyor zâhir...

25 Kasım 1922 tarihinde Lozan’da yapılan toplantıda heyetimiz, Adalar hakkındaki taleplerini iki madde olarak ortaya koymuştur. Özetle: (1) Çanakkale Boğazı’na yakın İmroz, Bozcaada, Semâdirek adalarının istenmesi. (2) Diğer adaların askerlikten tecrit edilmeleri.

Görüldüğü gibi 12 Adalar talep listesinde yoktur. Bu tür anlaşmalar icabıdır ki, siz makul göreceğiniz miktardan birkaç misli fazlasını istersiniz de karşı tarafı arzu ettiğiniz seviyeye ikna edebilesiniz… Baş murahhas İsmet Paşa ise baştan Adaları sahiplenmemiş, askerlikten arındırılmasını kâfi görmüştür. İsteselerdi de vermeselerdi. O zaman “Uğraştık, didindik ama alamadık” diyecek mazeretleri olabilirdi. Ama talep edilmemiştir. Büyük hatâ!

Müzakereler sonunda Boğaz kıyısındaki İmroz, Bozcaada, Limni ve Tavşan adalarının bize bırakılması kabul edildi. Limni ve Tavşan adalarının bizim listede yeri yoktu. Neden verdiler? On İki Adaları “mâlî külfetten” dolayı istemediğimizi öğrenen muarrızlarımız, “Mâlî giderlerini daha da ağırlaştıralım da günlerini görsünler!” diye vermiş olabilirler mi? Fakat Limni adası zapta geçmemiş. Yetkililer alt komisyon askerî müşavirimiz Tevfik Bıyıklıoğlu’nun bunu yazmayı unuttuğunu söylüyorlar. Tutanaklara geçmediği için koskoca ada elden çıkarılarak Yunanlılara kaptırılmıştır. Durumu öğrenen Lord Curzon, “Türklerin adaya ihtiyacı yok ki… Verdiğimiz hâlde almadılar” şeklinde alay etmiştir. Bıyıklıoğlu’nun günahına girmeyelim, belki de unutmadı adamcağız. Mâlî bütçemiz kabarmasın diye yazmamış da olabilir.

Neyse… Netîceye yine de şükredelim. Neden mi? Bu heyet, Marmara Denizi’mizdeki adalarımızı da kaptırabilirdi de ondan!

“Biz çocuklarımıza Lozan Muahedenâmesi’ni alkışlatırız ama onlara bunun içinde ne olduğunu öğretmeyiz. İstikbâlde Türk çocuklarının Lozan Muahedenâmesi’ni reddedecekleri muhakkaktır.” (Hasan Tahsin Banguoğlu, CHP Edirne Senatörü, 1965, Meclis konuşmasından)

Türkiye-Libya Anlaşması

Lozan’daki murahhaslarımız adaların önemini lâyıkı ile idrak edememişlerse de, bugün hayatî önem arz ettiği, cümlenin malûmudur. Hele “ufak, işe yaramaz kayalık yer” olarak nitelenen Göz (Meis) adası, devletlerarası anlaşmaları etkileyecek düzeyde öneme haiz olmuştur.

Son zamanlarda Doğu Akdeniz havzası, enerji potansiyelinin neden olduğu münhasır ekonomik bölge sınırlamalarıyla dünya siyâsî gündemine damgasını vurdu. Peki, havza içerisindeki devletlerin yakından ilgilendiği, zaman zaman birbirlerine düştüğü enerji stokunun kapasitesi ne? Amerikan Jeolojik Araştırma Merkezi’nin (USGS) yaptığı ve 2010 yılında yayınladığı rapora göre Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan, adına “Levant Havzası” denilen bölgede 1.7 milyar varillik iki petrol rezervi bulunuyor. Doğal gaz zenginliği ise daha iştah kabartıcı! Tahmin edilen rezerv, 3.45 trilyon metreküptür.

Ayrıca Kıbrıs adasının çevresinde, Nil delta havzasında, Girit adasının güneyinde “Heredot” olarak adlandırılan bölgede de zengin hidrokarbon yataklarının bulunduğu tespit edilmiştir. Bunların yaklaşık toplam değerinin 1.5 trilyon dolar olan 30 milyar varil petrole eş değer olduğu hesaplanmaktadır. Buna göre bu miktarın, Türkiye’nin 572 yıllık gaz ihtiyacını, Avrupa’nın ise 30 yıllık gaz ihtiyacını karşılayabileceği söyleniyor. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının (TPAO) tespitlerine göre, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki, Antalya Körfezi ve civarı dâhil olmak üzere, deniz yetki alanlarında zengin gaz hidrat yatakları vardır. Seksen bin kilometrekarelik bir alanı kapladığı tahmin ediliyor.

Levant havzasına kıyıdaş devletlerin 2010 yılından itibâren münhasır ekonomik bölge sınırlaması yaptığı biliniyor. Biz de 2011 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması yaptık. İkinci olarak 27 Kasım 2019’da Türkiye ile Libya arasında deniz yetki alanlarını sınırlandırılmasına dair mütabakat, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Libya Ulusal Hükûmeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al-Sarraj arasında İstanbul’da imzalandı (Şekil-2).


Şekil-2: Türkiye-Libya Deniz Alanları Hattı…

Libya ile söz konusu mutabakat girişimlerinin aslında çok daha önceden başladığı biliniyor. Devrik lider Muammer Kaddafi zamanında görüşmeler yapılıyordu. Yapılan anlaşmaya göre Türkiye’nin Antalya ilinin Kaş sahillerinden başlayan hat, 30 kilometre sınır çizgisiyle Libya’ya uzanıyor.

Türkiye’nin yapmış olduğu anlaşmaya itiraz eden Yunanistan, adalarının deniz yetki alanlarının ihlâl edildiği iddiasında. Ona göre Meis (Göz) adası bu hatta engel teşkil etmekte. Yunan tezi baz alındığında yani adaların deniz yetki alanları kabulünde Türkiye’nin hiçbir denizde alan hâkimiyeti kalmıyor. Bir Türk denizcisi balık avlamak için Ege ve Akdeniz’e açıldığında, Yunanistan’dan izin almak zorunda kalacak. Bu tezin kaynağı, Batı Anadolu’nun kıta sahanlığında kalan, Anadolu’muzun deniz altındaki devamıyla ilintili ihmakârlığımızın ve hileli oyunlar sebebiyle Yunanistan’a kaptırılan burnumuzun dibindeki adalar.

Akdeniz’e en uzun kara sınırı olan Türkiye’den, sahil kenarında olta ile balık tutmasıyla yetinilmesi istenmekte. Bu, aslan ağzından lokma almak gibi bir şey. Asla kabul edilemez!

Dışişleri Bakanlığı’mızın Yunan tezine verdiği cevap, “Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’in en uzun anakara kıyısına sahip olduğu ve kıyı projeksiyonun adalarla kesilemeyeceği” şeklindedir.

Adaların karasuları dışında deniz yetki alanı oluşturamayacağını ve deniz yetki alanları hesaplaması yapılırken kıyıların uzunluklarının ve yönlerinin hesaba katıldığının Yunanistan dâhil herkesçe bilindiğini kaydeden Dışişleri Bakanlığımız, bu açıklamayla örneğin Meis adası gibi Yunan adalarının Türkiye ile Libya arasındaki deniz yetki alanlarını bölemeyeceğini açıkça bildirdi. Mevzu dönüp dolaştı, yine Göz (Meis) adasına geldi.

Lozan’daki murahhasımız Dr. Rıza Nur yattığı yerden kalksa da, “Bir ufacık kayalık yer, neye yarayacak?” dediği Göz (Meis) adasının başımıza ne dertler açtığını görse! Ayak altında dolaşmaz, utancından tekrar geldiği yere döner herhâlde…

27 Kasım 2019’da imzalanan Türkiye-Libya Anlaşması’nın Birleşmiş Milletler’de onayı için 11 Aralık 2019 tarihinde başvuruldu. İki ülkenin Akdeniz’deki yetki alanlarını belirleyen anlaşma, 30 Eylül 2020 tarihinde tescil edildi (Belge-1).


Belge 1: Türkiye-Libya Deniz Yetki Alanı Anlaşması’nın Birleşmiş Milletler’deki tescil belgesi…

Tescil metninde şu ifadeler bulunuyor: “Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 102’nci Maddesine göre aşağıdaki uluslararası anlaşmanın sekreterliğe kaydedildiğini kabul eder.”

(Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Twitter hesabından, “Birleşmiş Milletler anlaşmayı tescil etti” ifadeleriyle bu haberi duyurmuştur.)

Yunanistan-Mısır Anlaşması

Türkiye’nin Libya ile yapmış olduğu anlaşmadan oldukça telâşlanan Yunanistan, ittifak arayışlarına girişti. 6 Temmuz 2020 tarihinde Mısır ile deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması imzaladı. Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikas Dendias, başkent Kahire’de toplantı düzenledi (Şekil-3).

 

Şekil-3: Türkiye-Libya Anlaşması (diagonal paralel çizgiler)// Mısır-Yunanistan Anlaşması (koyu renkteki dik paralel çizgiler)…

Yaptığı açıklamada Şükri, söz konusu anlaşmanın Yunanistan ile ekonomik işbirliği konusunda yeni ufuklar açtığını söyledi. Ankara, Almanya’nın aracılığıyla Türkiye ile Yunanistan arasında müzakerelerin başlatılacağının duyurulacağı resmî açıklamalardan bir gün önce, Bakan Dendias’ın âniden Mısır’a giderek anlaşma imzalamasına atfen, “Türk-Yunan müzakerelerini daha başlamadan torpillemek için yapıldığını” ifade etti.

Meis (Göz) adasının güneyindeki Rodos adasından güneye, Mısır’a dik inen Yunan-Mısır hattı, Kaş kıyılarından Libya’ya uzanan Türkiye-Libya hattı ile kesişiyor. Dolayısıyla her iki hat, Doğu Akdeniz’de ortak bölgeler ihtiva ediyor. Yunanistan, Türkiye ile Libya arasındaki anlaşmanın hukuk dışı olduğunu iddia ederken, Çavuşoğlu ise Yunanistan’ın Mısır ile yaptığı anlaşmanın yok hükmünde olduğunu, Libya ile yapılan anlaşmanın ise “uluslararası hukuk ve deniz hukuku kurallarına uygun” olduğunu belirtti. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınmış meşru hükûmetle yapılan anlaşmada yer alan koordinatların BM’ye bildirilmesiyle, anlaşma uluslararası kayıtlara geçmiş olmakta. Böylece Yunanistan’ın yapmış olduğu hareket meşru bir anlaşmayı sabotaj mâhiyeti taşıdığından “yok hükmünde” tanınmaktadır (Şekil-4).


Şekil-4

Beri yandan Yunanistan ile yapmış olduğu anlaşma, Mısır açısından Doğu Akdeniz’de önemli ölçüde alan kaybına yol açmaktadır. Bu bakımdan Mısırlı muhalif partilerin itirazları var. Bina ve Kalkınma Partisi eski Başkanı Tarık ez-Zumur ve Ulusal Konsey eski üyesi Üsame Rüşdi’nin de aralarında bulunduğu Mısırlı muhaliflerin yaptıkları ortak yazılı açıklamada, Yunanistan ile imzalanan sözde deniz yetki alanlarını belirleyen anlaşmaya karşı oldukları ifade edildi. Mısır’ın stratejik çıkarlarının, tarihî haklarının ve doğal kaynaklarının kayba uğradığına dikkat çeken muhalifler, Mısır rejiminin “anlaşmanın uluslararası deniz hukukuna uygun olduğu” ifadesinin kabul edilemez ve mantıksız olduğunu belirttiler.

Deniz yetki alanlarının belirlenmesine yönelik anlaşma, Mısır’ın münhasır ekonomik bölgesinden, yüz milyarlarca dolardan ve bu bölgedeki tabiî kaynaklardan feragat etmesiyle birlikte aynı zamanda gelecekte diğer bölgelerdeki kaynaklardan istifade etme hakkını da ortadan kaldırdı. Bu nedenle “Yunanistan-Mısır Deniz Anlaşması’nın yok hükmünde” olduğu açıklandı.


Dışişleri Bakanlığı’mızın Yunan tezine verdiği cevap, “Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’in en uzun anakara kıyısına sahip olduğu ve kıyı projeksiyonun adalarla kesilemeyeceği” şeklindedir.

Yunanistan-İtalya Anlaşması

Türkiye’nin Libya Hükûmeti ile yapmış olduğu anlaşmadan oldukça rahatsız olan Yunan tarafı, yeni arayışlar peşinde koşuyor. İtalya ile münhasır ekonomik bölge anlaşması imzaladılar bu sebeple. Yunan Dışişleri Bakanlığı, yaptığı açıklamada, iki ülke arasındaki anlaşmanın aslında Yunanistan ile İtalya arasındaki kıta sahanlığı ile ilgili 1977 tarihinde imzalanan anlaşmanın devamı olduğunu belirtti. İtalyan yetkilileri bununla Kıbrıs, İsrail, Mısır ve Yunanistan’dan İtalya’ya uzanan “Eastmed Boru Hattı” projesinin Roma tarafından aktive edildiğini söylediler. Atina ile Roma arasındaki bu anlaşma, anakara sahilleri esas alınarak yapıldı. İki ülke arasında bulunan İyon Denizi’nde Yunanistan’a ait Zakintas, Kefalonya, Lefkada, Korfu ve Diapontia adaları bulunuyor.

Terör ve güvenlik uzmanı Abdullah Ağar, deniz yetki alanları anlaşması ile Yunanistan’ın kendi ayağına sıktığını ifade ederek şöyle bir yorumda bulunmuştur: “Türkiye’ye karşı adaları kullanan, sadece Meis adasının 4 bin katı deniz alanı isteyen Yunanistan, İyon Denizi’ndeki anlaşma ile bu iddiasından vazgeçmiş görünüyor!”

İtalya ile Yunanistan, aralarındaki denizi, ortadan geçen bir hatla paylaşmaktadır (Şekil-5).


Şekil-5

Adaların kıyı uzunlukları Yunanistan lehine ek bir kazanım getirmemiştir. Durumun önemine değinen Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, “Bu anlaşma, esâsen gerçekleri görme bakımından çok anlamlı bir anlaşmadır. Yunanistan bugüne kadar adaların, hattâ kayaların anakara gibi kabul edilmesini istiyordu” açıklamasında bulunmuştur.

Atalarımız, “Öfke ile kalkan, zararla oturur” diye boşuna söylememişler. Ege’de hakkımızı yemek isteyen Yunanistan, İyon Denizi’nde bunu ispatlamıştır.

Senaryo önceden mi yazıldı?

Şartlara havi olmadığı hÂlde Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs’ın AB’ye alınması düşündürücüdür. Hele Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile olan ihtilâfını hâlletmeden adayı temsilen kabul edilmesi ve de Kıbrıs’ın Avrupa kıtasına olan uzaklığına ve adanın Avrupa ile bir kara bağlantısı olmamasına rağmen AB’ye alınması... Altmışlı yıllarda üyelik müracaatında bulunan Türkiye “Şunu yap, bunu yerine getir” diyerek oyalanırken…

Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon rezervlerinin mevcûdiyeti 2000’li yıllarda dünya gündemine geldi. ABD ve AB bunu çok önceden biliyordu. Uzayda tur atan uydulardan, litosferde bulunan madenlerin tespitinin günümüz tekniğiyle mümkün olduğu biliniyor. Havzadaki zenginliğin tespitinden sonra sıra, buradan Avrupa’ya uzanan “Eastmed Boru Hattı Projesi”nin plânlamasına gelmişti. Ne var ki, arada Türkiye gibi bir engel var!

Türkiye’nin Mısır veya Libya ile deniz yetki alanlarını sınırlandırmasına dair anlaşma yaptığı takdirde bu proje akâmete uğrayacaktı. Bunun için Ancak Mısır ve Libya devletlerinin zapt u rap altına alınmaları gerekliydi. Kaddafi ile Devletimiz bu mevzuda görüşmeler yapıyordu. Mısır’da ilk defa yapılan serbest seçimle Muhammed Mursi’nin lideri olduğu “Özgürlük ve Adâlet Partisi” seçimi kazanarak Firavun Hüsnü’nün diktatörlük devrini sonlandırıyordu. İmanlı ve millî kimliğiyle Cumhurbaşkanı Mursi’nin iş başında olması, Batılıların keyfini kaçırmıştı.

2011 yılının Şubat ayında bir de baktık ki, Libya’da ortalık karıştı. AB’nin bilfiil desteklediği isyancılar, Ağustos ayına gelindiğinde Trablus’u ele geçirerek 42 yıl süren Kaddafi iktidarına son verdiler. 30 Temmuz 2012’de yemin ederek görevine başlayan Mursi ise iktidarda bir yıl kalmadan Sisi tarafından ihtilâlle devrildi. Diktatörü kabul etmeyerek meydanlara çıkan halk ise kurşun yağmurları altında yere serilerek sindirildi. Sözde özgürlük kumkuması Avrupa liderlerinden ve Orta Doğu’ya demokrasi getirmekten dem vuran ABD’den tıs yoktu, hâlâ yok. Adâletten, insan haklarından, demokrasiden yana nutuklar atarak mangalda kül bırakmayan ey Batı, neredesin? Halktan binlercesi meydanlarda öldürülürken, binlercesi zindanlarda işkencelerle can verirken neredeydin? Zulüm görenler ve

öldürülenler Müslüman oldukları için mi insan sınıfına konulmadılar? Ondan mı sesiniz çıkmadı?


Hakkımızı almaya çalışırız ama ya engel olmaya kalkışırlarsa? Onun da cevabı var. Reisicumhurumuz devamla şöyle diyor: “Muhataplarımızı kendilerine çekidüzen vermeye, mahvolmalarına yol açacak yanlışlıktan uzak durmaya davet ediyoruz. Türkiye’nin artık sabrı sınanacak, kararlılığı, imkânları ve cesâreti test edilecek bir ülke olmadığını herkesin görmesini istiyoruz… ‘Yaparız’ diyorsak yaparız ve bedelini de ödetiriz. Varsa bedel ödeme pahasına karşımıza çıkmak isteyen, buyursun, gelsin!” 

Libya ve Mısır hizaya getirilince, “Eastmed Hattı” güvenli hâle gelmiş olacaktı. Ne var ki Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Libya Ulusal Hükûmeti ile anlaşması, AB’nin beklemediği bir hamle idi, tüm Batı’yı şoke etti. Hemen adamları Hafter’e sinyal çakarak harekete geçirdiler. Yapılan her tür destekle Hafter’in zafere ulaşacağını zannediyorlardı ki onun sert bir engele tosladığına şâhit oldular: Türk Gücü’ne

İçimizde olup kafasını kuma gömmüş devekuşları soruyorlar:

-Bizim Libya’da ne işimiz var?

Doğu Akdeniz’deki enerji politikalarından, Mavi Vatan’dan, millî kazanımlarımızdan dersler alınca bu sefer de diyorlar:

-Mısır’a neden yanaşılmıyor, Sisi ile neden anlaşılmıyor?

Yahu, Sisi’yi bunun için iktidara getirdiler! İsrail ile ikili anlaşmaları iptal eden, Türkiye ile yakınlaşacağı bilinen Mursi’yi bunun için devirttiler. İptal edilen anlaşmaları gündeme getiren, Libya’da aleyhimize politikalar izleyen Sisi, bize yanaşabilir mi? İstese bile bunu yapabilir mi?

Ne yapmalıyız?

Libya ve Mısır’da iktidar değişikliği yaptıran Batı, Türkiye’de de eski senaryoları 15 Temmuz’da teşebbüse soktu. Fakat Devletimiz ve Milletimiz, 60, 70 ve 80’li yıllardaki gibi değil! 15 Temmuz gecesi “Erdoğan gitti” diye bayram yapan Batılılar, sabah uyandıklarında sükût-u hayâle uğradılar. Milletimiz, dişleri dökülmekte olan canavarlara ve yerli uşaklarına (biiznillah) “Dur!” dedi. O gece, hayatlarını hiçe sayarak hain kurşunların ve bombaların önünde duran vatan evlâtları, Dünya tarihinde görülmedik bir destan yazdılar!

Cumhur İttifakı’nın iktidarlığında Devletimiz, vatanımızı bölmek ve hakkımızı gasp etmek isteyenlere karşı Irak’ta, Suriye’de, Libya’da ve Azerbeycan’da mücadele ediyor.

Muhalif partiler soruyor:

-Irak’a niye girdik?

-Suriye’de niçin savaşıyoruz?

-Libya’da ne işimiz var?

-Azerbeycan’dan bize ne?

Bunlar muhalif olmayı iktidarın her icraatına karşı durmak olarak anlıyorlar. Milletin âli menfaatlerini hesap eden yok. Onlara göre yurtdışına adım atmak riskli ve tehlikeli.

Siyâsetle iştigal edenler bir adımla bir asır arasını görmek zorundadırlar. Ufku ancak gözüne görünenle sınırlı olanlar, bu istidâdı ne anlar, ne de ona kavuşurlar. Emanetin ehline verilmesi emrolunmuştur. Ehil olmayanların mevki işgal etmesiyle çok çile çekti milletimiz, aradığını bulduğu için de 18 yıldır tuttuğunu bırakmıyor. Bölgemizdeki devlerle ancak iktidara getirdiğinin baş edebileceğini biliyor. Muhalefettekiler kazâyla iş başında olsalar başına gelecekleri ise mâziyle görüyor. Tasavvuru bile ürpertici!

Cumhur İttifakı’nın iş başında olması, Rabbimizin bize sunduğu bir nimet! Her ferdimizin, siyâsî duruşu, yeri ve mevkii ne olursa olsun, elinden geldiğince desteklemesi, nimetin şükrü ile eş anlamlı. Hâlimizin ve emelimizin yansımasıdır bugünkü iktidar. Bunun için Cumhurreisimizin yanındayız, yanında duracağız!

Cumhur İttifakı’nın diğer paydaşı, gerçek devlet adamı Bahçeli’yi de anmak durumundayız. Şahsî menfaatleri bir kenara iten, devleti ve milleti için hayırlı olanı tatbik eden muhterem Devlet Bey’i istikbâlde tarihimiz hayırla yâd edecektir.

Türkiye gelişiyor, büyüyor, ilerliyor. Hızımızı kesen engeller var. Bütçe giderlerinin önemli kısmını enerji girdileri teşkil ediyor. Ekonomisi kısır ve yetersiz devletlerden tam bağımsız hareket etmeleri beklenemez. Yeni enerji kaynakları üretmek zorundayız. Bunun için yüksek masraflarla araştırma ve sondaj gemileri satın aldık. Mavi Vatan’da mevcût rezervleri faaliyete geçirmeliyiz. Başta komşumuz olmak üzere, (sözde) müttefiklerimiz ve stratejik ortaklarımız karşı durmamalı buna. Karşı olanlara ise Türk milletinin temsil mâkâmı olan Cumhurreisimizin açıklamalarına kulak vermelerini salık veririz:

“Anadolu’yu perişan bir şekilde terk etmek zorunda kalanların şimdi Ege’de sahte kabadayılık peşinde koşması, mezarlıkta ıslık çalma psikolojisinin tezâhüründen başka bir şey değildir. Korkunun ecele faydası yoktur; Türkiye, Akdeniz’de de, Ege’de de, Karadeniz’de de hakkı olanı alacaktır!”

Hakkımızı almaya çalışırız ama ya engel olmaya kalkışırlarsa? Onun da cevabı var. Reisicumhurumuz devamla şöyle diyor: “Muhataplarımızı kendilerine çekidüzen vermeye, mahvolmalarına yol açacak yanlışlıktan uzak durmaya davet ediyoruz. Türkiye’nin artık sabrı sınanacak, kararlılığı, imkânları ve cesâreti test edilecek bir ülke olmadığını herkesin görmesini istiyoruz… ‘Yaparız’ diyorsak yaparız ve bedelini de ödetiriz. Varsa bedel ödeme pahasına karşımıza çıkmak isteyen, buyursun, gelsin!”

Hodri meydan!

(Devam edecek…)