
Sadaka ve İnfak
“HABER, gerçek olmak, doğruluk” sözlük anlamıyla sadaka; Allah’ın rızası için gönüllü ya da ibadet maksadıyla zorunlu olarak, ihtiyaç sahibine verilen para ya da mal olarak zikrediliyor.
Hem Kur’ân-ı Kerîm’de hem de Peygamber Efendimiz’in (sav) hadis-i şeriflerinde sadaka vermek, tasadduk etmek, her yönüyle övgüyle layık bulunmuş ve bu amelin Allah’ın rızası ve hoşnutluğu gayesiyle yerine getirilmesi, fiili işleyen kişinin de değer kazanacağı müjdesine vesile olarak bildirilmiştir.
Şüphesiz ibadetler, ruh ve beden işbirliği içinde edâ edilir. Hem bir harekete tâbidir hem de bu hareketin gönüllü ve imanla bezenmiş bir ruhla gerçekleştirilmesi son derece mühim.
Elbette farz ibadetlerin, içinde huşu bulunsun bulunmasın, yerine getirilmesi icap eder. Teşbihte hata olmaz, farz ibadetlerin ifâ edilmesini mecburî kılan İlâhî bir hudut vardır ve bu hudut, cennet ile cehennemi ayıran çizginin netliği kadar aşikâredir.
Farz ibadetlerin de nefse ağır gelmemesi, aksatılmaması ya da içinin doldurulması için de elbette bir muhabbet gerekmekte ki İslâm tam da bu muhabbetin membaıdır.
Ehl-i Sünnet âlimleri, amelin, imanın mütemmim cüzü olmadığını söylerler. Pek tabii ayet ve hadislerden yola çıkarak da amel ve iman ilişkisinin ehemmiyetine de dikkat çekerler.
Demek oluyor ki, kalb ile tasdik imanda yeterlidir ama amel, o imanı muhafaza edebilmenin ve daha ahlâkî ve kıymettar bir ömür sürebilmenin, cennet ile cehennemi ayıran çizgide yitip gitmemenin de aslî unsuru olarak görülebilir. Zaten iman, Allah’a (cc) muhabbetin adıysa, bu muhabbetin harekete evrilmemesi de beklenemez. Hareketi tetikleyen ulvî hissiyatın da yörüngesi, muhabbete layık olana, onun arzu ettiği ve emrettiği biçimde eyleme geçmek olarak özetlenebilir.
Farz ibadetler, Allah katında terki kabul olunmayan eylemler... Farzı terk etmek fiil anlamıyla imandan düşürmese de imanı mahfazaya almanın yolu olan amelin es geçilmesi, imansız bir zamana düşmenin riskini de her daim taşımaktadır. Günah ve haram da, amel eksikliğinin ve hudutları aşmanın bir neticesi olarak düşünülürse, sadece iman mesabesinde kalmamak gerektiğini akledebiliriz. Pek tabii bütün amelsiz ve ibadetsiz zamanları da temize çekmek mümkün. Zira, “Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı” (Nisâ, 106) ve çok merhamet sahibidir. Günahları ve kusurları her an bağışlamakta hatta mağfiretiyle kuluna, tövbe edilen günahı hiç işlememiş gibi muamele etmektedir.
Kalbi korumanın, sadrı genişletmenin, ömrü kıymetlendirmenin ve imanla ölebilme duasına tutunabilmenin yolu hem farz ibadetlerden hem de hayırlı ve salih amellerden geçiyor. Başa gelen zorlukların zamanı kuşattığı çağlarda, kullukta direnişi sabit kılmanın, iç karanlığa esir düşmeden ve yolun bitiminde “kulluk ve âdemiyet” şuurunu kaybetmeden daha nurânî çağlara adım atabilmenin zırhlısı ibadettir.
İbadet, içinde İlâhî muhabbeti taşıdıkça artan, çoğalan ve bölüne bölüne zemini ve zamanı sarıp sarmalayan bir cevher. O cevher ki, bütün hücrelerin içine kadar anlamı zerk eder, bütün molekülleri besleyen ve orijinden tabiata sirayet eden bir kudrete sahiptir. Dünyayı dizayn eder, ahirette iz düşümü bulunur. Gamları ve dertlerin nihayetine kadar kalbi kararda tutar. Bir yandan adres bilgisidir ibadet; gidişi, varışı ve en dingin güzergâhı ilham eder. Aklın mayasıdır da aynı zamanda. Düşünceyi derler toplar, bilgiyi sterilize eder, sahtelikle şeniyeti hakikat eleğinden geçirir.
Bütün ibadetlerin özünde felah müjdesi vardır. Bu hem dünya hengâmesinden ve çevremizi kuşatan kaostan kurtuluşun reçetesi hem de dünyaya tutsak düşmüş ruhların hürriyete vasıl oluşunun iksiridir. Ve pek tabii ahirette yüzüstü kalmaktan, Allah’ın af ve mağfiretinden mahrum edilmekten kurtuluşun tarifidir.
Deseler ki: “Nefes alışverişlerin, dirimsel gerçekliğin, varoluş keyfiyetinin en kökten ve müteradif karşılığı nedir? Nefis neden vardır ve kullar neden imtihan olur? Neyin mücadelesi menfi ve müspet varışlar içinde bize bir ülkü iliklemektedir?”
“O ki, hanginizin daha güzel işler yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı.”(Mülk, 2)
Yüce Rahmân hayat ile ölümü var eden kudretiyle gayeyi de yarattıklarının hem özüne hem de akıl ve ruhla kavranabilecek hakikatlere nakşetmiştir. Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Muhammed Efendimiz’in (sav) söz ve eylemleri de bu hakikatlere varışta mühürlenmiş mebdedir. “Öldüren de yaşatan da / Rahime atıldığı zaman nutfeden (embriyo) erkeğiyle dişisiyle iki cinsi yaratan da O’dur.” (Necm/ 44-45-46)
Sadaka öyle mucizevî bir amel ki, etkisini daha bu dünya zemininde birebir hissetmekteyiz. Ahiretteki müjdeleri bir yana, dünyahânedeki inikası bile zamanı ve mekânı cennet rengine boyayacak kadar nurânî bir ibadet olduğunu gösteriyor. Bu hususta da Peygamber Efendimiz’in emir telakki edeceğimiz tavsiyesi şudur: “Hastalarınızı sadaka vererek tedavi edin.”
Madem ki güzel işler “ahsenu amelâ” ölümün ve hayatın yaratılışındaki İlâhî vesile, o hâlde zamanı bu şiardan daha muteber bir seviyede tutacak temel ilke saptanamaz. Kulluk sıfatıyla var edilen insan, güzel işler, hayırlı ve salih ameller işlemekle bu ömür yolculuğunu tamama erdirecek iradede ve vazifede kodlanmıştır. Ki bir başka surede bu amacın alametifarikası, akledenler (akıl sahipleri) için İlâhî kelâmla bildirilmiştir:
“Asra yemin ederim ki/ İnsan gerçekten ziyandadır/ Ancak iman edip dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır.”(Asr Suresi)
Surede geçen “Amilus Salihati” çok geniş kapsamlı ama yol ve yöntemleri İlâhî nizamda belirlenip akla ve vicdana uygun şekilde Allah’ın kelâmı ve Peygamberi tarafından da sarih bir şekilde anlatılmış, aktarılmıştır.
“Hayırlı ve salih amel nedir?” sorusunun cevabı da yine bu İlâhî orijinlerden derlenebilir. Tüm bu İlâhî bilgiler, en seçkin biçimlerde, beş duyu organı tarafından kavranabilecek suhulette ve cüzi iradeyi hem harekete geçirecek hem de onu yetkin ve imkânlı kılacak tariklerle akla imtizaçlı, vicdana intibak eden ve ruhun ihtiyaç duyduğu bir anlamla vardır.
Günahtan ve haramdan sakınmak da, sevaba, Allah’ın rızasına kavuşturacak amellerde sebat etmek de, pek tabii bu “hayırlı ve salih” sıfatları içinde değerlendirilebilir. Güler yüzün bile sadaka sayıldığı ve sadaka vermenin de “Allah’a güzel bir borç vermek” olarak nitelendirildiği bu Hak dinde, hayırlı amellere muvaffak olmak, hilkatin ve ruhânî mayanın bir devamı olarak son derece kolay olsa gerek.
Mezkûr ayeti de buraya nakşedelim:
“Kim Allah’a güzel (karşılık beklemeden) bir borç verirse Allah da bunu kat kat fazlasıyla öder. Daraltan da genişleten de Allah’tır ve O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara, 245)
Karz-ı Hasen, yani “Güzel Borç”… İnsanın kendi başına erişemeyeceği bir mertebenin Yaratıcısı tarafından bahşedildiği muazzam bir eylem. Hatta tabiri caizse bu, aksiyonun sanata evrilmiş en güzide hâli… Ayette geçen güzel borç tamlaması tefsirlerde “karşılıksız vermek manasıyla sadaka ve infak” kastedilerek açıklanıyor. Sadaka ve infak, hem yakın çevreye kişinin kendi tasarrufunda bulunan mal veya paradan harcaması hem de elinin uzandığı her yerdeki yetimlere, muhtaçlara, düşkünlere ve ihtiyaç sahiplerine “Allah’ın verdiklerinden vermesi” mânâsına atıfta bulunuyor. Yeri gelmişken ilgili ayeti de vermek gerek:
“(Onlar) gayba iman ederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiklerimizden hayra harcarlar.” (Bakara, 3)
“Allah’ın rızık olarak verdikleri nedir?” diye sorulursa, her şeydir. İnsanı var eden ve varlığını sürdüren her şey O’ndandır ve O’nun izniyle, O’nun hazinesindendir. Kazandığımız mal da, aldığımız ekmek de, alın teriyle elde ettiklerimiz de Allah’ın bize verdiklerindendir. Hatta hayat ve hayatı mümkün kılan nefes alıp vermek ve can sahibi olmak da yine O’ndan bahşedilmiştir. İnsanın kendine ait olan hiçbir şey yoktur özünde. Hepsi Rabbinin verdikleridir. Öyleyse O’nun verdiği bu can ve hayatla, O’nun verdiği rızık ve mallardan harcamak da nereye ait olduğumuzun ve ne için var olduğumuzun delilleridir.
O’nun verdiklerinden O’nun kullarına, O’nun nasibiyle verebilmek dahi, Allahu Teala’nın katında kendisine verilen “güzel borç” vasfında değer görüyorsa; herhâlde bu ömür mühletinin sonunda cehenneme gidiş yolları çok daha zor olsa gerek. Böylesine lütuflarda bulunan Allahu Teala’nın bu kutlu yolunu adımlamak, her bir hayırlı amelin katbekat üzerinde mükâfatla karşılanmak, zorunlu ibadetlerde bile Allah’ın müjdelerine nail olmak, ne muazzam bir dinin mensubu olduğumuzu da beyan ediyor.
Sadaka ve infak hakkındaki hadisi şerifler de bu hayırlı ameller içindeki yerinin ışıltısını gözlere mimliyor âdeta. Şöyle buyuruyor Rahmeten Li’L- Alemîn Hz. Muhammed (sav):
“Müminin sadakası, kıyamet gününde onun gölgesi olur.”
“İnsanların her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir. İki kişi arasında adaletle hükmetmen sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım ederek bindirmen yahut yükünü bineğine yüklemen sadakadır. Güzel söz, sadakadır. Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır.” (Buhârî, Sulh 11, Cihâd 72, 128, Müslim, Zekât 56)
Bunlara ek olarak, başka bir hadisi şerifte, “Hayırlı ve güzel işler nedir?” sorusunun cevabında sadaka ibadetini bulmamızı mümkün kılıyor ki, bu iki mânâ bir arada zikredilmiş:
“Her meşru ve güzel iş sadakadır.” (Buhârî, Edeb 33, Müslim, Zekât 53)
Müslim’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte de şöyle bir cümle ile kalbin saadet şifreleri ayan edilmiş: “Namaz nurdur; sadaka burhandır, sabır ziyâdır.”
Bir yandan da sadaka veren elin bollaştığına, kalbin refaha erdiğine, sadrın genişlediğine, hastalıkların şifaya ve dertlerin dermana eriştiğine de defalarca tevafuk etmişizdir. Sadaka öyle mucizevî bir amel ki, etkisini daha bu dünya zemininde birebir hissetmekteyiz. Ahiretteki müjdeleri bir yana, dünyahânedeki inikası bile zamanı ve mekânı cennet rengine boyayacak kadar nurânî bir ibadet olduğunu gösteriyor. Bu hususta da Peygamber Efendimiz’in emir telakki edeceğimiz tavsiyesi şudur: “Hastalarınızı sadaka vererek tedavi edin.”
Aslında tüm bu müjdelerden beri, her bir ibadet gibi sadaka da Allah’a muhabbetin bir yansımasıdır. İmanı koruma yollarından biridir ve çeşitli sentezlerle her dönem değişen popüler algılarla önümüze serilip durulan “saadet formülleri” içinde en İlâhî, en kudretli ve en kesin olanıdır. Sadaka verip de ye’se düşen henüz tespit edilmemiştir. Allah için harcayıp da dara düşen henüz görülmemiştir. Maddenin miktarından azade bir bilgidir ki, Allah’ın rızasını umarak O’nun yolunda harcayanlar, sonsuz saadet pınarlarından yudumlar ve hiçbir azlık ve yokluk, yoksunluğu ve hiçliği inşâ edemez.
Muhabbetle sadaka veren ellerden olmak duasıyla…