Kartallar sonsuz topraklarda uçuyordu

“Son ağaç kesildiğinde, son nehir kuruduğunda ve son balık avlandığında, işte o zaman paranın yenmediğini anlayacaksınız!” (Kızılderili atasözü)

“HAYVANLAR olmadan insan nedir ki? Eğer bütün hayvanlar kaybolup giderse, insanoğlu büyük bir ruh yalnızlığı içinde ölecektir. Hayvanlara ne olduysa, insanlara da aynısı olur. Her şey birbirine bağlıdır. Yerkürenin başına gelen, yerkürenin çocuklarının da başına gelecektir.”[i] (Şef Seattle)

Bize okullarda Amerika’nın kâşifi olarak hep Kristof Kolomb öğretilmiştir. Acaba gerçekten Kristof Kolomb, Amerika kıtasını keşfetmiş midir? Sözde keşif döneminde Kuzey, Güney ve Orta Amerika bölgelerinde tahminî 20 ila 40 milyon civarında yerli insan yaşamaktaydı. Bu konuyla ilgili bir zamanlar şöyle bir şey okumuştum: “Eğer Kolomb Amerika’yı keşfettiyse, Amerikalı yerliler de onu keşfetmiş olmaz mı?”

Merak etmeyin, şimdi burada gözü kapalı Batı düşmanlığı yapmayacağım! Yalnız bazı bilinen tespitlerden bahsedip size güzel bir kitap tanıtımı arz edeceğim.

Özgür Arcan’dan “Kartallar Sonsuz Topraklarda Uçuyordu”... Kitapta, Amerika kıtasının tarihinden tutun da ilk insanın bu kıtaya ne zaman, nasıl ulaştığını, zamanında bütün kıtada ne kadar insanın yaşadığını, yaşam tarzlarını, geleneklerini, savaşlarını, düşünce dünyalarını bulacaksınız.

Öne çıkmış şeflerin tanıtıldığı bölüm çok güzel meselâ. “Oturan Boğa” ismini muhtemelen siz de duymuşsunuzdur. Peki, kimdir bu Oturan Boğa? Bileniniz var mı? Buyurun kitaba!

Çağ kapatıp çağ açan İstanbul’un fethiyle birlikte Asya’ya giden yolları kapanan o zamanın bilinen Batı dünyası, Doğu’nun zenginliklerine ulaşmak için yol arayışlarına girmiştir. Doğu’ya giden yeni yolların aranmasında çeşitli sebepler vardır ki en önemli neden de değerli madenler, baharatlar, ipektir. Tabiî diğer değerli olan ne varsa… Bir de Doğu’da var olduğuna inanılan güçlü bir Hıristiyan kralın bulunmasıdır ki, böylece Avrupa Müslümanlardan kurtulabilsin…

Daha hâlâ dünyanın düz olduğuna, bir yerden sonra denizin bitip gemilerinin dünyanın kıyısından aşağı düşeceğine inanan Avrupa’da, Cenova doğumlu Kristof Kolomb, uzun uğraşlarından sonra mürettebatını ve gemilerini toplayıp sürekli batıya giderek Hindistan’a ulaşabilmek düşüncesiyle denize açılır. 33 gün süren ve gemide isyanların çıktığı uzun bir yolculuktan sonra, 12 Ekim 1492’de Kuzey Amerika’nın güneydoğusundaki bugünün Karayip adalarına ulaşırlar.

Yaşadığı toplum içerisinde düşüncesini özgür tutmaya çalışan biri olan Kolomb’un bu yolculuğundan sonra Yeni Dünya’da artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Beslenmek için avlamak zorunda kaldıkları hayvanlardan bile özür dileyen, kılıç veya ateşli silah nedir bilmeyen Yeni Dünya’nın insanlarının, doğasının ve dahi hayvanlarının -tâbir yerindeyse- kıyametini getirmiştir topraklarına ayak basan Beyaz Adam.

“1500 yılında Cabar’ın günümüzdeki Brezilya bölgesini keşfinden sonra, sömürgeci seyahatler 1513’e gelindiğinde hızlandı. Juan Ponce de Leon öncülüğündeki bir grup, şimdiki St. Augustine kenti yakınlarında Florida kıyısına ayak bastı. Bazı araştırmacılar o sıra Florida bölgesinde 250 binin üzerinde yerli nüfusun yaşadığını ileri sürseler de en azından 100 bin kişinin olduğu kesindi. O dönem Florida’nın kuzeydoğusunda 40 bin Timucua, kuzeybatısında 25 bin Apalachi ile Pensacola, orta batısında 8 bin Tocobaga, güneybatısında 20 bin Calusa, güneydoğusunda 5 bin Tequesta ve merkezin güneyinde de 2 bin Jeaga ve Ais yerlisi bulunuyordu.”[ii]

Günümüz Amerika topraklarında ilk Avrupa kolonilerinin oluşmaya başladığı zamanlarda, rakam kesin olmasa da 4 ilâ 8 milyon yerli insan yaşamaktadır. Bize kovboy filmlerinde Kızılderililerin kafa derisi yüzdükleri, savunmasız yerleşimcilere saldırdıkları, hırsız oldukları, ilkel, barbar oldukları gösterilmiştir sürekli. Öyle miydi acaba gerçekten?

Aztekler… “Aztekler, yaptıkları îmar çalışmalarıyla da üstün bir duruma geçmiş, ayrıca çevresindeki kabîleleri egemenlikleri altına alarak Aztek Konfederasyonu’nu kurmayı başarmış bir medeniyetti. Fakat Aztekler ve onlarla konfederasyon kuran diğer kabileler, demiri ve demirden yapılan araç gereçleri bilmiyorlardı. Basit ergimeyle yapılan madenleri biliyorlar, sulamaya dayanan tarımcılık yapıyorlardı. Tarımda yarattıkları mucizenin adı ‘Chinampas’(yüzen tarlalar) idi. Fakat bu tarlalara bir süre sonra Azteklerin ölü bedenleri yayılacaktı.”[iii]

“Son ağaç kesildiğinde, son nehir kuruduğunda ve son balık avlandığında, işte o zaman paranın yenmediğini anlayacaksınız!” (Kızılderili atasözü)

Beyaz Adam sanki bütün Yeni Dünya’ya ölüm getirmişti. “Bufalo sayısı 1800 yılında, 25 mil boyunca yapılan sayımlara göre 45 milyon ile 60 milyon arasındaydı. Bu yıllarda Beyaz Adam tarafından bufalo derisinden para kazanılmaya başlanmıştı. En büyük katliam 1870’li yıllarda gerçekleşti. Yerliler ve Beyazlar hiçbir zaman bufalo neslinim tükenebileceğini düşünmemişlerdi. Çünkü sayıları, tahmin edebileceklerinden çok daha fazlaydı. 1873’e gelindiğinde orta ovada çoktan yok olmuşlardı. Kansas’taki Dodge City’e (Dodge Şehri) odaklanan avcılar, daha sonra güneye ilerleyerek Teksas’a girmişler ve 1870 yılının sonuna doğru güneydeki sürüleri de yok etmişlerdi. 1883 yılında 10 bin bufalodan oluşan bir sürü kuzey ovalarında kayboldu. 1890’da, geriye Amerika’da yaşayan sadece bin bufalo kalmıştı.”[iv]

Pocahontas’ın hikâyesi… “North Carolina kıyıları açığındaki Roanoke adası üzerinde, Kuzey Amerika’daki ilk koloniyi 1585 yılında oluşturmaya çalıştılar. Bu koloniciler yaklaşık 100 kişiden oluşan bir grup ile Chesapeake Körfezi’ne doğru yola çıkmıştı. İspanyollarla çatışmak istemeyen topluluk, James nehri kenarında, körfezden yaklaşık 60 kilometre kadar yukarıda kendilerine bir bölge seçti. Çiftçilik yapmaktan çok altın bulmayı amaçlayan şehirli ve maceracılardan oluşan bu grup, vahşî doğanın koşullarına hazırlıklı değildi. Jamestown bölgesinin yakınlarında yerleşmiş Powhatan yerlileri, akın akın karşılarına çıkmakta olan bu Beyaz Adamlardan kuşku duysa da onlara ılımlı davranıyorlardı. Bilinen ‘Pocahontas’ hikâyesi de bu dönem burada yaşanmıştır. O sıralar kolonicilerin köyünü zaman zaman ziyarete gelen küçük bir yerli kız vardı. İsmi ‘Pocahontas’ olan bu yerli çocuğu koloniciler daha sonra kaçırmışlar ve o da Jamestown’da onların yanında kalmıştı. Sonraki yıllarda koloniden biri ile evlenen Pocahontas, İngiltere’ye gitmiş, yaşamış ve sonra da orada ölmüştür.”[v]

“Günümüzde Amerika’da 3 milyondan fazla Kızılderili yaşamaktadır…

Kızılderili kabîlelerden birçoğu, eski geleneklerini günümüzde de yaşatmak için yılın belli zamanlarında bir araya gelip kutlama yapar. Daha çok sembolik anlamda yapılan bu törenler, kültürlerini unutmayıp sürdürebilmeleri ve aynı zamanda para kazanabilmeleri içindir. Giydikleri elbiseler genelde renklidir ve eski dönemleri anımsatır. Kültürlerini yansıtan bu giysilerin çoğunu kendileri dikerler. Boncuk ve benzeri malzemelerle süsledikleri ve tamamen el işçiliğiyle oluşturdukları bu giysiler, atalarının yüzyıllar önce yaptıklarıyla da neredeyse aynıdır.”[vi]



[i] Kartallar Sonsuz Topraklarda Uçuyordu / Özgür Arcan

[ii] Kartallar Sonsuz Topraklarda Uçuyordu / Özgür Arcan

[iii] Kartallar Sonsuz Topraklarda Uçuyordu / Özgür Arcan

[iv] Kartallar Sonsuz Topraklarda Uçuyordu / Özgür Arcan

[v] Kartallar Sonsuz Topraklarda Uçuyordu / Özgür Arcan

[vi] Kartallar Sonsuz Topraklarda Uçuyordu / Özgür Arcan