Karşımızda durma ki yüzüne tükürmeyelim!

Azgın Batı, doymak bilmez. Hak hukuk gözetmekten uzaktır. Hak kendileri içindir, hukuk kendileri içindir, demokrasi, özgürlük, insan hakları hep kendileri içindir. Dedik ya, siyasetten anlamıyorlar. Bizi de kandıracaklarını varsaydılar. Amerikalardan kalkıp gelerek, Türkçe olarak “Şehidimiz vağ…” dediklerinde pek memnun kalacağımızı, duygulanacağımızı, o sözü söyleyeni kendimize yakın hissedeceğimizi, yüreğimizin yağının eriyeceğini hesapladılar. Yok gülüm, o iş öyle değil! “Vağ” değil, doğru dürüst “var” diyebilsen bile yemeyiz, yutmayız. En fazla gargara yapar, tükürürüz. Karşımızda durma da yüzüne gelmesin!

AVRUPA liderleri siyasetten anlamıyor. Başta Makron ve Merkel olmak üzere, hepsinin hızlandırılmış siyaset dersine ihtiyacı var. İnce siyaset değil kastımız, ilk adım. Siyasete giriş… Zira gayet basit bir konuda bile fena hâlde çuvalladılar.

Satranç oyununda bir sonraki hamleyi tahmin edemeyen ve ona karşı makul bir tedbir almayan, kaybeder.

Satranç ne ki? Onda yenilen, oyunu kaybetmiştir. Siyasette bir sonraki hamleyi göremeyenin hâli, çok daha acıklıdır. Faturası ağır olur.

Reis hepsini bir sınıfta toplayıp on beş gün içinde yetiştirir, bir güzel hizaya sokar ama vakti yok. Ayrıca onlar da diz kırıp oturacak tiplere benzemiyor. Önce niyet lâzım öğrenmek için. Hem de hüsnü niyet...

*

Türkiye yıllardan beri Suriye’deki tabloyu yakından gördüğü için “Güvenli Bölge” tezini savundu. “Uçuşa Yasak Bölge” diye diye dilinde tüy bitti.

Taşa söylenseydi o kadar söz, dayanamaz, bir tepki verir, en azından çat diye orta yerinden çatlardı. Avrupalı siyasetçiler, duymazdan geldiler ve trene bakar gibi baktılar.

Ne var ki, tren hızlıydı.

Fazla oyalanmadan tam gaz geldi.

Göçmenler Avrupa kapısına dayanınca uyandılar. Ancak beraberce balığa gitme vakti çoktan geçti.

Anlaşmaların altına attıkları imzaları unuttular. Yardımda bulunma vaatleri havada kaldı. Yokmuş gibi davrandılar. Türkiye’nin zora girmesinden büyük keyif aldılar. Serbest dolaşım, vize konusuna da çöp muamelesi yaptılar.

*

Bizde herkesin bildiği “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” sözünü bile idrak edemediler.

Madem derse ihtiyaçları var, hızlı bir şekilde başlayalım. Zaten başladık bile.

Gelecek olan kazdır, tavuktur, o tarafını fazla zorlamayalım, kafaları çok karışmasın.

Gidecek olana bakalım.

Eğer küçük riskleri göze alamıyorsan, ileride daha büyüğü başına gelir.

Sanırım bunu hepsi anlayabilecektir.

Zaten bu basit kuralın ilk kısmı yaşanmış, maceranın ortasına gelinmiş, sonraki kısım da epeyce yaklaşmış durumda.

Vaktiyle verdikleri sözlere uyma dürüstlüğünü gösterseydiler, biz onlara bekçilik yapmaya devam edecektik.

Evvelce olduğu şekilde muhkem duracak, Suriye göçmenlerini tutabilecektik.

Fakat tahammül sınırı aşılınca ve o pek sayın Batılı liderlerin edepsizlikleri ile şımarıklıkları da bir mızrak boyundan fazla yükselince, artık bize pek fazla seçenek kalmadı.

Reis aylar önce uyarmış, kapıları açmak zorunda kalacağımızı bildirmişti. Onu da yeterince anlayamadılar. Yahut işlerine gelmedi. Belki de, “Gün ola, harman ola” dediler.

İşte sonunda gün de oldu, harman da!

Al, savur bakalım rüzgâr estikçe!

*

Gariban göçmenler, incecik kıyafetlerle sert iklimli Avrupa’ya karşı yürüyorlar ve yanlarında yeterli miktarda yiyecek içecek bile yok.

Normal şartlarda insan bir yere pikniğe giderken, bir dolu malzeme ile yola çıkar. Arabanın bagajını doldurur.

Kısa bir seyahate çıkarken dahi bavullar dolusu eşya götürülür. Göçmenlere bakıyoruz, çoğunun kıyafeti ince, yanında taşıdığı bir şey yok. Bazılarının elinde bir poşet görünüyor. Çok fazla yükü olanın, en fazla sırt çantası var. Yürüyorlar. Yeni bir hayat kurmak ümidiyle…

Geldikleri yerde ölüm kesindi. Bombalar yağarken, kurşunlar sağanak olmuşken, hayatta kalmak mucize gibi bir şey… Gidecekleri yerde hiç değilse yaşamak ihtimâli var.

*

Edirne Valiliği, göçmenler için günde üç öğün sıcak yemek çıkartıp dağıtıyor. Battaniye veriyor. En azından açlıktan ölmemeleri, sert havaya dayanabilmeleri adına…

Gittikleri istikametteki ilk durak olan Yunanistan ne yapıyor?

Gaz bombası ve kurşunlarla karşılıyor onları. Dayak atıyor. Cüzdanını alıyor, parasını alıyor, pasaportunu, saatini, kolyesini, bileziğini… Hiçbir şey bırakmıyor. Bazılarının elbiselerini bile çıkarttıklarını gördük.

Yunan gâvuru, zavallı göçmenlerle sadece asker ve polisle mücadele etmiyor, sivilleri de devreye soktu. Akıl alır gibi değil ama avcılar kulübünü saldı üstlerine. Köpekleriyle beraber...

*

Meşhur bir kalıp vardır, “Bir filmin ilk sahnelerinde bir silah göründüyse, ileri kısımlarında o silah mutlaka patlayacaktır” derler.

Askerin, polisin, avcının ve avcı olmayanın elinde silah varsa, o da süs için değildir. İnsan milleti düşman bellediğine sevecenlikle yaklaşmaz. Elinde silah olunca, parmağı kaşınır. İlle o tetiğe dokunmak ister. Gürültüyle patlayışını görmeyi arzular. Barut kokusunu duymadan rahat edemez.

Nitekim silahlar patladı, bir Suriyeli göçmen öldü.

A Haber muhabiri ile kameramanı da vuruldu, hafif yarayla atlattılar, çok şükür.

Göçmen sayısı henüz 150 bine ulaşmamışken bunlar yaşandı.

Karadan gidenlerin bir kısmı ülkenin iç kısımlarına gidebildi. Çoğunluk ara bölgede kaldı.

Denizden gitmeye çalışanların durumu daha kötü. Botları batırılıyor. Çıktıkları yer ise Midilli adası. Bir adaya çıkma fikri bile saçma! Adaya çıktıktan sonra ne yapacaksın? Çâresizlik içinde gemi beklemekle yıllar geçer.

Fakat gel de bunu anlat!

Denizden gidenler, günün birinde gâvurun insafa geleceğini zannediyorlar. Ah bu zanlar! Hep yanlışa sürükler insanı.

*

Avrupa ülkelerinin liderleri de hep zanla bugüne gelmediler mi?

“Türkiye dayanır… Türkiye bize sorun çıkarmaz… Türkiye mecbur... Türkiye’ye istediğimiz kadar yüklenebiliriz… Türkiye zaten onlardan farklı değil... Sözlerimizi tutmasak da bize kafa tutmaz... Attığımız imzaları unutsak bile bize zorluk çıkarmaz… Vize şartı da neymiş? Olur mu canım öyle şey?! Milyarlarca avro ödemek hiç de akıl kârı değil… Yahu o anlaşmaya o imzaları nasıl atmışız? Sarhoş muyduk ne? Yok, yok, sarhoş falan değildik, o gün öyle görünmek zorundaydık. Yoksa bugün yaşananlar, yıllar öncesinden gelecekti başımıza. Günü kurtarmak gerekiyordu, kurtardık… Şimdi de bir yolunu buluruz bu belâdan kurtulmak için…”

Hep böyle sandılar.

Sanmaya da devam edeceklerdi.

Uyanmaya, tehlikeyi görmeye hiç niyetleri yoktu.

Bizim uyarılarımızı dikkate almamak için özel çaba gösteriyorlardı.

“Yok canım, niye öyle olsun? Bugüne kadar nasıl tuttuysalar, bundan sonra da Suriyeli göçmenleri korurlar sınırların içinde… Bizim başımıza belâ etmezler. Mr. Erdoğan kapıları açmaktan bahsederken, blöf yapıyor olmalı…”

Al sana blöf!

Erdoğan’ı pokerci başı mı sandınız?

Erdoğan hayatta hiç blöf yaptı mı size?

Göstere göstere geldi, elini açtı, kartları ortaya serdi.

Restini de açıkça çekti.

Şimdi başınızı iki elinizin arasına alın da düşünün bakalım, bu işin içinden nasıl çıkacaksınız!

Derseniz “O oyun öyle olmaz”, sadece mevzunun o olmadığını hatırlatmak durumunda kalırız. Biz oyundan bahsetmiyoruz, gerçek hayattan bahsediyoruz. Yaşanandan... Başınıza gelenden…

*

Asırlar boyunca emperyalist davranmasaydılar, insanca bir tavır sergileseydiler, hep daha fazlasını yutmaya kalkışmasaydılar, aşırıya kaçmasaydılar, dünyanın yoksul ülkelerini ezip sömürmeseydiler, hiç değilse yiyecek ekmeğini, içecek suyunu gözetseydiler, bugün durum daha farklı olurdu.

Fakat azgın Batı, doymak bilmez.

Hak hukuk gözetmekten uzaktır.

Hak kendileri içindir, hukuk kendileri içindir, demokrasi, özgürlük, insan hakları hep kendileri içindir.

Başkaları için geçerli değildir bunlar.

Biraz adaletten haberdar olsaydılar, tablo daha güzelleşirdi.

Onu da hesap edemediler.

Hep öyle ezeceklerini, sömürerek semireceklerini, bıçağın kemiğe asla dayanmayacağını düşündüler.

Dedik ya, siyasetten anlamıyorlar.

Bizi de kandıracaklarını varsaydılar.

Amerikalardan kalkıp gelerek, Türkçe olarak “Şehidimiz vağ…” dediklerinde pek memnun kalacağımızı, duygulanacağımızı, o sözü söyleyeni kendimize yakın hissedeceğimizi, yüreğimizin yağının eriyeceğini hesapladılar.

Yok gülüm, o iş öyle değil!

“Vağ” değil, doğru dürüst “var” diyebilsen bile yemeyiz, yutmayız.

En fazla gargara yapar, tükürürüz.

Karşımızda durma da yüzüne gelmesin!